21 Temmuz 2012 Cumartesi

Toz

Radyo açık, dışarıdan da incir ağacı kokusu geliyor. Zaten kokusudur onu güzel yapan, mest olmuş bir haldeyim. Havanın hafifliği bir de...
 Bukowski'yi fırlattım elimden. Bir daha karşıma çıkması yürek ister.
Derdim Proust.
Elimden gelmeyenlerle başa çıkamıyorum.
 Telefonum hiç çalmıyor. Zaten ben de bir telefonum olduğunu hep unutuyorum.
Hep çok yorgun hep çok uykusuzum. Artık kabullendim bu hali, ne birşey bekliyorum ne arıyorum.
Zaman akıyor ben de izliyorum.
 İnsanlar hep çok uzak, hep çok başka. Hiç dokunamıyorum onlara. Belki iyi olmak için gereken tek şey insanlara dokunabilmektir.

 “Vaaz vermek değil niyetim.Duyduğumu söylemek.Söylemeye değer şeyler duyuyorum zira.Hayatı daha yaşanır kılmak için.Ya da belki sade ama sade anlatmak için.Sen anlat, dedi bana Tanrı.Anlaşılsın diye değil, hiçbir mükafat beklemeden anlat çünkü bir mükafattır artık bir anlatıcıya doğru düzgün anlaşılmak.Sen anlat! dedi bana Tanrı,Umudu hatırlatsın diye umutsuzluğu.Çareye yol açsın diye çaresizliği anlat.Ders verme, dedi kimseye çünkü hoca denmez öğrenmesini bitirene. Çırakları olan bir çıraktır usta olsa olsa. Sen anlat, dedi bana Tanrı, sen sade anlat.Vay başımıza ne geldiyse onu anlat.Sen anlat, dedi bana Tanrı, sen sade anlat.” *

Gökyüzünde öbek öbek bulutlar var. Çok geç kaldım. Çok geç. Hiçbir tesellisi yok hayatımın. Varlığımın yokluğuma üstün gelir hiçbir yanı yok. Gitmek istemem bile yıllardır aynı hala “nasıl”ını bilemiyorum gitme’min. Öylece duruyorum hem de hissiz.
Yalnızlık tercih dışı olduğunda insanı sefil ediyor. Akşam yemeğinin adı iftar olunca o yalnızlık daha çok iç kemiriyor. Ne yapmak isteyebilirim şimdi? Ne? Bilmiyorum.





--------------
* Bana Bir Şeyhler Oluyor - Yılmaz Erdoğan (Altan Erkekli)

1 yorum: