27 Ekim 2018 Cumartesi

Hiç deniz utanır mı ıslaklığından?


“Şunu derim ki, dünyada yaşayan tek bir kişi bile kaldıysa ölüm kurtuluş değil dedikodudur nihayette.”
Şule Gürbüz


“Elazığ mı Diyarbakır mı?”
Daha önce böyle bir soruyla karşılaşmamıştım. Elazığ da güzeldir elbette fakat Diyarbakır’ı gözlerimle gördüm. İnsan gördüğüne yakın duyar kendini. Yokuşu çıkarken sağdaki camdan, hemen hemen bu saatlerde sarkan ve gelen geçene ne kadar geç olduğunu, bu saatte sokakta ne işleri olduğunu ağız dolusu söverek soran kadına baktım, yoktu. Demek geç’in de geçi.

Düşünce nedir, duygu nedir? Hangisi düşünce, hangisi duygu? Bir süre düşündükten sonra kapı çaldı. Tozlu rafların “bir daha ele alınıp değer biçilmeyenler” bölümüne giden bu sorular iğreti durdu, yerini yadırgadı, fark ettim.

Şimdi;

Duygu: Duyularla algılama, his / Belirli nesne, olay veya bireylerin insanın iç dünyasında uyandırdığı izlenim

Düşünce: Uzay ve zamanın ötesinde, öznenin dışında, kendiliğinden var olan, duyularla değil, yalnızca ruhen algılanabilen asıl gerçeklik, mütalaa, fikir, ide, idea

Platon duyularla algılanan bilginin sadeceliğini bozdu. Fakat yine de duyularla algılanan bir bilgi varsa, duygu duyularla algılamaya dayanıyorsa, bilgi duyguya dayanır. Sokrates’in gözünü seveyim. Tabii sonra modernler ve post-modernler işin içine girdi ve kafalar allak bullak oldu. Hay s*çayım!

Güzel onlu elimde, gökte asılı olan şu parlak varlık, bana düşündürüyor ki Dünya’dan çok daha güzel, çok daha alımlı, çok daha çekiciyken nasıl oluyor da galip geliyor Dünya’nın gücü? Ve döndürüyor şu kutsal olduğuna kellemi koyacağım varlığı etrafında. Yazıklar olsun düzene! Hamlet girer, isyan sözcüklerini sıralar, çıkar. Perde!

Hafta sonu paradisi ve parodisi başladı!






Vladimir: Hayal görmüş olmalısın.
Estragon: Ne dedin?
Vladimir: Hayal görmüş olmalısın.
Estragon: Bağırmana gerek yok! 

18 Ekim 2018 Perşembe

"Bakılmaz mı gözden dökülen yaşa"


Sonra bana dönüp şöyle söylüyor: İbrahim seni çok etkiliyor, neden acaba…

Gülhane’nin ortasında gözlerim doluyor. Günlerdir bir şey hissedeyim gözümden bir damla yaş düşsün bekleyişimin orada son bulması ve benim tüm dünyanın gözü üzerimdeymişcesine bağırarak ağlamak isteyişim beklenmedikti. Olmamalıydı.

Çünkü bana dönüp İbrahim’in üzerimde yarattığı etkiyi keşfetmeden hemen önce, akşamüzeri kızıllığı çökmüş gökyüzü gözlerini kocaman açarak,
“ibrahim
içimdeki putları devir
elindeki baltayla” dediğini unutuyor. Hatta bir aralık “Tekrar eden korku cehennemdir” bile diyor. Farkında değil, uzun saatlerdir uyumamış, gözlerine çöken kızıllığın farkında değil.

Belki İbrahim, belki. Ben sahnelediği –belki en güzel- oyunun tek izleyicisiyim, bu yüzden beni kaybetmemeli.

İbrahim biz burada ve şurada, dört duvar ve sonsuz göğün altında hep konuştuk. Ben hep anlattım ve ve ben hep sana anlattım. Ve işte bugün de geveze bir maskenin ardındaki güvenle hiç susmadım. Duysan da duymasan da ve baktığım bir çift göz senin olsa da olmasa da hep konuştum. Elime bir yaprak düştü. “Bunun adı ‘Öleyazmak’ olsun” dedim. Kafamı göğe kaldırınca da “Bak şu ağacın bütün yaprakları öleyazmış” dedim. Bir gürgen ağacından bahsetti, devamlı kesileceğini söylediklerini, hiç inanmadığını, ama bir şekilde kestiklerini ve onunla bir kış ısındıklarını anlattı. Dinledim çünkü İbrahim, senin beni ne zaman dinlediğini de ne zaman konuştuğunu da bilmediğim için sustum. Alışkanlıklar cehenneminden kurtulmayı umuyorum, çünkü kalbimde kırılacak put yok, yenisini diktirmeliyim ki sen gelip kırasın.

Ah güzel Ahmet Abim gibi İbrahim, sorulan sorulara bir cevabın olmadığından mı yoksa hep beklenmesi gerektiğiden mi hiç konuşmadığını bilmiyorum. Elbette bazı şeyler biliyorum. Fakat bunlar ya acı veriyor ya da hiçbir işe yaramıyor. Bu yüzdendir ki unutuyorum. Ama kendimle gurur duyuyorum İbrahim. Sesim o kadar gür çıkmasa da aslanlar gibi savaştım. Hiçbir zaman yenilgiyi kabullenmedim, kandan da, kırıktan da korkmadım. Kendimle gurur duydum çünkü kaçış yollarını, bütün tünelleri çok iyi biliyordum, fakat kaçmadım. Ne büyük bir keyifle, muhteşem bir havada konuştum, saatlerce konuştum. Her şey kitabına ve kitabın yazarına uygundu.

Sonra akşam oldu. Olmaz sandım ama oldu.

10 Ekim 2018 Çarşamba

Ağaçlar ve diğerleri


Bu bir sır değil. Bu hiçbir zaman sır olmadı. Elektrikler kesildi ve karanlıkta kaldık. Mutfak dolabında mum vardı, öyle hatırlıyorum. Elimden tuttu. Mutfağa girdik. Dikkatli ol, dedi. Mutfak dolabını açtı. Mumu buldu.

Hayır canım yanılıyorsun, bin kere tekrarı olur, insan sadece bir kere sevmez.

Kafamda canlandıramadığım bir roman okuyorum. Yarısını henüz geçmişken pes ediyorum. Kitaplığa gidip bir şiir kitabı alıyorum. Sesli okuyorum, koltuğumun altına büzülüyor,


Gün doğmuyor, yorulmuş. Nedir, diyor, yorulmuş, diyorum. Birkaç gün daha doğmaz o zaman, diyor, iyi ya biz de uyuruz.

İşin kötü yanı uyuyoruz da. Başka biri çözsün günün dertlerini.

Çünkü “Seni sevdiğimdendir gelirim ben bu yere, yanaklarıma değmeden düşer gözümün yaşı, bakarım kendim gibi kel kalmış selvilere”.

Hayır hayır, “Ah kavaklar, bedenim üşür, yüreğim sızlar. Beni hoyrat bir makasla, eski bir fotoğraftan oydular. Orda kaldı yanağımın yarısı kendini boşlukla tamamlar. Omzumda bir kesik el ki hala kanar” .


Çünkü söylenecek her şey söylendi ve bir fark yaratmadı, artık susmamız gerekli.




2 Ekim 2018 Salı

kapılar

işte başlıyoruz. kaos kaos kaos.

gecenin bir vakti kapı çalıyor. uykumdan sıçrıyorum. rüya da görüyor olabilirim. kapı tekrar çalıyor, ikna oluyorum. kalkıp kapıyı açıyorum. sonra bunu neden yaptığımı düşünüyorum. telefonda sayısız cevapsız arama var.

gözlerim yarı açık yarı kapalı, yarı görür yarı görmez sarılıyorum, sığınıyorum, içimden teşekkür ediyorum, göğsünü göz yaşlarımla ıslatıyorum.
...
e. diyor hoca, hocam diyorum, bu söylediğiniz imkansız. sen bir düşün, diyor. ne kadar hoş bir adam olduğunu düşünüyorum. uzattığım kağıtları geri alıp odasından çıkıyorum. çıkmadan önce kabul etmiş olmalıyım. fakat ne zaman? ne zaman?

...
size ne oldu? bence müthiş bir isteksizlik ve halsizlikle kesin bazı fizyolojik sorunlarım var. birkaç tahlil yapalım mı? fakat benim kanım zehirli tüm laboratuvarı havaya uçurabilir. hmm, peki. sizi şimdi yönlendiriyorum.

...
telefonda 'özür dilerim' yazıyor. uzanıyorum. hayır yokmuş. gece yaşananlar gerçek mi? gerçekmiş. hoca mail atmış, sorun yokmuş. kollarımda iğne izi var, kan vermiş, laboratuvarı havaya uçurmamışım.

...
gözlerini açıyor. iyi misin? bunu hayati bir önemi varmış gibi sorduğu andan itibaren iyiyim. bugün mektup göndereceğim. pekala iyiyim.