tag:blogger.com,1999:blog-56917209642108032112024-02-24T00:31:56.163-08:00Elisabeth Vogler'in Sönmek Üzere Olan Sigarası ve KüllükBüyülendik. Elisabeth Voglerhttp://www.blogger.com/profile/02140685771235260655noreply@blogger.comBlogger436125tag:blogger.com,1999:blog-5691720964210803211.post-24033609867318370512024-01-16T02:18:00.000-08:002024-01-16T02:18:13.337-08:00Kötü-lük<p>İnsan doğası iyi midir, kötü müdür, konuşup konuşup durduktan
sonra derste hep soruyorum öğrencilere, “sizce?” diye. Çoğunluğu haftalar
geçmesine rağmen ve biz Locke, Rousseau, Mill üzerine konuştuktan sonra bile
dönüp “Hobbes sanki hocam” diyor.</p><p class="MsoNormal"><o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Bugün kargocuya bir notun bırakıldığı bir videoya denk geldim.
Adam diyor ki anahtarım paspasın altında, ben iş seyahatindeyim, kutuda Santa
kostümü var, giyinip evdeki köpeğime sürpriz yapar mısın. Kargocu anahtarla
içeri giriyor, evi soymaya başlıyor. Bunun bende yarattığı “normalliğe” şaşırdım.
Hani “iyi” insanların videolarını izlediğimizde aşırı bir duygu yoğunluğu
hissediyoruz ya… Bunda ise “hmm normal davranmış” gibi hissettim. Bana mı özel?
Sanmam. Diğerinin duygu yaratmasının sebebi de bence “normal” olmaması. Çünkü hepimiz,
kendimizden, içimizde bir yerlerden, insan doğasının iyi olmadığını biliyoruz. Sebebi
bu. Evet. Paspasın altına birkaç yüz dolar bıraktın diye o adam evin içindeki
binlerce dolar değerindeki eşyalardan neden vazgeçsin? <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">İşte böyle. <o:p></o:p></p>Elisabeth Voglerhttp://www.blogger.com/profile/02140685771235260655noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5691720964210803211.post-83117812433496441462023-12-27T03:02:00.000-08:002023-12-27T03:02:36.068-08:00Beni ne kurtaracak, ya da kimin sanatı? Zeki, Nuri ve Ben. <p>Önceki gün Kırmızıkedi’nin Beşiktaştaki mağazasında Sylvia
Plath’in Günlükler’ini görünce heveslendim, 200 lira kitap, %25 indirimli, Amazon’da
120 lira. Bıraktım çıktım. Dün geldi kitap. Sırça Fanus’un ilk sayfaları günlük
gibidir biraz, o kadar severim ki. Yüzlerce sayfa sürse okurum, gibi, öyle bir
sevgi. Günlükler’i elime aldığımda ise içim hem sevinç hem burukluk hem korkuyla
doldu. Çok etkilenmekten, dağılmaktan, zaten zor bir arada tuttuğum parçalarımın
oraya buraya savrulmasından korktum. Birkaç sayfa okuyup kitabı kenara
bıraktım. Gidip epeydir beni bekleyen “My Dinner with Andre” filmini açtım. Bu sırada
S. dolabını yatağa dökmüş, topluyor. Toz duman, Andre durmaksızın konuşuyor
konuşuyor konuşuyor.</p><p class="MsoNormal"><o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Çok kısa süre sonra, önceki günden kalan uykusuzluğumun
bastırması ile gözlerim kapandı. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Sabah yolda, onlarca aracın içinde, arabaların kırmızı ışıklı
götlerine bakarken, gerçekten bir şeyler yazma başarısını gösterebilip
gösteremeyeceğimi sorguladım. Gerçekten… <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Sonra karşıma Zeki çıktı muhteşem tavrıyla. Nuri Bilge ile
meseleleri yine gündemde. En sevdiğim. Nuri Bilge Ceylan’ın sinemasını çok
severim, şahsından emin değilim. Zeki Demirkubuz’un sinemasını da çok severim,
şahsına da bir ilgim sevgim vardır. Bu tartışmanın büyümesini bekliyorum şimdi
oturmuş. <o:p></o:p></p><p class="MsoNormal">Herkes tarafını seçsin. Ben Zeki'yi tutuyorum. </p>
<p class="MsoNormal">Sonra ben yazabilip yazamayacağımı düşünürken blogda hiçbir
şey paylaşmadığımı hatırladım ve gelip bunları yazdım. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Demek ki yazabilirim. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Hah!<o:p></o:p></p>Elisabeth Voglerhttp://www.blogger.com/profile/02140685771235260655noreply@blogger.com8tag:blogger.com,1999:blog-5691720964210803211.post-30600431895956775852023-11-26T23:12:00.000-08:002023-11-27T04:46:46.515-08:00Hafıza, Değişim ve Diğer Şeyler <p>Rüzgar sesini çok severim. Belki
yalıtımı iyi olmayan pencereleri yapanlara teşekkür bile etmem lazım.
Üsküdar’daki evimde böyleydi, nasıl eser ve nasıl seslenirdi bana rüzgâr.
Burada ise ormana bin teşekkür, o kadar rüzgarlı ki… Artık bıktıracak kadar
sıcak bir cumartesi günün akşamı ben küçük kızımla oynarken rüzgar sesi bize
eşlik ediyor. Tüm gün yaşadığım o kaos bir anda duruluyor sanki. Bütün o
hesaplaşma, kavga, üzüntü, öfke, kaybolup gidiyor. Rüzgâr ve sesi kalıyor
geriye. İlk ne zaman dinlemişimdir rüzgârı? Doğduğum ev geliyor aklıma, güzelim
bahçesi… Sonra bir görüntü, babaannemin evindeyim, üst katta. Ben salondayım,
yatak odasının kapısı açık ve penceresini görüyorum. Bahçedeki en büyük ağacın
dalları vuruyor. Yağmur da var galiba. Seyrediyorum.</p>
<p class="MsoNormal" style="tab-stops: 178.5pt;">Öyle bir ağaç var mıydı, ya da
ikinci kata kadar uzanıyor muydu dalları? Yoksa alt katta bizim evde miydim?
İnsan her şeyi nasıl kolay unutuyor… Üst katta olduğuma karar veriyorum. Evet.
Bizim misafir odamızın yerine babaannemin yatak odası. Peki diğer odalar?
Bizim, ablamla benim odamın üstünde ne var? Bir süre gerçekten bunu
hatırlayamıyorum. Yıllarım geçti o iki kat arasında. Sonra annemlerin yatak
odası ve bizim odanın üst katta birleşik olduğunu ve misafir odası olduğunu
düşünüyorum: oldukça büyük bir oda. Böyle miydi? Gerçekten böyle miydi?
Babaannemin yeşil kadife koltuk takımı da bu odadaydı. Dedem bu odada öldü.
Öyle değil mi? Peki ya arkadaki soğuk oda? Ağbimlerin odasını üstünde ne vardı?
<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="tab-stops: 178.5pt;">Bu evden taşındığımızda beşinci
sınıfa gidiyor olmalıyım. 12 yaşında. 12 yaşındaki bir çocuk nasıl hatırlamaz
bunları? Neleri sildim oradaki yaşantıma dair? 12 yaşımı hatırlamakta bu kadar
zorlanırken nasıl 3’ü 5’i hatırlayacağım peki? Tamamen saçmalık. <o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="tab-stops: 178.5pt; text-align: center;"><b><span style="font-size: medium;">***</span></b></p>
<div style="border-bottom: solid windowtext 1.0pt; border: none; mso-border-bottom-alt: solid windowtext .75pt; mso-element: para-border-div; padding: 0cm 0cm 1pt;">
<p class="MsoNormal" style="border: none; mso-border-bottom-alt: solid windowtext .75pt; mso-padding-alt: 0cm 0cm 1.0pt 0cm; padding: 0cm; tab-stops: 178.5pt;">Günlerdir kafamda dönenleri de,
izlediğim filmleri okuduğum kitapları da oturup yazmak için vakit bulamadım. Zaman
zaman kendimi aşırı yorgun, zaman zaman da bıkkın hissetmekten kurtulamadım. Fakat
bir şekilde, nasıl olduğunu bilmiyorum, kafamın içinde mevcut durumun olumlu
yanlarını öne getiren birisi var: her şey çok yolunda ve daha da iyi olmaması
için hiçbir sebep yok. Anlamsız bir şekilde başetmeye çalıştığım olumsuzluklar
sinik, karakterime aykırı, genellikle “realist” oluşuma dayandırdığım sözümona
gerçekleri görme ve her türlü olumsuzluğa hazır olma durumu eski gücünü
kaybetmiş, can çekişiyor: bense “bak şu ne iyi” “denedin, deniyorsun, çaba
harcıyorsun bitmiş değil” “uzun zamandır bunu istememiş miydin” gibi şeyler
düşünürken, gülümserken buluyorum kendimi. Başkalarından bağımsız, tamamen
kendime yönelen bu yeni düşünce tarzı beni şaşırtıyor. Ne değişti bilmiyorum.</p></div><p class="MsoNormal" style="tab-stops: 178.5pt;"><o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="tab-stops: 178.5pt;">Çok güzel filmler, idare eder diziler
izledim. Çok güzel kitaplar okudum. Üzerinde çalıştığım
birkaç işte sona gelmek üzereyim. Genellikle kendimden memnunum. Genellikle hayatımdan
da memnunum. Duyumsadığım eksiklikler sivriliklerini yitiriyor. Hatta yeniden
ilgi duyduğum şeyler, mesela kendime bere örüyorum, mesela fotoğraf çekmeye
yoğunlaşmak istiyorum, beni mutlu ediyor. Gerçekten, sürekli beni mutlu edecek,
huzurlu kılacak şeyler bombardımanı altındaymışım gibi hissediyorum. Yoğunluktan
çöküşe vakit bulamıyor da olabilirim. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="tab-stops: 178.5pt;">Dolu dolu üç hafta süren hastalık,
tat duygumu koku algımı kaybetmem, neredeyse her gün baş ağrısından, mide ağrısından
kıvranmam bile… <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="tab-stops: 178.5pt;">Aaa… şu yazdıklarım ne acayip.</p>
<div style="text-align: center;"><iframe allow="accelerometer; autoplay; clipboard-write; encrypted-media; gyroscope; picture-in-picture; web-share" allowfullscreen="" frameborder="0" height="215" src="https://www.youtube.com/embed/s3OUaBcA-Fo?si=rFXXyiKIqlrZuiTP" title="YouTube video player" width="460"></iframe></div>Elisabeth Voglerhttp://www.blogger.com/profile/02140685771235260655noreply@blogger.com4tag:blogger.com,1999:blog-5691720964210803211.post-61038364366840915972023-10-31T02:37:00.006-07:002023-10-31T02:43:06.901-07:00Killers of the Flower Moon ve Hiçbir Şeyler<p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg-6yTsko3Fv7y_JNUAUFf6DHN-B-iKvWCcsPYRa-p7axkn-infJeStu5cWOVvSwTir-w3PLusgLhKM7WlsypHDkHHcFc1B46fiIh2teDvwec1NVt9Y0uG5vyv9WZ9l4Ojua29mZpNj4nUtlw863sAqUB3jzMZoa2YSVOGprZbEVE91HrK3jD24yW2PKUk/s1500/killers.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1500" data-original-width="1001" height="400" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg-6yTsko3Fv7y_JNUAUFf6DHN-B-iKvWCcsPYRa-p7axkn-infJeStu5cWOVvSwTir-w3PLusgLhKM7WlsypHDkHHcFc1B46fiIh2teDvwec1NVt9Y0uG5vyv9WZ9l4Ojua29mZpNj4nUtlw863sAqUB3jzMZoa2YSVOGprZbEVE91HrK3jD24yW2PKUk/w268-h400/killers.jpg" width="268" /></a></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">Bir şeyler yazmaya vaktim ve sanırım motivasyonum yok şu anda ama belki yazarım sonra diye rezerve ediyorum burayı sonsuza kadar. </div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">Film oldukça iyi, beğendim. </div><br /> <p></p>Elisabeth Voglerhttp://www.blogger.com/profile/02140685771235260655noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-5691720964210803211.post-27145671799872759562023-10-17T23:53:00.006-07:002023-10-17T23:54:48.028-07:00Yürümek ve Diğer Şeyler <p> </p><p class="MsoNormal" style="tab-stops: 178.5pt;">Kafamda dönüp duran cümleleri ve
diyalogları yazıya dökemeyecek kadar bezgin ve umutsuz hissediyorum. Halbuki uçuş
uçuş hissettiğim o sahilde bulunuşumun üzerinde 24 saat bile geçmedi henüz. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="tab-stops: 178.5pt;">Uzun zaman sonra sahilde o kadar
uzun yürümek bünyemde harika bir etki yarattı. Güneşin en rahatsız olduğum versiyonu bile beni durduramadı; kalabalık bile. Hatta bu kalabalık iyi bile geldi; koşan
çocuklar, bisiklet sürenler, kaykaya binenler, sadece oturmuş denizi
seyredenler, tavla oynayanlar, piknik yapanlar, kalabalık halde yürüyenler ve
benim gibi tek başına yürüyenler. Ne kadar çok hikaye ne kadar çok insan. Düşünerek
ve etrafımdaki her uyarıcının bana ulaşmasına izin vererek yürürken Doktor L.’ye
rastlamak işin dramatik yanı oldu. “Yine mi geçmişle boğuşuyorsun?” diye
başladı cümleye sarkastik bir gülümseyişle. Ayıp oluyor ama, diye düşündüm ama
kibarlığımdan ve işte iletişimindeki avantajlarıyla kişiliğindeki
olumsuzlukları bastıran insanların konforunun nasıl ortaya çıktığını gördüğümden
sesimi çıkartmadım. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="tab-stops: 178.5pt;">Geçen, nerede okumuştum, nostalji
kelimesi eve, vatana dönmek gibi bir köken barındırıyormuş, savaştaki askerlere
referans veriyordu. Eskiye dönmek gibi değil de işte, eve dönmek isteği gibi
bir anlam. Benim zihnimde hep eskiye dönmek gibi bir anlamı var nostaljinin. Üsküdar
sahilini mi özlüyorum, diye düşünmüştüm hatta yürümeye başladığımda. Dar, hep
kalabalık, ama işte ‘bizim’ sahil? Bilemiyorum. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="tab-stops: 178.5pt;">“Bilemiyorum” dedim ben de. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="tab-stops: 178.5pt;">Her şeyi aşırı bireyselleştiren
sistemin içinde psikoloji biliminin muazzam bir katkısı var. Mesela fizyolojik
bir sıkıntı çekiyorsunuz. Bunu bedeninize odaklanarak çözmek yerine psikolojinizle
ilgili olduğu bilgisini koyuveriyorlar önünüze ve ekliyorlar: stres de yapma
ha! Bu zamana kadar sahip olduğum tüm hastalıklarda önüme çıkan stres, nereden
geldiği ve nasıl gönderileceği belli olmayan saçma sapan bir şey. Fakat hastalıkların
çözümü hiç de öyle psikoloji temelli falan olmuyor. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="tab-stops: 178.5pt;">Bir de travma girdi hayatımıza. O kadar
kolay bir kaçış yoluymuş gibi geliyor ki bana. Bir illüzyon. Böyle davranıyorum
çünkü şöyle bir travmam var. Ya da böyle davranıyorum acaba nasıl bir travmam
var, hmm kendime döneyim biraz daha. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="tab-stops: 178.5pt;">Bunun hastalık derecesinde bir
abartıya dönüştüğünü düşünüyorum. Her davranışı, her duyguyu, her düşünceyi temelinde
müthiş bir anlam varmışçasına ele alıyoruz. Ben ben ben ve benim yaşadıklarım. Hayır,
her şey o kadar da anlamlı değil. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="tab-stops: 178.5pt;">Ben bunları düşünürken Doktor L.’nin
varlığını unuttuğumdan ben’i zarar görmüş olacak ki kendini hatırlattı ve çok
komik bir şeymiş gibi “Dur duraksız bir değişimi kabul ediyorsak o halde zaten ‘eve’
geri dönemeyiz, öyle değil mi?”<o:p></o:p></p>
<div style="border-bottom: solid windowtext 1.0pt; border: none; mso-border-bottom-alt: solid windowtext .75pt; mso-element: para-border-div; padding: 0cm 0cm 1pt;">
<p class="MsoNormal" style="border: none; mso-border-bottom-alt: solid windowtext .75pt; mso-padding-alt: 0cm 0cm 1.0pt 0cm; padding: 0cm; tab-stops: 178.5pt;">Ben bu noktada,
nedense Herakleitos konuşmak yenine Nietzsche’ye dalıyorum ve onun Bengi Dönüş’ünün,
zihnine nasıl girdiğini düşünmeye başlıyorum. <o:p></o:p></p>
</div>
<p class="MsoNormal" style="tab-stops: 178.5pt;">Yazmaya ara verdiğimden beri devam
edemedim, bir süredir radyo açmıyorum.</p>
<div style="text-align: center;"><iframe allow="accelerometer; autoplay; clipboard-write; encrypted-media; gyroscope; picture-in-picture; web-share" allowfullscreen="" frameborder="0" height="215" src="https://www.youtube.com/embed/aOkiG53ituQ?si=GK4BPWLinTsUaVUM" title="YouTube video player" width="460"></iframe></div>Elisabeth Voglerhttp://www.blogger.com/profile/02140685771235260655noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-5691720964210803211.post-65042148494144588832023-10-12T03:48:00.006-07:002023-10-12T03:51:36.988-07:00Günlükler ve Sızım Sızım Sızlamalar <div style="border-bottom: solid windowtext 1.0pt; border: none; mso-border-bottom-alt: solid windowtext .75pt; mso-element: para-border-div; padding: 0cm 0cm 1pt;">
<div style="border-bottom: solid windowtext 1.0pt; border: none; mso-border-bottom-alt: solid windowtext .75pt; mso-element: para-border-div; padding: 0cm 0cm 1.0pt 0cm;">
<p class="MsoNormal" style="border: none; mso-border-bottom-alt: solid windowtext .75pt; mso-padding-alt: 0cm 0cm 1.0pt 0cm; padding: 0cm;">Ben Aylak Kedi iken dünyam
epeyce kırılgandı. Gözümle de duyardım, kulağımla da görürdüm, tenimle de
koklardım. Fazlaca masum ve anlam yüklemeye hazır bir ruh halinde ama çokça
melankolik bir genç kadındım. Hatta çoğu zaman irice bir kız çocuğu çünkü benim
gibiler kadın olmanın ne demek olduğunu anlamak için zamana ihtiyaç duyar,
söylenenler, duydukları, okudukları, izledikleri birikir birikir birikir de
taşar, yetmez ama, o taşanlardan bir anlam çıkartmak bile epeyce zaman. Bana da
lazım oldu. Zaman. Epeyce zaman. <o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="border: none; padding: 0cm; text-align: center;">----</p>
</div><p class="MsoNormal">Saat beş olmamıştı uyandığımda.
Kafamda bir sürü soru ve senaryo ama bir şekilde eyleme geçemiyor olmanın
sırtımdaki yükü, endişe, telaş, huzursuzluk… Yine de yatakla kavga etmektense
kalkmayı tercih ettim. Kalkıp okudum, biraz yazdım, olmadı. Duş alıp giyindim,
kahve demledim, ne kıyafetim ne de kahve güzel oldu. Kahveyi içemedim,
kıyafetimi değiştim. Sonra biraz geç kalarak evden çıktım, okula geldim. Hava
yağmurlu, çeşitli organizasyonlar, toplantılar var ama benim göndermem gereken
de bir rapor bekliyor. Yok denecek kadar az bir değişiklikle hocama raporu
gönderip sigara yaktım ve bu sigaranın neredeyse günün beşinci sigarası
olduğunu dehşet içinde fark ettim: daha saat 10 bile değil. Yazıktır, günahtır.
Ayrıca ayıptır bu kadarı. Yine de “bırakma” kararı alamıyorum. <o:p></o:p></p><div style="border-bottom: solid windowtext 1.0pt; border: none; mso-border-bottom-alt: solid windowtext .75pt; mso-element: para-border-div; padding: 0cm 0cm 1.0pt 0cm;">
<p class="MsoNormal" style="border: none; mso-border-bottom-alt: solid windowtext .75pt; mso-padding-alt: 0cm 0cm 1.0pt 0cm; padding: 0cm; tab-stops: 178.5pt;">Yarım
saat önce “iş”lerim biteyazdığında, çılgınlar gibi çalışan oda arkadaşıma çay
demlemeyi teklif ediyorum, hak etti çünkü. O üzerine düşen görevi yerine
getirmek için enerji harcıyor. Ben? Ben umutsuzca e-postama cevap yazılmasını
bekliyorum. Hem de gerçekten umutsuzca.</p><p class="MsoNormal" style="border: none; padding: 0cm; text-align: center;">---</p>
</div><p class="MsoNormal">Sabah kahve yerine çay yapıp, dürüst
olmak gerekirse akşam yaptığım ama yorgunluktan bir bardağı bile doğru düzgün
içemediğim çayı ısıtıp, termosuma koydum. Yemek yemeyi benim için sorun haline
getiren okuldan bir şey yememek için evden yemek taşımam şart. Oysa birçok
yemekhane, kafeler ve restoranlar var kampüste. Buna rağmen mi? Evet buna
rağmen. <o:p></o:p></p><p class="MsoNormal">Termosu evde unutmuşum. <o:p></o:p></p><p class="MsoNormal">Yanıma glutensiz ekmekle yaptığım
sandviçi ve sebzeli makarna ve fırında kabak-patlıcandan oluşan öğle yemeğimi
almışım, termosu unutmuşum. Mutfak masasında mı salon masasında mı acaba diye
düşünüyorum sabah ofise gelip de elektrikli demliğe sebilden su doldururken. Çay
içesim geçmiyor nedense. <o:p></o:p></p><p class="MsoNormal">Hem de şöyle bir şey oldu
geçtiğimiz günlerde, S. çay demlerken ona tomurcuk koymasını söyledim, koymuş. Çayı
içerken tadını enfes buluyorum, o da itiraf ediyor: Çaykur’un yeşil çayını
almıştım, aynı tomurcuğun küçük sarı teneke kutusu gibi bir kutuda. Biri alt
biri üst çekmecede. Dalgınlıkla çayın üzerine yeşil çay atmış, sonra da
tomurcuk. Şahane bir keşif, bir süredir aynı şekilde demliyorum çayı ve içerken
çok mutluyum. Denemek için aldığımız kahvelerin tatlarının yarattığı hayal
kırıklığının da etkisiyle aramıza kara kedi girdi, bu durum da çayla olan muhabbetimizi
ilerletti. Zaten ben hiçbir zaman “çay mı kahve mi?” sorusuna pat diye cevap
verebilen bir insan olmadım. <o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="text-align: center;">---</p><div style="border-bottom: solid windowtext 1.0pt; border-left: none; border-right: none; border-top: solid windowtext 1.0pt; mso-border-bottom-alt: solid windowtext .75pt; mso-border-top-alt: solid windowtext .75pt; mso-element: para-border-div; padding: 1.0pt 0cm 1.0pt 0cm;">
<p class="MsoNormal" style="border: none; mso-border-bottom-alt: solid windowtext .75pt; mso-border-top-alt: solid windowtext .75pt; mso-padding-alt: 1.0pt 0cm 1.0pt 0cm; padding: 0cm; tab-stops: 178.5pt;">Saat 3. Gündüz 3. Saat 1’den beri
kafamı bir yerlere dayamak peşindeyim. Dün geç de yatmadım halbuki. Fakat inanılmaz
bir uykusuzluk hissediyorum. Baş ağrısına direnip ilaç içmiyorum. Dün içtim. Her
gün her gün, hayır olmaz. Eve gitmek istiyorum, evime. Umay Umay’ın “Lütfen eve
dönelim” dediği noktadayım. Sadece evime gitmek, hafif bir roman ile yatağa
girmek ve ağır ağır uyuyakalmak istiyorum. Hepsi hepsi bu kadar…<o:p></o:p></p>
</div><p class="MsoNormal">Toplumun ayrıcalıklı, yani paralı
kesiminin konfor alanı beni inanılmaz rahatsız ediyor. Kıvrım kıvrım
kıvranarak, uykularım kaçarak geçirdiğim süreçlerin bazıları için bu kadar
önemsiz oluşu ne kötü. Doktora danışmanımı seçmek benim için zordu çünkü
pandemiyle bölünen ders döneminde hocalarla temas şansım azalmış, ekran
karşısında onları çok da tanıyamamıştım. Kafamda iki kişi belirmişti, kabul
etmeme ihtimalleri beni çok yoruyordu. Gidip de ikisine de e-mail atmış, metni
defalarca kez gözden geçirmiş, düzenlemiştim. Birinin haddinden fazla öğrencisi
vardı zaten, diğeri kabul etti. Nasıl rahatlamıştım. <o:p></o:p></p><p class="MsoNormal">Bir vakıf üniversitesinde yüksek
lisans yapan öğrencinin danışmanı ise kendisinin sorunu bile değil, bölümünün
asistanları ona uygun hocayı seçmeye çalışıp hocayla iletişime geçiyorlar. Hoca
da olur ya da olmaz diyor. Öğrenciyi bilgilendirmek lazım bir de. Hı, bu süreç
uzarsa “benim neden hala danışmanım yok” diye sitemli geri dönüşler de olabiliyor
öğrenciden. Müthiş, müthiş bir fark… <o:p></o:p></p><div style="border-bottom: solid windowtext 1.0pt; border-left: none; border-right: none; border-top: solid windowtext 1.0pt; mso-border-bottom-alt: solid windowtext .75pt; mso-border-top-alt: solid windowtext .75pt; mso-element: para-border-div; padding: 1.0pt 0cm 1.0pt 0cm;">
<p class="MsoNormal" style="border: none; mso-border-bottom-alt: solid windowtext .75pt; mso-border-top-alt: solid windowtext .75pt; mso-padding-alt: 1.0pt 0cm 1.0pt 0cm; padding: 0cm; tab-stops: 178.5pt;">Kendimi iyi hissetmiyorum. Hayır hayır,
kendimi hissetmiyorum, hissedemiyorum. Kendimle aram bozulmuş da uzak düşmüşüz
gibi. Bir süredir kafamda sürekli cümleler dönüyor, bir romanın başlangıç cümleleri
gibi. Bazen “Hah! İşte bu muhteşem bir giriş” diyorum kendi kendime, bazen
üzerinde konuşulmaya değer bir şey yok. Kendimi bildim bileli yazıyorum. Aslında
kendimi de yazarak biliyorum. Önce okumaya bile başlamadım ben önce yazmaya
başladım, sonra okur oldum. Ne yazdım peki? ….<o:p></o:p></p>
</div><div style="border-bottom: solid windowtext 1.0pt; border: none; mso-border-bottom-alt: solid windowtext .75pt; mso-element: para-border-div; padding: 0cm 0cm 1.0pt 0cm;">
<p class="MsoNormal" style="border: none; mso-border-between: .75pt solid windowtext; mso-border-bottom-alt: solid windowtext .75pt; mso-padding-alt: 0cm 0cm 1.0pt 0cm; mso-padding-between: 1.0pt; padding: 0cm; tab-stops: 178.5pt;">Sabah okumak
için yanıma Knut Hamsun’ın Açlık’ını almıştım, fakat kendimi Orhan Pamuk’un
Kara Kitap’ını okurken buluyorum. Onca saçma sapan işin arasında… <o:p></o:p></p>
</div><p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p><p class="MsoNormal"><br /></p></div>
<div style="text-align: center;"><iframe allow="accelerometer; autoplay; clipboard-write; encrypted-media; gyroscope; picture-in-picture; web-share" allowfullscreen="" frameborder="0" height="215" src="https://www.youtube.com/embed/3q7KmZBcb7g?si=-ZYF4Xvh21L7a-F_" title="YouTube video player" width="460"></iframe></div>Elisabeth Voglerhttp://www.blogger.com/profile/02140685771235260655noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-5691720964210803211.post-14734060152931338632023-10-09T23:33:00.003-07:002023-10-09T23:39:18.318-07:00"The Banshees of Inisherin" ve Diğer Şeyler'de "Kuru Otlar Üstüne"<p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><img border="0" data-original-height="279" data-original-width="181" height="279" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgd8PRWUqvuLWX3QzsCnArYehHDgnOrfqe0tWGs7qUo4MvjTrYFYrXgtzt1XsDx254fTFHYRkXkpUrufJJlfyAJIiExQG2ulV8X7A2osEdp0Sa0hwgMbUqTHsChTOREls92RyaqNN_pIdWQtz50nv2dAvzWfZPxwAWuRBVnVbdA9pS0OoFfU9fDSxHHQVc/s1600/banshees3.jpeg" width="181" /></div><p></p><p><b>The Banshees of Inisherin uzun
zamandır, yani çıktığından beri izlemek istediğim hatta bir kere açtığım ve
nasılsa izleyemeden bıraktığım bir filmdi. Bu kez oturdum başına, daha ilk sahneden
-yine- Colin Farrel’in şahane bir karakter ortaya koyacağının sinyallerini de
alınca iyice yerleştim sanırım yerime. Uzun zamandır hevesle açtığım her filmde,
bazen ufak tefek bazense kocaman hayal kırıklıkları yaşıyorum. Fakat en
başından en sonuna kadar, bir an bile hissetmedim bu duyguyu, aklıma bile
gelmedi. Şahane bir film izledim! Şahane!</b></p><p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><img border="0" data-original-height="225" data-original-width="225" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiAOwhLwTgOa8UnDheI-Uxrr5vtO-JctTIO2rduKWpzzbiuAUHcgZ59nAXaE3HInMciTVxJBlw-gsjaglb2hncbs3qjDzSIQmLgByNQmvtgH21tQOzTEng3nkinI1Q8OKLQ-Xcb_z0rtSqMNqWYqKTt_Z73Ne675gbyXEQD1JB96aV4dv6rLSIcstF3LfQ/w320-h320/banshees.jpeg" width="320" /></div><b><br /></b><p></p><p class="MsoNormal" style="tab-stops: 178.5pt;"><o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="tab-stops: 178.5pt;">Nuri Bilge Ceylan’ın ilk izlediğim
filmi sanıyorum Uzak’tı. Birçok entelektüel deneyimimde olduğu gibi, filmle de
Ceylan’la da tanışmamı abim sağlamıştı. İlk gençlik zamanlarım, şimdi düşününce
o yaşlardaki birinin Uzak’ı sevme ihtimali biraz düşük gibi, ben bayılmıştım.
Sebebini bilmiyorum, sanata olan ilgim mi, Dostoyevski’ye olan hayranlığım mı,
bilemiyorum. Edebiyata dair bilgim ve deneyimim olsa da sinemadan o zaman pek
anladığımı ya da oturmuş, en azından şimdiki gibi oturayazmış bir zevkim
olduğunu sanmıyorum. Fakat Uzak’ı sevmiştim. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="tab-stops: 178.5pt;">Sevmiştim ki sonradan Ceylan
sinemasının altından girip üstünden çıkmaya çalıştım. Böylece baş köşeye Mayıs
Sıkıntısı yerleşti. İran sinemasıyla tanışınca, özellikle Abbas Kiyarüstemi
ile, havası biraz söndü Ceylan’ın gözümde, yine de çok önemli ve değerli bir
noktadaydı. Bir Zamanlar Anadolu’da’yı ben de çok sevmiştim ama bazı “değişimleri”
görünce tedirgin olmuştum. Kış Uykusu çok güzel filmdi, değişim sürüyordu ama
Ceylan destur istemişti, kekemeydim ben, o yüzden şimdi biraz çok konuşuyorum,
diyordu. Sonra Ahlat Ağacı geldi ve işin tadı iyiden iyiye kaçmaya başladı. Ne oyunculuklardan
tatmin oldum ne anlatıdan, kurgudan. Bir tek ana karakterin babası, İdris,
Murat Cemcir derinlikli ve hoştu, gerisinde konuşmaya değer bir şey bile
bulamamış, çokça eleştirdiğim Kış Uykusu’nu bile defalarca kez zevkle seyreden
ben Ahlat Ağacı’na bir kez daha dönüp de bakmamıştım. <o:p></o:p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><img border="0" data-original-height="483" data-original-width="342" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj-ZqKjOCbCFeD80PHj5DZS3qV1WOPu42MvnrZlSqi0kluChbULutX0Aj55QDILn4AScztSGnPNYetkRfANb8v73KeUjruAGdeSpEcXt8X-HWwiBltIYNjT984gD118ifkv0rz61HnfsstOC8c_lGVKsZdyatglUwUkztLmt4GAbwKFWWN6ZFCr89XPnUc/s320/ko%C3%BC.png" width="227" /></div>
<p class="MsoNormal" style="tab-stops: 178.5pt;">Sonra Kuru Otlar Üstüne’nin haberi
geldi. Çok özlediğim Ceylan sinemasına kavuşma hayali hayal kırıklıklarımın önüne
geçti ve ben hevesle beklemeye başladım. Şahane bir şey olacaktı! Sonra Merve
Dizdar Cannes’da ödül aldı, aklıma geldikçe yeniden yeniden ürperdiğim bir
duygu yaşattı bana bu olan. Sinema, sanat! Geriye ne kaldı, film vizyona
girecek ve izleyeceğim. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="tab-stops: 178.5pt;">Hafta sonu akademik hayatımın
önemli gelişmelerinden birini atlatıp akşamına sinemaya gitmeyi koymuştum kafama.
Pazar günü akşam gidebildim ancak. Filmin açılışı, kar, köy, daha önce de
söylediğim gibi, benim çok çok sevdiğim şeyler. Zorunlu hizmeti yüzünden orada
bulunan, terörist adayıyla da jandarmayla da iyi geçinen, yüzeyselin de
yüzeyseli öğretmenimizin maceraları. Haydi bakalım, anlat şimdi. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="tab-stops: 178.5pt;">Olmadı ama, anlatamadı Ceylan.
Samet karakteri biraz Aydın, biraz İsa biraz Sinan… Fakat Samet değil. Onu
geçtim, film biraz Kasaba, biraz Uzak, çokça Bir Zamanlar Anadolu’da, ara ara
da Ahlat Ağacı. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="tab-stops: 178.5pt;">Ama ne bu filmlerdeki (Ahlat Ağacı
hariç) samimiyet ne de sanatının hazzını duyumsadım. İnanılmaz bir hayal
kırıklığı… Evet güzel söyledin, ama bunları daha önce de söyledin. Evet filmin
zirvesine çıkarttığın anda “Şşt seyirci, bak bu bir film! Unutmadın değil mi?”
diye işaret gönderdin, evet unutmamıştık, bütün o kitabî diyalogların sayesinde
unutmak mümkün değildi. Sonra Merve Dizdar, ismi açıklanırken neden o kadar
şaşırmış, şimdi anladım, iyi oynamış şüphesiz, fakat en iyi kadın oyuncu ödülü?
Hayır! Kesinlikle hayır! <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="tab-stops: 178.5pt;">Ve: Öğretmen ve öğrencisi arasındaki
ilişki. Nasıl yazılmış biliyor musunuz? Hiç orta okulda öğretmeniyle bağ kuran
kız çocuğu görülmemiş, tanışılmamış, bu duygu hiç tadılmamış, hiç
gözlemlenmemiş gibi. “Böyle bir şey duyduk, hmmm böyle olur olsa olsa” der
gibi. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="tab-stops: 178.5pt;">Bana vermek istediği tüm mesajları
olmasa da çoğunu almışımdır yönetmenin. İnsanlığa dair, politikaya dair, iyilik
ve kötülüğe dair, insanın karanlık tarafına dair, ne bileyim.</p><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><img border="0" data-original-height="168" data-original-width="300" height="168" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEifIrHQk9Y4yqmeEGLVSsW2sL-M8x8ftDWAv04LrUR6IVgSButxKKLatkwmhkSGLbW2fBaClcklTfTxsALd_qEbgL_cdEC2khDa9jdE2fjY6RGCjctJqId8ArHFNskhLGwrF8i9Gl1ueMOVCmOXwipJ3CSqHVqLMsRHOeww58QM9uyXhnOpnW40rMXB2-0/s1600/banshees6.jpeg" width="300" /></div>
<p class="MsoNormal" style="tab-stops: 178.5pt;"><b>The Banshees of Inisherin’de bir sekans
var: kahramanımız Padraic en yakın arkadaşı olan Colm’un kendisiyle artık
arkadaşlık kurmak istemediğini öğrendikten sonra süt satmak için kasabaya
gider, o sırada orada bulunan polisle arasındaki gerilim sonucunda polisten
dayak yer, yere, çamurlara düşer. Colm bunu görür, yanına gelir, artık arkadaşı
olmak istemediği bu adamı kaldırıp arabasına bindirir, kendisi de biner ve
arabayı sürer. İşte burada Padraic ağlamaya başlar. Beni binbir parçaya ayırsanız
aynı duyguyu hissederim, nasıl bir duygu yoğunluğu, nasıl bir oyunculuk, nasıl
bir “insanı anlamak” yetmezmiş gibi nasıl bir “insanı anlatmak”…</b></p>
<p class="MsoNormal" style="tab-stops: 178.5pt;"><b></b></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><b><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjoCJttTVGYgon8X7OVoJO4-XRDQWezfJsN_8JYNdJNhtvTMs0LvfoutDi1GexcSNK_QC40XEiD2pXadMeLq8YN73OiMfH60us2OtKLB5x1jXxqXTcLMWoTkE-LJEE-qCzPHyXzIWX40vs-E2DVrl6TUl0v7Ev_oOGGtJgP5yO-Qb5oFpXRUZ-ZQG71a90/s300/banshees5.jpeg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="168" data-original-width="300" height="168" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjoCJttTVGYgon8X7OVoJO4-XRDQWezfJsN_8JYNdJNhtvTMs0LvfoutDi1GexcSNK_QC40XEiD2pXadMeLq8YN73OiMfH60us2OtKLB5x1jXxqXTcLMWoTkE-LJEE-qCzPHyXzIWX40vs-E2DVrl6TUl0v7Ev_oOGGtJgP5yO-Qb5oFpXRUZ-ZQG71a90/s1600/banshees5.jpeg" width="300" /></a></b></div><b>Bir savaş filmi, öyle ki hem
ülkeler arasındaki savaşı, hem aynı kanı taşıyan milletlerin savaşı, hem insanların
savaşı, hem insanın içindeki savaşı bu yalın, tertemiz anlatımı olan filmde
bulabilmek muazzam. <o:p></o:p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhmelpYD4vbKUFY4Uz7RipVTbHFsyrzt5uFK0mczv_B1KE7Bl8NVl6HhtuoQDIc1iDmBs1FIjSU_wq7biOt6MpQiZG9c4jxKbdPGoFdQEsalpV4NOn0mSAFcmfODF2sZYosF96TuOhhq2XUWQALKJrKr80RFt-Uy_d9mOHYxwLZMM9hjLCab6RdxV8uVOY/s299/banshees4.jpeg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="168" data-original-width="299" height="168" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhmelpYD4vbKUFY4Uz7RipVTbHFsyrzt5uFK0mczv_B1KE7Bl8NVl6HhtuoQDIc1iDmBs1FIjSU_wq7biOt6MpQiZG9c4jxKbdPGoFdQEsalpV4NOn0mSAFcmfODF2sZYosF96TuOhhq2XUWQALKJrKr80RFt-Uy_d9mOHYxwLZMM9hjLCab6RdxV8uVOY/s1600/banshees4.jpeg" width="299" /></a></div></b><p></p>
<p class="MsoNormal" style="tab-stops: 178.5pt;"><b>Bazen gerçekten tek bir soru
sormak gerek, sadece bir tane. </b><o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="tab-stops: 178.5pt;"><o:p> </o:p></p>Elisabeth Voglerhttp://www.blogger.com/profile/02140685771235260655noreply@blogger.com5tag:blogger.com,1999:blog-5691720964210803211.post-5859008075529791292023-09-27T00:37:00.003-07:002023-09-27T00:37:48.411-07:00Sonsuz Kere Birey <p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><img border="0" data-original-height="2048" data-original-width="1603" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhqWwnSscDhPVlvQHrOOfWpaRaHOigcCK8bk7tRAzvCl7It_4LNIYN8mlQixVaPVMODhLKAEl2ZaEXHYrH8Vjj8ZGA9NYkcKfPqF9E0-NXQWPHhsvX21aDZoOzpLXnqvRlvvhZmVxLxLg_sFhqv_QqOz6PA40oFkHUWULgLExPZHKEAzKQfmThtL_pLFrQ/s320/psikopol.jpeg" width="250" /></div><blockquote><p> “Sınırsız
optimizasyon talebi acının bile sömürülmesini buyurmaktadır. Amerikalı ünlü
motivasyon antrenörü Anthony Robbins şöyle der: ‘Kendinize bir hedef
koyduysanız <i>sonsuz sürekli gelişmeye</i> bağlanın. Bütün insanların hissettiği
sürekli ve asla bitmeyen gelişmeye duyduğunuz isteği kabullenin. Hoşnutsuzluktan,
geçici rahatsızlıkların yarattığı gerilimlerden kaynaklanan basınçtan güç
doğar. Hayatınızda ihtiyaç duyduğunuz bu tür bir acıdır.’ Sadece optimizasyon
amacıyla sömürülebilecek acıya izin vardır.</p><p class="MsoNormal"><o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Ancak olumluluğun şiddeti olumsuzluğun şiddeti kadar
yıkıcıdır. Neoliberal psikopolitika, bilinç endüstrisi arayıcılığıyla hiçbir
şekilde olumluluk makinesi sayılamayacak olan insan ruhunu öldürür. Neoliberal rejimin
öznesi kendini optimize etme buyruğuyla, sürekli olarak daha fazla performans
gösterme baskısıyla harap olur. Tedavinin öldürme olduğu ortaya çıkar.” </p></blockquote><blockquote><p class="MsoNormal" style="text-align: right;"><i>Byung-Chul
Han – Psikopolitika - s.39 </i></p></blockquote><p class="MsoNormal"><o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="tab-stops: 178.5pt;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="tab-stops: 178.5pt;">Sanırım geçen sene Paul Lafargue’nun
Tembellik Hakkı kitabını okurken zekasının yarattığı hazdan pis pis sırıtmıştım
sürekli. Üzerimdeki bilmişlik hali “evet Paul’cüm, tam da söylediğin gibi”
düşüncemden kaynaklanıyordu: bu büyük resmi ben de görüyorum, canım benim ya.. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="tab-stops: 178.5pt;">Nah görüyorum!<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="tab-stops: 178.5pt;">Şu blogda paylaştığım şeylere
bakıp, çok değil bir iki yazı öncesine bakıp bile kendimde hissettiğim
yetersizlikten yerlerde sürünecek hale gelişlerime ne diyeceğiz? Büyük resmi
görme acısı mı? <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="tab-stops: 178.5pt;">Neoliberalizm bireyi sürekli
sistemin içinde tutmak ister, hem üretmek hem de tüketmek için. Aktif kalmayan
birey çöptür bu sistemde. Devamlı tüketebilmemiz sürekli yeni ihtiyaçlar
hissetmemizle doğru orantılı. Bireyin kendisini bu sistemin içinde değerli
hissedebilmesi içinse “sürekli iyi olma, sürekli daha iyi olma hali” içinde
olması gerekli. Bunun ne kadar “insanî” olduğunu tartışmamıza gerek yok
sanıyorum, apaçık ki değil. İnsan sürekli daha iyisini, daha güzelini elde etmeye,
kendisini sözümona sürekli geliştirmeye uygun bir yapıda olsa bile ki emin
değilim bundan, bunları yapmak zorunda değil, olmamalı. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="tab-stops: 178.5pt;">Çalışmanın aşırılaştırıldığı,
rekabetin tatsızlaştırıldığı, bireyin sürekli yetersiz hissettirildiği şahane
bir sistem. Beter olalım gerçekten. Daha fazla, daha fazla, daha fazla diye
diye ağzımızın salyaları akarak öleceğiz, ya da yetersizlik hissinin yarattığı
tahribatla antidepresanlarla geçen ömürler tüketeceğiz ki burada tüketmek doğru
bir kelime, sadece tükenecek bir hayat, yaşanacak değil. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="tab-stops: 178.5pt;">Bazen başarısız olmanın tadını
çıkartmak daha insanî, değil mi? <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="tab-stops: 178.5pt;">“Ay bu ne diyo be!” diye mi
okudunuz ya? <o:p></o:p></p>
<div style="text-align: center;"><iframe allow="accelerometer; autoplay; clipboard-write; encrypted-media; gyroscope; picture-in-picture; web-share" allowfullscreen="" frameborder="0" height="215" src="https://www.youtube.com/embed/PpP-TU9zZzA?si=HxosQfG9taB-TwTc" title="YouTube video player" width="460"></iframe></div>Elisabeth Voglerhttp://www.blogger.com/profile/02140685771235260655noreply@blogger.com6tag:blogger.com,1999:blog-5691720964210803211.post-22911174680711397232023-09-26T05:58:00.003-07:002023-09-26T06:00:28.949-07:00Yaşlılık vs Olgunluk ve Diğer Şeyler <p>Zihnimde biriken bir sürü şey var. Nasıl boşaltacağımı
bilmiyorum. Geçen günlerin incecik bir toz bırakması gibi, bir yandan tek
hamleyle yok olacak, önemsiz, bir yandan bir anlamı var ama, diye hissettiğim.</p>
<p class="MsoNormal">Önceki gün uzun zaman üzerine Kadıköy’e gittiğimde hissettiğim
duygu beni biraz sarstı sanırım. “Kadıköy ev’dir” deyişlerimin burulduğunu
hissettim, artık burada bana ev’i hissettiren bir şey bulamıyorum. Defalarca kez
yürüdüğüm sokaklar, insanlar, yapılar, duvarlar, eskiden bana sunduğu rahatlık
hissinden bir şey götürmemiş, hayır, yine aynı rahatlığı duyumsuyorum fakat
eksik bir şey var, kalmak istemiyorum. Her şey hala sevimli ya da sevimli bir
şeyler bulabilirim burada fakat hepsi bu, burada kalasım yok, burada iyi
hissetmiyorum, kendimi hissetmiyorum, anlamsız bir gürültüye maruz
bırakılıyormuşum gibi, ne yazık. Sokakta bir kedinin peşine düştüğümde S. bana “Hadi,
evde daha güzeli var” derdi. “Ben bunu evde yaparım” en çok kullandığım
cümlelerden. Oldu oldu da gerçekten ev bütün dünya oldu, kızların olmadığı her
yer eksik zaten. Özgürlüğümü sonsuza uzandırabiliyorum ve özlediğim tek şey doğa
oluyor. Dışarı çıkacaksak ormana gidelim, su kenarına gidelim, kalabalık
olmasın, doğadan başka bir şeyin sesi olmasın. Bütün istediğim bundan ibaret. Ben
“yaşlandım” diyorum. Yaşlılığın olumsuz bir şey olduğunu düşünenler “olgunluk”
diyor. </p>
<p class="MsoNormal">En azından birkaç kare fotoğraf çektim diye düşünüp kendimi
avutabilirim belki. “Gelin çay bahçesine gideriz” dediğim kuzenimin, “sizin orada
ancak çay bahçesine gideriz zaten” demesine hala gülüyorum. Bunu istedim, bu
oldu. Daha ne… Şehrin yakınında olmak ama içinde olmamak, en ideal yer buymuş
gibi.</p>
<p class="MsoNormal">İçimde yankılanan başka başka şeyler var başka başka
insanlarla ilgili. Bazısı çok kırılgan bazısı olabildiğince sert. Üşenmekten,
önemsememekten göstermediğim tepkilerin insanlar tarafından nasıl algılandığını
hayretle izliyorum bu günlerde. Gerçekten biraz “cadaloz” olmak gerekliymiş
vasat insanlardan saygı görebilmek için. Buna ayıracak enerjim olup olmadığını
gerçekten bilmiyorum. </p>
<p class="MsoNormal">Birkaç kitaptan bahsetmek istiyorum aslında. Olmadı şimdi. <br />
Birkaç güne yazarım. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Sonra bir de 7 Ekim gibi belirli ve önemli bir tarih var
önümde, aklıma geldikçe midemde kelebeklerin havalandığı. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Yazacağım bir şeyler durun bakalım. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> Riff Cohen neşesi bırakıyorum şimdilik buraya:</o:p></p>
<div style="text-align: center;"><iframe allow="accelerometer; autoplay; clipboard-write; encrypted-media; gyroscope; picture-in-picture; web-share" allowfullscreen="" frameborder="0" height="215" src="https://www.youtube.com/embed/g7-dMffS6Us?si=XO-Fc9FfHYrhrrtx" title="YouTube video player" width="460"></iframe></div>Elisabeth Voglerhttp://www.blogger.com/profile/02140685771235260655noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5691720964210803211.post-72217919714516377922023-09-21T06:49:00.004-07:002023-10-09T23:40:03.398-07:00Yetersizlik ve Diğer Şeyler <div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><img border="0" data-original-height="1110" data-original-width="2048" height="216" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgu2pHfVo4q2RtwbS0NGRGOIP_D_BM5QeoF9h1bEfTQhNYaHJZPhAp0u5Dhdrf7dno3pP1ZE-t8NVGzvZI8-5MaWozxrV2Q1S4szTY8gtfF5HWLw-CCqHabJpwrKbWqTPgG7fVFhAZ87wHIVPWvILyqfGNgTREEZstZRMmVhod2N7-XN_TRvgEhZ41YZ2o/w400-h216/WhatsApp%20Image%202023-09-21%20at%2016.41.52.jpeg" title="Kabakçığın Hayatı'nı izlerken çektiğim fotoğrafı ararken bu fotoğrafı gördüm, aynı gün çekilmiş." width="400" /></div><p>Günlerdir tez önerimi bekletiyorum. Düzenleme yapıp
göndermem gerekli, neredeyse hiç vaktim yok, ay sonu sunacağım, neyle
karşılaşacağımı bilmiyorum, korkuyorum ve yetersiz hissediyorum. Elimde kocaman,
beni çok da heyecanlandıran bir konu var. Şimdiye kadar beni asla üzmemiş bir
danışmanım var. Her şey çok yolunda gitmesi gerekirken bu sıkıntının nereden
tezahür ettiğini bilmiyorum.</p>
<p class="MsoNormal">Ofiste bir sürü sinek uçuyor. Sanırım havalar bir nebze
serinlediğinden içeri girmeyi tercih ediyorlar. Çay demledim, sinekleri
izliyorum. Belki gerçekten, seneler önce söylediğim gibi, sadece fiziksel
gücümü kullanmam gereken bir iş yapmalıydım. Temizlik personelleri camın
önünden geçerken bunu düşünüyorum. Sabah odamıza uğrayan güzel gözlü kadınla
konuşurken müthiş bir telaş içindeydi, “yurtlara geçeceğiz hocam, bitirmemiz
gerekiyor”. Benim de tez önerimi bitirmem gerekiyor.</p>
<p class="MsoNormal">H.’ye “göndermem gerek” diyorum. Birkaç cümlesiyle ikna olup
gönderiyorum. E-posta içeriğim çok hafif, “hocam ekte, başka?” <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Hocamın rapora bakıp yaptığım çok küçük değişikleri gördükten
sonra “Bunun için mi beklettin” diye düşünmesini hiç istemiyorum. H. “evet
kimsenin gözünde ‘aman bu da işini savsaklıyor, bundan olmaz’ konumuna düşmek
istemiyorsun, ama o konum maalesef ‘düşülen’ bir yer değil, bu süreç içinde
işini hakkıyla yapan insanların maruz kaldığı bir algı sadece” diye yazıyor. Kesinlikle
o konuma düşmek istemiyorum, ama “işini hakkıyla yapan insan” mıyım, emin
değilim. Bahane olarak sunabileceğim o kadar çok şey var ki … Yine de şu anda
sadece biraz toprağın içine gömülmek istiyorum ama hava alabileyim.</p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><img border="0" data-original-height="1383" data-original-width="2048" height="216" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgyFoaQdWS6X7lj_ahLQ_MWEVAzAEGB34d4Jkggk-AIhV597RDtbVVdGjm3YtLgd--whNFddxL-DB79vJnId4wkdg-hD89y0h0CJ2vp52hcfNWZsamWomEVcsNPZVCnyHQE6W5o5b_Basfq4Jx87Z9_XIpchkddYszUETE6mx2reJKM4sUbIxB8M78hXp8/s320/WhatsApp%20Image%202023-09-21%20at%2016.41.52%20(1).jpeg" width="320" /></div>
<p class="MsoNormal">Geçtiğimiz günlerde <b>Kabakçığın Hayatı</b>’nı izledim. İnanılmaz
sevimli bir animasyon. Hikayesi, karakterleri, tekniği… insanın içini sıcacık
yapan bir film. Fakat bir pırıltı bulamayıp üzüldüm, hikayesini benzersiz ya da
unutulmaz yapacak bir pırıltı. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjUJJ9wv1sB9wzFP1MVnel5KV5Pc1KRhhTU2oU8YE4YoWTj32sja6S0V4zd4u_6M7e7hZrUIimNKeHqhkvT32EHO2OHYmnVIQsJTNH7E6dh57SlieNVt9DShGYJKkt0rdHFM1gcywzeiLHwFYkPoadRV0yXt1BZSPJKQ_so9JNteiB7ytFVglffPtk-hNA/s1000/WhatsApp%20Image%202023-09-21%20at%2016.40.53.jpeg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1000" data-original-width="699" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjUJJ9wv1sB9wzFP1MVnel5KV5Pc1KRhhTU2oU8YE4YoWTj32sja6S0V4zd4u_6M7e7hZrUIimNKeHqhkvT32EHO2OHYmnVIQsJTNH7E6dh57SlieNVt9DShGYJKkt0rdHFM1gcywzeiLHwFYkPoadRV0yXt1BZSPJKQ_so9JNteiB7ytFVglffPtk-hNA/s320/WhatsApp%20Image%202023-09-21%20at%2016.40.53.jpeg" width="224" /></a></div><br /><p></p>
<p class="MsoNormal"></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgCtaOVwDUWkfNy43k1FFT-oOlBVK4nJJTukerd6QBZXlQarjblG72u77XA4lSBUdYsg7QORzg4ibi808ZLTChJtHKmQAOhA2re4DDzmrgNS6DXMHGfigRi7w1Z08g1Pq7ZiaTvJCwNX_6UWUJHiWELvNYpHDLWw-ydKdsqf6DjiiYfyyq_0Jp_3X56_ZI/s2000/WhatsApp%20Image%202023-09-21%20at%2016.43.07.jpeg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="2000" data-original-width="924" height="239" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgCtaOVwDUWkfNy43k1FFT-oOlBVK4nJJTukerd6QBZXlQarjblG72u77XA4lSBUdYsg7QORzg4ibi808ZLTChJtHKmQAOhA2re4DDzmrgNS6DXMHGfigRi7w1Z08g1Pq7ZiaTvJCwNX_6UWUJHiWELvNYpHDLWw-ydKdsqf6DjiiYfyyq_0Jp_3X56_ZI/w110-h239/WhatsApp%20Image%202023-09-21%20at%2016.43.07.jpeg" width="110" /></a></div>Sonra gidip <b>Aytmatov</b>’un <b>Selvi Boylum Al Yazmalım</b>’ını aldım.
Yıllardır kaç kere izlediğim filmin romanını okumak mı istedim, Aytmatov’un
dilini özledim de bildiğim ve sevdiğim bir hikayeyle ona mı kavuşayım istedim
emin değilim. Fakat hikaye akıp gitse de o bildiğim Aytmatov dilinin bu kitapta
olmayışıyla maalesef yüzleştim. Ama sanırım bundan sonra da devam edeceğim okumaya,
henüz vuslat gerçekleşmedi çünkü.<p class="MsoNormal">Hem yarın, yani cuma, hem de pazartesi izinliyim. Dört gün
buradan uzak olacak olmanın bir hafifliği var üzerimde. Hafta sonu güzel
filmler izler, güzel kitaplar okurum. Biraz hafifler biraz sakinleşirim. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Fikret Kızılok’la kapatıyorum konuyu,<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Ya da başka konuları açıyorum sessizce…<o:p></o:p></p>
<div style="text-align: center;"><iframe allow="accelerometer; autoplay; clipboard-write; encrypted-media; gyroscope; picture-in-picture; web-share" allowfullscreen="" frameborder="0" height="215" src="https://www.youtube.com/embed/cwqiRomWzQo?si=FzjLwB-A0v_-C69h" title="YouTube video player" width="460"></iframe></div>Elisabeth Voglerhttp://www.blogger.com/profile/02140685771235260655noreply@blogger.com5tag:blogger.com,1999:blog-5691720964210803211.post-36752267737803132322023-09-20T01:42:00.009-07:002023-09-20T01:46:34.331-07:00Özlemler ve Diğer Şeyler <p>Hatırladığım şu: hava kararmış ya da kararmak üzere. Üzerimde
mavi önlüğüm. Son ders. Elbette resim. Herkes, sınıf arkadaşlarım olan herkes,
resim yapıyor. Ben öğretmen masasının yanındayım. Hani gördüğümüzde hepimizin
içini sıcacık yapan şu mevsimler panoları vardı ya ilkokullarda, işte bizim
sınıfınkileri kaplıyorduk öğretmenimle şeffaf jelatinle, daha iyi korunsun,
astığımızda zarar görmesin diye. Öğretmenimi çok seviyordum, o da beni çok
seviyordu, gözde öğrencisiydim. Sınıfın birincisi… fakat işte bu anıda
hissettiğim şey hüzün, sınıf arkadaşlarımın, o dinginlikte, büyük ihtimalle (memleketimde
9 ay kış değil mi zaten) kış günü, son derste, o huzurla resim yapmasına, benim
yapamıyor oluşuma içlenmiştim. “Keşke tembel olsaydım da ben de resim yapsaydım”
diye geçirmiştim içimden. Böyle bir burukluk.</p><p class="MsoNormal"><o:p></o:p></p>
<div style="border-bottom: solid windowtext 1.0pt; border: none; mso-border-bottom-alt: solid windowtext .75pt; mso-element: para-border-div; padding: 0cm 0cm 1pt;">
<p class="MsoNormal" style="border: none; mso-border-bottom-alt: solid windowtext .75pt; mso-padding-alt: 0cm 0cm 1.0pt 0cm; padding: 0cm;">Şu an en çok özlediğim şey,
sevimli bir kış. İnsanlara “felaket” gibi gelmeyen, ama kış gibi kış. Büyük şehirde
bir saat yağan karın ardından başlayan sorunlar, mevsimin, en sevdiğim mevsimin
bile tadını kaçırıyor. Oysa doğduğum evin yokuşunda ne güzel neşelenirdik ilk
kar yağdığında, ne güzel kayardık. <o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="border: none; mso-border-bottom-alt: solid windowtext .75pt; mso-padding-alt: 0cm 0cm 1.0pt 0cm; padding: 0cm;"></p><div style="text-align: center;"><b>***</b></div>Bu yazdıklarım bilgisayarımda beklerken ben özlemlerime yeni
özlemler ekledim. Uzun zamandır tanıdığım, insan sevmek konusunda çok cömert
olmasam da bir şekilde çok sevdiğim, çok sevebileceğimi hissettiğim P. ile dün
buluştuk. Bazı insanlarla daha ilk temasta hissedilen samimiyetin nasıl bir şey
olduğunu unutmuşum. Onu görür görmez içimde uyanan sarılmak isteği beni
şaşırtıyor, çünkü temas sevmem. O kadar tanıdık ve sıcak ki, gözlerinin hem
parıltısını hem yorgunluğunu apaçık seriyor önüme. Onu tanıyorum da güveniyorum
da, temelli ya da temelsiz, hissettiğim şey bu. Önce birlikte kahve içiyoruz. Konuşuyoruz.
Sonra eve gidiyoruz, konuşuyoruz. Sonra bir şeyler yiyoruz ve konuşuyoruz.
Sürekli konuşuyormuşuz gibi, ve yorgunluk hissetmiyorum. Öyle güzel ki her
hali.<p></p><p class="MsoNormal" style="border: none; mso-border-bottom-alt: solid windowtext .75pt; mso-padding-alt: 0cm 0cm 1.0pt 0cm; padding: 0cm;"></p><div style="text-align: center;"><b>***</b></div>Elbette çomak sokacağım bu yumuşacık kareye. Çünkü varoluşum
bunun üzerine, ben E.’yim, öyle değil mi?<br /><div style="text-align: center;"><b>***</b></div>Sadece birkaç gün önce bilgisayarım büyük bir hadsizlikle çok
sevdiğim eski bir arkadaşımla olan fotoğraflarımı karşıma çıkartmıştı:
balkonumda oturuyoruz, fotoğraflardan bir tanesi bile “düzgün” değil,
gülüyoruz, ağzımız yüzümüz kaymış: neşe saçıyor yere batasıca fotoğraflar! Bu dostluğun
miadını doldurmuş olması bıçak gibi saplanıyor o gün kalbime.<p></p></div><p class="MsoNormal"><o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Ve bugün. P.’nin gülüşünde, mimiğinde, elini kolunu
kullanmasında, bazı anlarda bakışında hatta bakışını kaçırmasında bile o eski
arkadaşımı görüyorum. Bu beni önce mutlu ediyor, “Hey! Bir taşla vurduğum şu
kuşların sayısına bak!” diyorum içimden, fakat uzun sürmüyor, arkasından bir
düşüş başlıyor. Bendeki bu durulmaları P. fark ediyor, ne olduğunu soruyor
ve geçiştiriyorum. Çünkü ne benim düşüşüm aslında kötü, ne onun bana
anımsattıkları. Fakat bir olumsuz gibi “düşüş” aramıza gölge soksun
istemiyorum. Çünkü o anda belki ben bunu açıklayamam ve P.’nin varlığının bende
hüzün yarattığını düşünmesini de hiç istemem, çünkü öyle değil. <o:p></o:p></p>
<div style="border-bottom: 1pt solid windowtext; border-left: none; border-right: none; border-top: 1pt solid windowtext; mso-border-bottom-alt: solid windowtext .75pt; mso-border-top-alt: solid windowtext .75pt; mso-element: para-border-div; padding: 1pt 0cm;">
<p class="MsoNormal" style="border: none; mso-border-bottom-alt: solid windowtext .75pt; mso-border-top-alt: solid windowtext .75pt; mso-padding-alt: 1.0pt 0cm 1.0pt 0cm; padding: 0cm;">Bahsettiğim
eski arkadaşımla, kendimi fazladan fazladan açıklamaya ihtiyaç duymadan
konuşabilmenin konforunu yaşardım. Kendimi ona zamanında o kadar çok açıklamıştım, o kadar çok anlatmıştım ve biz o kadar fazla ruh ortaklıklarına sahiptik ki o beni bilirdi, niyetimi
bilirdi. Tabii ki artık aynı kişi olduğunu sanmıyorum, ben de değilimdir doğal
olarak. Fakat -belki bencilce ama- bozulan o dostlukta kalan ve en çok
özlediğim şey o konfor, rahatça konuşabilme “E.” olabilme konforu. Sahiden de
özlediğimiz şeyler o şeyler, o kişiler değil de, onlarla olan benliklerimiz. Sahiden.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="border: none; mso-border-bottom-alt: solid windowtext .75pt; mso-border-top-alt: solid windowtext .75pt; mso-padding-alt: 1.0pt 0cm 1.0pt 0cm; padding: 0cm;">İlk
paragrafta anlattığım ana dönmek ister miydim, hayır. O duyguyu hissetmek
isterdim ama, hem de azıcığını bile hissetmek için neler vermezdim. Hem de hiç
sevmediğim o duyguyu… <o:p></o:p></p>
</div>
<div style="border-bottom: solid windowtext 1.0pt; border: none; mso-border-bottom-alt: solid windowtext .75pt; mso-element: para-border-div; padding: 0cm 0cm 1pt;">
<p class="MsoNormal" style="border: none; mso-border-between: .75pt solid windowtext; mso-border-bottom-alt: solid windowtext .75pt; mso-padding-alt: 0cm 0cm 1.0pt 0cm; mso-padding-between: 1.0pt; padding: 0cm;">Neyse ki havalar biraz serinledi gibi. Odamda otururken
sırtımdan ürperti geçiyor: bu demektir ki yakında güzel bir kışla
kucaklaşacağız. <o:p></o:p></p>
</div>
<p class="MsoNormal">Burada kesinlikle daha önce paylaşmışımdır Dies İrae’yi. <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Zbigniew Preisner’a zaten hayranım. Şarkıyı Sorrentino’nun
şahane filmi La Grande Bellezza filminde duyduğumda, sahneye uyumunun katladığı
zevkle kendimden geçmiştim. Ve kime dinlettiysem duygumu paylaşmadı. Fakat bendeki
etkisi azalmıyor, aşığım.</p>
<div style="text-align: center;"><iframe allow="accelerometer; autoplay; clipboard-write; encrypted-media; gyroscope; picture-in-picture; web-share" allowfullscreen="" frameborder="0" height="215" src="https://www.youtube.com/embed/2ADFroKeDlw?si=psyA5P1c4nKsQicn" title="YouTube video player" width="460"></iframe></div>Elisabeth Voglerhttp://www.blogger.com/profile/02140685771235260655noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-5691720964210803211.post-78891649901663578012023-09-14T05:27:00.001-07:002023-09-14T05:27:35.813-07:00İşler ve Diğer Şeyler <p>Dersler açılacak. Derslerin bir an önce açılması lazım. Ne tatsız bir gün. Anlatayım. </p><p>Bir süredir “ders programı” bekleyişimiz sürüyordu. Hocalarımız, bir önceki dönemde yaşanan sorunlar yüzünden sanırım, kendileri yapmayı tercih ettiler ders programlarını. Canımıza minnet. Ama gecikiyor, son anda bizi sıkıştıracaklar, bekleyişimiz tedirgin. </p><p>Dün gece e-posta kutumuz şenlenmiş. Sabah gördük. Ders programları gönderilmiş, derslerin açılması gerekmiş, bugün de bitmeliymiş. Sorsak mesela “biz bir saatte hallerdik” derler, fakat daha ders programına ilk bakışta bir sürü hata görüyoruz. </p><p>Kafamı kaldırıp “acaba ders açarken de mi problem çıkartsak, böylece onu da kendileri yaparlar?”. Bu kulak tırmalayan fikrimin temelinde, aslında ders açma işinin bize ait olmaması, bize yıkılan işlerden biri olması yatıyor. Elbette kendi işimi hakkıyla yapmayı isterim, bunun yanında çalıştığım kurumun benden çaldıklarını düşününce, inisiyatif kullanıp kendimden vermek içimden gelmiyor. </p><p>Yataktan zor kalktım, duş aldım, ne kahvaltım var ne öğle yemeği hazırladım. Kahvem bile son anda. Reglim, berbat hissediyorum, bir an ağlayıp bir an gülecek kadar deli bir ruh halindeyim. Yatıp uyumak istiyorum, kalkıp gezmek istiyorum, asla okula gelmek istemiyorum. Fakat okula geliyorum. Dün gece yatmadan önce kalan son enerjimle çavdar unuyla küçük kurabiyeler yapmıştım, onlardan alıyorum yanıma. Ve bir de muz. </p><p>Ders açmaya başlıyoruz. Ve şahane! Sistem hata veriyor. Bir iki telefon görüşmesi, hatanın giderilmesi için bir şeyler bir şeyler… Bekliyoruz. Şahane! Yarın izinliyim. “İşin bitmesi için yarın izin kullanmasan olur mu?” gibi bir teklifle bana gelse de birileri bütün olumsuzluğumu üzerine boşaltsam. </p><p>Şimdiye kadar bu dediğim gerçekleşmiyor, ne de sorun çözüldü. Ve başka işler de yüklenip duruyor. Yine gözüm sürekli saatte. Sosyal medyada okuduğuma göre çok fazla sosyal medyada vakit geçirmekten can sıkıntısı hissediyormuşuz. Bu hafta uygulamaya çalıştığım “yıldız toplayıp ödül kazanma” etkinliğim çok başarılı olmadı sanırım. Biraz da telefon-sosyal medya “detox”u deneyeyim, diye geçiriyorum içimden. En zoru Pinterest’ten uzak kalmak olacak. O sevdiğim görsellerin içinde kaybolmaya nasıl bayılıyorum! </p><p>Fakültedeki genel telaş halini, “dersleri açamıyoruz, n’apacağız!” endişesini paylaşmıyorum. Hiç umurumda değil. “Fakat öğrenciler pazartesi ders seçmeye başlayacaklar!” Hiç umurumda değil. Tek istediğim tezimle ilgili, makalemle ilgili çalışmaları yapabilmek için gerekli motivasyonu bulmak. Başka hiçbir derdim, telaşım yok. Cuma, cumartesi ve pazar günleri çalışma masamla bütünleşip, saatlerce okuyup yazabilir miyim, hesapları yapıyorum sadece. Keşke fizyolojik olarak biraz daha iyi olduğum bir döneme denk gelseydi! </p><p>Bir de hafta sonu orman keşfi yapmak istiyorum. Neredeyse bir saatlik uzaklıktaki ormana gittim geldim de kaç kere, burnumun dibindekine bir çıkamadım doğru düzgün. Bunu da yapabilirsem ne ala! Bazen aklıma bisiklet almak düşüyor. Fakat bisiklet sürmeyi bilmiyorum. Belki bu vesileyle bunu da hallederim. Belki… </p>
<div style="text-align: center;"><iframe allow="accelerometer; autoplay; clipboard-write; encrypted-media; gyroscope; picture-in-picture; web-share" allowfullscreen="" frameborder="0" height="215" src="https://www.youtube.com/embed/q6-OUS8TamM?si=4nedj1OZ_xjvAchp" title="YouTube video player" width="460"></iframe></div>Elisabeth Voglerhttp://www.blogger.com/profile/02140685771235260655noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5691720964210803211.post-43455977663696735762023-09-13T01:50:00.006-07:002023-09-13T01:50:44.362-07:00"Das Leben Der Anderen" ve Diğer Şeyler<p>Blogger’ın zirvede olduğu (benim için?) yıllarda takip
ettiğim, okuduğum, çok sevdiğim bloglar vardı. Geçmişte mutluluğumu, heveslerimi,
heyecanlarımı bırakmışım gibi hissettiğim zamanları o kadar yaşıyorum ki, sanki
dönsem bulacağım. Bazen sanırım hatırlamak için açıp açıp o bloglarda
dolaşıyorum. Onlardan birinde dün, uzun zamandır listemde olan, hatta bir kere
izlemeye başladığım bir filmi gördüm: Das Leben der Anderen (Başkalarının
Hayatı). Kendime şöyle bir Almanca ziyafeti çekmişim gibi de olurdu hem.
Okuldayken açıp izlemeye başladım. Gün içerisinde uykumun beni perişan
edebilecek kadar bastırdığı anlar oluyor. Gelen giden de olunca bölündü tabii,
akşam devam etmek zorunda kaldım filme.</p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><img border="0" data-original-height="585" data-original-width="940" height="199" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg9t2qmpAJBWnCp-4zK1Qp0_0JRSZqFWmuysw13iDCTRRQMS25mEjp_ffRIrx1rE8lvuYJEgAEemm3zh4JEmMb6fY4gNKQWtYkkqBUrt80E4DjSL2f7nvHcsNSCJDmrhcGDhALEHCC2JPaoz5llPQF5uV3gCxLiO0xQNEVtbvPZgiStg49mDQOrkXvKIxI/s320/das%20leben%204.jpg" width="320" /></div><p class="MsoNormal"><o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Eve gidince de önce ne yiyeceğim, sonra yarın okulda ne
yiyeceğim, şurayı da toplayayım, burayı da temizleyeyim derken saat geç oldu
fakat film uzun… oturdum yeniden başına. Hatta kızları salonun dışına atıp,
robot süpürge dehşetengiz sesiyle işini yaparken oturdum. Yapmam “gereken” bir
sürü iş varken ben en yapmam gerekene oturdum. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Böylece uzun zamandır izlemediğim kadar iyi bir filmi izledim
dün gece. Bazı anlarda, neden olduğunu hala çözemediğim kadar fiziksel
etkilerini yaşadım, gerek tüylerimin diken diken olması, gerek ürperme, gerek
gözyaşları olsun, filmi vücudumda hissettim desem yalan olmaz sanırım. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><img border="0" data-original-height="780" data-original-width="1200" height="208" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhdvp5xxR67izv6ZeJtSksyyylSctdKdTUgDHWud3msEmpXO5aTtoRVzGWUKrU9LJvWKHIFTe9Urh64xYRfV9nPBQnqLLaqLf3o8rjc-N1NszYZ5IEk1Ze41kfPw-ETnPrpcm2uSorHa_F4zUAQuEDQs4HSOLdICpivEqDL892_LZ_Ccs2IgJF49P9m94Q/s320/das%20leben%203.jpeg" width="320" /></div>1980’ler Doğu Almanyasındayız. Almanlar deneyimlerinin
etkilerini dalga dalga yaymak konusunda dünyada tek bana kalırsa. Film, görmek,
gözlemek, gözlem altında tutmak eylemlerinin yarattığı etkiler üzerine bir seçki
gibi, hayatındaki insanların bakışları altındasın, hepiniz devletin bakışları
altındasınız, devlet adamları birbirinin bakışları altında, herkes birilerini
görüyor ve daha fazla görmek istiyor. Ve görmek de yetmiyor sanki, madem
görüyorum bu eylemin de bir sonucu olmalı, haydi yanlış bir şeyler yap! Yapmıyor
musun, sanmam, ben görememişimdir. O halde daha yakından bakayım!<o:p></o:p><p></p>
<p class="MsoNormal"></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgaJz5g0ufjTGm7pWprjMVcfN3mEM4-ER-jP-cNfs04NYp6BSu12Vq3yMAqhP554A19kz__PwqTAC5aJeBZW60S8ATnfRmo5LKbl6YcmVI8hZcSvoODDNOJT4G4H5regy6R4ykYOBVGAyprQqLxdD3RzrEjkYMYO9fgOQLbW8n751MVKd8sEG-g0dBrA6o/s1280/das%20leben.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="720" data-original-width="1280" height="180" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgaJz5g0ufjTGm7pWprjMVcfN3mEM4-ER-jP-cNfs04NYp6BSu12Vq3yMAqhP554A19kz__PwqTAC5aJeBZW60S8ATnfRmo5LKbl6YcmVI8hZcSvoODDNOJT4G4H5regy6R4ykYOBVGAyprQqLxdD3RzrEjkYMYO9fgOQLbW8n751MVKd8sEG-g0dBrA6o/s320/das%20leben.jpg" width="320" /></a></div>Stasi ajanı Wiesler, sanatçı Dreyman ve sevgilisi Sieland’ı
dinlemeye, izlemeye başlar çünkü GÖRÜNÜRDE rejim karşıtı hiçbir eylemleri
yoktur. Dreyman iyi bir adam, Sieland zaafları olsa da iyi bir kadın, Wiesler
ise görev adamı, oldukça başarılı. Fakat bu insanların hayatına dahil olmak onu
etkiliyor. Müthiş bir oyunculuk, onun içine düştüğü durum, duygularının
çelişkisi, kendi hayatını etkileyecek kararlar vermesi, o katı adamın en ince
duygularının nasıl dışarıya vurulduğu… Şimdi bile, düşünürken, yazarken
heyecanlanıyorum. Sanat mükemmel bir şey, sinema mucize! <o:p></o:p><p></p>
<p class="MsoNormal"></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgyRfcHUlSTr3IBoIbtV5jHD3JSn8n4ntUn_rp8x92sxgNr6AvvSplpBBHQUkzMdU56kevV8eY7VRvLD_0c2R3LFDAcqnE2tBjS0KpfqT41JrXDgw4G6f8Hb4PEYaTkt-5TteWUb-Yi4CGlayzRdNiAe_jifdQD4Lz9cVRoxagLhnGrWvLuTamMhfCQnS0/s1606/le.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1014" data-original-width="1606" height="202" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgyRfcHUlSTr3IBoIbtV5jHD3JSn8n4ntUn_rp8x92sxgNr6AvvSplpBBHQUkzMdU56kevV8eY7VRvLD_0c2R3LFDAcqnE2tBjS0KpfqT41JrXDgw4G6f8Hb4PEYaTkt-5TteWUb-Yi4CGlayzRdNiAe_jifdQD4Lz9cVRoxagLhnGrWvLuTamMhfCQnS0/s320/le.jpg" width="320" /></a></div>Bazı filmleri geç izlemiş olmak içime oturuyor, bazıları
içinse “iyi ki şimdi izlemişim, tam vakti!” diyorum. Politik değerlendirmeler
yapmayacağım, ihtiyacım yok. Güzel bir film izlemiş olmanın hazzını yaşamak
istiyorum sadece.<div style="text-align: center;"><iframe allow="accelerometer; autoplay; clipboard-write; encrypted-media; gyroscope; picture-in-picture; web-share" allowfullscreen="" frameborder="0" height="215" src="https://www.youtube.com/embed/rn_3jw7Hh6c?si=6x0kZ3SDU2yVLSFb" title="YouTube video player" width="460"></iframe></div>Elisabeth Voglerhttp://www.blogger.com/profile/02140685771235260655noreply@blogger.com6tag:blogger.com,1999:blog-5691720964210803211.post-44222900406972463812023-09-11T02:11:00.000-07:002023-09-11T02:11:40.401-07:00"Kar ve Ayı" ve Diğer Şeyler<p>Ben mi iyice memnuniyetsiz biri oldum, yoksa sanat değeri mi
düşüyor gitgide, emin değilim. Ama uzun zamandır sinemada izleyip de (güncel
olması açısından bu önemli bir detay) bayıldığım tek bir film bile olmadı. En en
beğendiğim film Sekiz Dağ idi ama onun da bazı sorunlar içerdiğini düşündüm.</p><p class="MsoNormal"><o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Bir ara hiç gitmedim sinemaya, pandemi sonrasında ara vermiş
bulundum galiba, evden çıkmamın zor olduğu zamanlar. Sonra tam da en sevdiğim
salona yakın bir yerde hafta sonu kursuna yazılınca, kurs sonrası sinemaya
gitmeye başladım. Birkaç hafta, güzeldi. Son zamanlarda sinemaya gitmek için
daha fazla çaba harcamam gerekiyor. Buna rağmen aralığım fena sayılmaz. En azından… </p>
<p class="MsoNormal">İşte cumartesi günü Canım <a href="https://laparagas.blogspot.com/2023/05/ne-desem-bilemedim.html" target="_blank">Buraneros</a>’un sayfasında gördüğüm
pidenin bünyemde yarattığı açlığı, görece yakın bulduğum bir pidecide gidermeye
çıktım. Şahane şahane bir pide yedikten sonra bir de şahane bir sütlaç yedim ve
eve döndüm. <b>Kar ve Ayı </b>filminin saatlerine bakmıştım ama ben genelde bir günde
evden iki kere çıkmayı becerebilen biri değilim, bir kere çıkabilmem bile ne
büyük adım! Fakat başardım ve 21.00’daki filmi izledim. <o:p></o:p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><img border="0" data-original-height="1024" data-original-width="705" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjOq6Ja106WMbHqmXTQH6FpXFkXM4RhCAf2E8hjVaBuUf1vxA0Et-uFXbJqknFAuA-o1tu3YwR4ILGlMzvXuFkauInn7v9xKwu-i7pu4eN9ngmHd0_1-b96pmIz_HgcAd3nAtOylWypITFMcPhCEkK7xxD-Q77eGkorhhrxJeegIovhmACOKN3_XOWtyKY/s320/kar-ve-ayi-.jpg" width="220" /></div>
<p class="MsoNormal">Film, bir ilk film olduğu için zaten bir beklenti
oluşturabilecek arka plandan yoksundum. Kar var, çok severim, e köydür, çok
güzel, ayılar mı var acaba, metafor mu, bilemiyorum ikisi de benim için uygun,
şöyle güzel bir hikâye de varsa, oyunculuklar da ne kadar kötü olabilir… di.</p><p class="MsoNormal"><o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Büyük oranda da böyleydi, kar, köy, ayı, oyunculuklar,
görüntüler, görüntü yönetmenliği, renkler çok güzeldi. Ses çok mu patlıyordu,
bizim salonda mı sorun vardı bundan çok emin değilim ama müzikler de oldukça
güzeldi. Fakat bunca güzellik klişelerin arasında boğuldu gitti? Zaten 1 buçuk
saatlik film, seyirciye sürekli yürüyen karakter izletmek bence bir sorun. Köye gelip de
umduğunu bulamayan idealist okumuş insan bence bir sorun. O yokluğu,
yoksunluğu, cehaleti ya da inadı, karın ortasındaki hiçliği, köyde anlatılan,
inanılan efsaneleri, hikayeleri, mitleri hissettirememiş olmak büyük bir sorun.
Bunlar yüzünden de film hayal kırıklığıyla sonlandı ama sonunu beğendim. </p>
<p class="MsoNormal">Pazar günü ise <b>Stay Close</b>’u bitirdim ve hiç beklemediğim
kadar iyiydi. 8 bölümlük mini dizi vadettiği kadarını verdi. Sadece bana yeni
dizi bulma telaşı bıraktı. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Kendimi oyalamak konusunda da kafamın içine içine girmek
konusunda da son bir haftada gösterdiğim başarıdan gurur duydum. İçinden çıkılmaz
duygularımın, duygularımın etkisinde kalmış zavallı düşünce ve inançlarımın, çoğu
zaman etrafında gezinerek, bazen büyük bir cesaret gösterip bir anda ortasına
dalarak, ama kaçmadan, “ben buradayım” diyerek fısıltıyla, var olmaya çalıştım.
Nasıl bu kadar uzak düştük kendimle, bilmiyorum. Bir ucundan tutuyorum ya ama,
bu da bir şey, aslında büyük bir şey.</p><p class="MsoNormal"><o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Neyse ama, </p>
<div style="text-align: center;"><iframe allow="accelerometer; autoplay; clipboard-write; encrypted-media; gyroscope; picture-in-picture; web-share" allowfullscreen="" frameborder="0" height="215" src="https://www.youtube.com/embed/2k700R5I5lQ?si=WRAN-JB_AwZWqgR7" title="YouTube video player" width="460"></iframe></div>Elisabeth Voglerhttp://www.blogger.com/profile/02140685771235260655noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-5691720964210803211.post-50643572749312828532023-09-08T02:35:00.004-07:002023-09-08T02:35:54.792-07:00Kediler ve Diğer Şeyler<p>Çılgınlığı durulmayan küçük kedimi bir odaya kapatıp
yattığımda büyük kedim ayaklarımın ucundaydı. Stay Close izlemeye devam
ediyorum, uyuyakalmışım, dün yorucu bir gündü sanırım. Gece saat 3 sularında
büyük kedimin suratıma indirdiği devasa pati darbeleriyle uyandım. Büyük kedimle
küçük kedim arasında durulmayan bir savaş var çünkü küçük kedim tam da bebek
olmasının gereği sürekli oyun peşinde. Neredeyse on yıldır benimle olan büyük
kedim ise diğer kedilere tamamen ilgisiz, küçüğün ilgisinden rahatsız, zaten
oyuncu değil, oyun haline geçişi çok nadir. Sürekli şöyle bir durumdayız evde:
küçük büyüğün üstüne atlıyor, kuyruğuyla oynuyor, ısırıyor, ve büyük çok çok
nadir anlarda oyunla karşılık veriyor geriye kalan zamanlarda tıslıyor, vuruyor
ve kaçıyor. Büyük kedim epilepsi hastası, hassas. Onun strese girmesi benim en
büyük korkularımdan biri, nöbetleri tetikleniyor. Bu yüzden de mümkün olduğunda
küçüğün etkisini azaltmaya çalışıyorum.</p>
<p class="MsoNormal">Fakat daha önce de fark ettiğim ama dün gece artık emin
olduğuma göre büyük kedim küçük kedimi çok seviyor. Suratıma inen patiyle uyandım
ve küçüğü kapattığım odada kalan mama nedeniyle uyandırıldığımı düşünüp kıza
mama verdim. Ama hayır durulmadı.</p>
<p class="MsoNormal">Bu arada uyanıp günlerdir beklediğim e-mailin saat 02.19’da
geldiğini görünce benim uykum kaçtı. Önce yatakta birkaç kez okudum. Sonra mutfağa
geçtim. Kahve ve sigara eşliğinde birkaç kez daha okudum. Bu arada küçük kedimi
odadan çıkarttım. İkisi de, biri sandalyenin üzerinde diğeri altında, benimle
mutfakta oturdular.</p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><img border="0" data-original-height="900" data-original-width="1600" height="225" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiQkYaGDrLksunHP2n00XwxamZ_Al1lRkN0aXdXug3_xK1uFwfKHoWieMXZHJ5hSU-5LTVdtYR1tnucW58KQF_9UqOUZzoVfaJjDorFnwzgYaf-FIqOi4e-rlsTxvlEstPdU-cJUfSDWAvaJl9dNgvenVEVryxAyOWxcPP6rMVxTLK4D9qsnntDF1FwJDQ/w400-h225/cats.jpeg" width="400" /></div>
<p class="MsoNormal">İşte bu üçlü birliktelik zamanında büyük kedimin yerdeki sere
serpe yatışına bakarken tepesinde duran küçüğe bakışını, bakışındaki sevgiyi
gördüm. Bunu tarif edebileceğimi sanmıyorum ama, o huzursuzlukla beni uyandırıp
peşinden sürükleyişinde herhangi bir ihtiyaç yokmuş, küçüğün odadan
çıkarılmasını istiyormuş yalnızca. Sürekli onu rahatsız eden deli çılgın küçüğü
seviyor oluşuna, bir kez daha ama bu kez kesin olarak şahit olunca içimi tuhaf
bir sevinç kapladı. Çünkü artık rahat bir gece için ikisini birden odaya kapatabileceğim
ve büyük mutsuz mu oldu diye düşünmeyeceğim, kendi tercihi, seviyor madem.
(Buraya kötü adam gülüşü).</p>
<p class="MsoNormal">Neyse, aldığım e-mailin pozitif havası beni kendime dair
yargılarımla ilgili düşünmeye itti. Tez önerimi gönderdiğim hocamdan “olmamış”
cevabı bekliyordum galiba. Kendime olan güvenim ne ara bu kadar azaldı
bilemiyorum. Yetersizliklerimden doğan çiğ kibrimin farkındayım fakat akademik
olarak her zaman kendime güvendiğimi sanırdım. Değilmiş. Özellikle doktora sınıf
arkadaşlarımın bana göre çok daha birikimli insanlar olması, bazı konulardaki
eksikliklerimi yine aynı dönemde acı acı fark etmem, bu durumu beslemiş
olabilir demek ki.</p>
<p class="MsoNormal">Hiç mi sorun yokmuş, elbette varmış. Bir konuyu
netleştirmemiz gerekiyormuş. Bugün konuşabilirmişiz. Benim için hiç sorun
değil, samimiyetinden ve yeterliliğinden emin olduğum bir hocam var, fakat
tamamen onun yönlendirmesine izin vermemem gereken konular da var. Bana,
tamamen bana ait olan bir şey için söz hakkının da tamamen bana ait olması
gerekiyor. Ama üzülerek fark ettiğim bu güven problemi benim güçlü durmamın
önünde bir engel. Aşacağız.</p>Elisabeth Voglerhttp://www.blogger.com/profile/02140685771235260655noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5691720964210803211.post-62336389908059716122023-09-07T01:35:00.003-07:002023-09-07T01:44:19.327-07:00İlgi Manyağı ve Diğer Şeyler<p>Gözlüğüm kırıldığından beri, öhm, gözlüğümü kırdığımdan beri
eski siyah çerçeveli gözlüğümü takıyordum. Fakat hem numarasının düşük olması
hem de camlarının bir hayli örselenmiş olmasından bir rahatsızlık kaynağıydı.
Üsküdar’a geçince en son yaptırdığım ne numarasına ne çerçevesine
alışabildiğim, bu yüzden de “ne olur ne olmaz” diye deprem çantasına koyduğum
gözlüğü aldım. O günden beri takıyorum. Aynaya bakmazsam şahane, numarasına
alıştım, ilerleyen astigmatın yarattığı zorluk bir-iki günde geçti ufak göz ve
baş ağrılarıyla, uzanırken, başımı koyduğumda vs. bile rahatsız etmiyor, yarım
çerçeve geniş hem de görüş alanım iyi, ama gelin görün ki görüntüsüne
alışamadım hala, itici, fazla mı ciddi, çok mu düz, çok mu klasik, yüz şeklime
mi gitmiyor, görünce kendimi bu gözlükle “acilen gözlük yaptırmalıyım” diyorum,
aynadan uzaklaşınca gözümde gözlük olduğunu bile unutuyorum. Kırılan gözlük de
özellikle pandemi döneminde ceplerime kılıfsız gire çıka o kadar çizilmişti ki,
bunun pürüzsüzlüğüne bayılıyorum. Peki o zaman, görüntü ne kadar önemli?</p>
<p class="MsoNormal">Bilinçli bir giriş değildi, gözüm kaşınınca gözlüğüme değdim
ve yazmaya başlamadan hemen önce gerçekleşen bu an’ın çağrışımları da uzay
boşluğunda kaybolmasın, diye yazdım. Ama yazının asıl konusu olan “<b>İlgi Manyağı</b>”
filmini izlerken aklımdan geçenlerle çok paralel bir kapı açtı bu durum.</p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj7mdu23AnLRm-d_HfoKORWoHq0pwOeIe5YZvhIikO_s-rq3LFiqD5C0RlhEnR7oAisibqKLdc3eNJ85rUo5Zvqn4JXazvIkADd2MJLZhQc9zzr-6Y8VcNQF-IEe-g4BU8TDxy58fAngFKrvm4wr00n7OB7mvq7lwJMQ2J0GXOZhuRL28r399X7xZ5N7qs/s1428/syk%20pike.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1428" data-original-width="1000" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj7mdu23AnLRm-d_HfoKORWoHq0pwOeIe5YZvhIikO_s-rq3LFiqD5C0RlhEnR7oAisibqKLdc3eNJ85rUo5Zvqn4JXazvIkADd2MJLZhQc9zzr-6Y8VcNQF-IEe-g4BU8TDxy58fAngFKrvm4wr00n7OB7mvq7lwJMQ2J0GXOZhuRL28r399X7xZ5N7qs/s320/syk%20pike.jpg" width="224" /></a></div>
<p class="MsoNormal">Şöyle ki;<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">“Çirkin” olduğunu düşündüğüm insanları seyretmekten
hoşlanmıyorum ekranda. İdealize edilmiş formun dışına çıkılması beni rahatsız
ediyor, bakmak istemiyorum. Bunun empoze edilmiş güzellik algısının dışında bir
durum olduğunu düşünüyorum çünkü bahsettiğim güzellik, kadın şöyle erkek böyle
olmalı’nın ötesinde. Formun bozulmasından bahsediyorum. Mesela <b>Border</b> diye bir
film vardı, fragmanını başka bir filmin öncesinde, sinemada görmüştüm. Anladığım,
iyi bir film, fakat:</p><p class="MsoNormal"><o:p></o:p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiFDVRQwX2k-2BaNe1e_AduyydSMyLFomF-F2vXqvVIbLWUWj7fBbnMoARXekHPJbdo0Hbv6ny6PfCACCD3wn06RHDK69I9MJ_i7gP5jRVYdjBwfwwIZy0SAaGvvFfIgDhaRjDRTo9vKWzq1Oo-57VWEDIH7ctACTm0cgv29zJxziSQzVdAoIsFjD8SSrA/s1024/border.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="576" data-original-width="1024" height="180" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiFDVRQwX2k-2BaNe1e_AduyydSMyLFomF-F2vXqvVIbLWUWj7fBbnMoARXekHPJbdo0Hbv6ny6PfCACCD3wn06RHDK69I9MJ_i7gP5jRVYdjBwfwwIZy0SAaGvvFfIgDhaRjDRTo9vKWzq1Oo-57VWEDIH7ctACTm0cgv29zJxziSQzVdAoIsFjD8SSrA/s320/border.jpg" width="320" /></a></div><p></p>
<p class="MsoNormal">İşte bunu görmek beni rahatsız ediyor. Belki bununla empati
kurmak istemiyorumdur, öyle bir “bozulmaya” uğradığımı düşünmek istemiyorumdur.
İlgi Manyağı filminde, ilgi çekmek için kendisini bile isteye hasta eden, cildinde
bozulmalara sebep olan karakteri izlerken de işte bu yüzden çok zorlandım. Roman
okumak, film izlemek, anlatılan bir hikayeyi duymak kısaca empati duygusuyla
çok yakından ilişkili, bu yüzden de vardığım sonuç bu. Evet, ilgi çekme
çabasını, belki bu kadar uç noktalarda değil ama, hepimiz içimizde bulabiliriz.
Evet, günümüz artık insanı da meta haline getirdi, kendi kendimizi pazarlamamız
GEREKİYOR, yoksa değer görmüyoruz. Evet, narsisizm her yerde. Ama bir noktada
hayır, biçimimizi bozmak konusunda… Buradaki cümleyi bitirmek konusunda biraz
tereddütlüyüm. Böyle kalsın.</p>
<p class="MsoNormal">Efendim neyse işte, filmi epeydir görüyordum, ilgimi de
çekiyordu. Dün de Mualla’nın izin verdiği ölçüde;</p><p class="MsoNormal"><o:p></o:p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhD8Dbm7paotCVBW4l06G1sJ7f8l1KU0vN4BF0UNVmhwm3Xm93a1MtXOXbl1KZDIoIFnc-C0o9Ha_I8DGKkgSOfuV8mW5bi5T7KIi8K_LqUkNzUVMHwr6EoSLav1utzCieX5D-8lHEHnitqOLPBbn_KJ2SBV_AJ1JzVFYoX2yw1VEzrWcQFXzvWXofVoxg/s1600/001.jpeg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="878" data-original-width="1600" height="176" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhD8Dbm7paotCVBW4l06G1sJ7f8l1KU0vN4BF0UNVmhwm3Xm93a1MtXOXbl1KZDIoIFnc-C0o9Ha_I8DGKkgSOfuV8mW5bi5T7KIi8K_LqUkNzUVMHwr6EoSLav1utzCieX5D-8lHEHnitqOLPBbn_KJ2SBV_AJ1JzVFYoX2yw1VEzrWcQFXzvWXofVoxg/s320/001.jpeg" width="320" /></a></div><p></p><p class="MsoNormal">izledim filmi. Öyle müthiş falan değil, ama kötü de değil,
başarılı. Kuzey sineması son yıllarda oldukça ilgimi çekiyor, bu filmde de
hayal kırıklığı yaratmadı beklentimi tam olarak karşılamasa da. Hayatın yapaylığına,
kişiliklerimizin sorunlarına, modern hayatın bizi parçalayışına tatlı tatlı
dokunuyor. Film bazı yerlerde komedi olarak geçiyor, değil, komik değil, ya da
Norveçlilerle mizah anlayışımız çok farklı. <o:p></o:p></p><p class="MsoNormal">Bir ara da gelip <b>Babil</b> hakkında konuşayım uzun uzun, canım çekti. </p>
<div style="text-align: center;"><iframe allow="accelerometer; autoplay; clipboard-write; encrypted-media; gyroscope; picture-in-picture; web-share" allowfullscreen="" frameborder="0" height="215" src="https://www.youtube.com/embed/UDCP-3RsOfM?si=dXELjY4XI-vbH3Rz" title="YouTube video player" width="460"></iframe></div>Elisabeth Voglerhttp://www.blogger.com/profile/02140685771235260655noreply@blogger.com6tag:blogger.com,1999:blog-5691720964210803211.post-61598404320617430292023-09-06T01:04:00.003-07:002023-09-06T01:04:37.464-07:00"90'larda Türkiye'de Feminizm" -<p>Tezle uğraşırken kitaplar ve makaleler arasında savruluşum
meşhurdur. “Bu kitabı okuyacağım” diye başlayan masa başı macerası milyon tane
not, açılmış yeni sekmeler, alınmış notlarla son bulmaz. Çünkü sonlandıramam. Ne
kitap biter ne de araştırma. Vakit az, dikkat dağınıklığı ve okunacak materyal
çok. Haliyle…</p><p class="MsoNormal"><o:p></o:p></p>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjCTg4gpdd9x1VGXBQB_Ikv69GlE7fCVdnSrFR1hJnfBqJvasrUdRiYilNus6aGUFHBsp-iCPW5zAi_Ya3aKhtdZwbqF7M2sN1MQiKCZv7zoC-7Ag7X6qdWC6pZHDsgb4jtNsnYiLTHjk-gFIJErJhkQoPb02YkHFYdO_AjrXqss-TNgLTNIe9wW-lNW_4/s865/90larda%20.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="865" data-original-width="583" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjCTg4gpdd9x1VGXBQB_Ikv69GlE7fCVdnSrFR1hJnfBqJvasrUdRiYilNus6aGUFHBsp-iCPW5zAi_Ya3aKhtdZwbqF7M2sN1MQiKCZv7zoC-7Ag7X6qdWC6pZHDsgb4jtNsnYiLTHjk-gFIJErJhkQoPb02YkHFYdO_AjrXqss-TNgLTNIe9wW-lNW_4/s320/90larda%20.jpg" width="216" /></a></div><br /><p class="MsoNormal"><br /></p>
<p class="MsoNormal">İşte bu savruluşlardan birinde Aksu Bora ve Asena Günel’in
hazırladığı “90’larda Türkiye’de Feminizm” kitabına denk geldim. Feminist okumalar
çok da ilgimi çekmiyor, ayrı bir zamanda yazarım. Ama Aksu Bora’ya karşı koymam
zor, birçok sebebi var. Bu kitabı da eve dönerken serviste okuyayım diye açtım.
Belki de nostalji tutkumun bir yansıması olarak 90’larda Ankara’da İstanbul’da cinsiyetinin
farkında olan kadınların arasına karışmak mutluluğuydu, bırakamadım kitabı. Aktıkça
aktı. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">İlk ilgimi çeken (ilk bölümde 1080’lerdeki kadın
toplantılarından bahsediliyor) bu kadınların homojen olmayan dağılımlarıydı
sanırım, hepsi hem toplantılara katıldığında kendilerini “ait”
hissettiklerinden bahsediyordu hem de akademisyeninden ev hanımına bir
yelpazede bir araya gelmişlerdi. İlk toplantıları organik “her şeyden
konuşuyorduk” diyorlar, belirlenmiş gündemlerin, öne çıkan insanların olmadığı
toplantılar, sanırım en çok keyfi de bu dönemde almışlardır. Düzenledikleri etkisiz
eylemlerin basında alayla karşılanması, bu kadınlardan bahsederken genellikle
medeni hallerine vurgu yapılması, kadının aile içindeki “muazzam” rolüne zeval
getirecek herhangi bir açık bulunduğunda ise ayan beyan aşağılanmaları beni
güldürüyor. Ne kadar yol kat edildi?</p>
<p class="MsoNormal">Bir parantez açıp şunu söylemem gerek sanırım; kadın
hareketine bir kadın olarak varlığımda en büyük katkıyı sağlayabileceğime
inandım hep. Kadınlar muazzamdır, başarılıdır, özeldir, güzeldir, demek yerine
muazzam olmam gerekirdi, başarılı olmam gerekirdi, özel ve güzel olmam
gerekirdi. Ancak böyle “bir şey” katabilirdim. Buna inandım hep. Hala inanıyor
muyum? Belki biraz, deşmem gerek. Kapatalım parantezi.</p>
<p class="MsoNormal">Aidiyet problemleri yaşayan biri için birçok kadının bir
grup içine girerek böyle bir aidiyet duygusuyla kucaklaşmaları bende müthiş bir
kıskançlık duygusu yaratmış olabilir. El ele, kol kola yürüyebileceğim, yüzlerine
bakıp “biz çok haklıyız, aynı fikirdeyiz, müthişiz” diyebileceğim bir grup
insan… Düşüncesi bile muazzam, ben bir tane bile bulamadım. Neyse…</p>
<p class="MsoNormal">Elbette böyle minnoş bir okuma süreci olmayacağının
farkındaydım. Agnes Varda’nın neden ben de mutlu bir feminist olmak isterdim
ama yaşananlar buna izin vermiyor minvalindeki sözlerinin haklılık payının
yerden göklere kadar olduğunun farkındaydım. İşte ikinci bölümle de bunlar
başladı. Evlerde toplanan mutlu kadınlardan evlerde dövülen mutsuz kadınlara… <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Yıpratıcı bir kitap tabii. Şöyle bir şey: “1987’de,
Çankırı’da kocasından sürekli şiddet gören hamile bir kadının boşanma davasını
reddeden hakim Mustafa Durmuş, gerekçesini şu atasözüne dayandırmıştı: “Kadının
kamından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmemeli.””</p><p class="MsoNormal"><o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">90’lar kadın hareketi için kurumsallaşma çabası içinde
geçmiş. Projelere ağırlık verilmiş, ayakta kalmaya çalışılmış. Bir yandan
anlamaya bir yandan anlatmaya bir yandan anlaşılmaya emek vermiş kadınlar. Ülkede
birçok hakkın işlerliğinde yaşanan sorun bence sahiplenmek; (görece)
mücadelesiz elde edilen haklar, o hakların muhatapları tarafından
sahiplenilmediği için sorun çıkıyor en başta. Ya da aile içi şiddet konusunun
hala çözülememiş olmasının, belki de gururuna yediremediği için,
normalleştirmeye çalışan kadınlar yüzünden olduğunu düşünüyorum. Kadın hareketine
en çok zararı, evet yine kadınların verdiğini düşünüyorum. Belki de erkekleri
konuşmaya değer bulmuyorumdur :)</p>
<p class="MsoNormal">İşte bu kitabın hayatımdan geçişi de böyle oldu. Bir ara
Güneş K. olayına da daldım bu arada. Sonra başladım “hegemonya da hegemonya” …</p>
<p class="MsoNormal">Veda…</p>
<div style="text-align: center;"><iframe allow="accelerometer; autoplay; clipboard-write; encrypted-media; gyroscope; picture-in-picture; web-share" allowfullscreen="" frameborder="0" height="215" src="https://www.youtube.com/embed/9wxI4KK9ZYo?si=epKnhLpLEgF4cqmD" title="YouTube video player" width="460"></iframe></div>Elisabeth Voglerhttp://www.blogger.com/profile/02140685771235260655noreply@blogger.com4tag:blogger.com,1999:blog-5691720964210803211.post-48091408295892964142023-09-05T06:21:00.002-07:002023-09-05T06:21:16.200-07:00Yalnızlıklar I<p> Aynı gün içinde hem doktorla neden demirimin düşük olduğunu
sorgulayıp hem de bir demlik kahve içmem hoş olmadı. Elbette birçok sorunum
var, aşma kabiliyetine haiz değilim. Fakat son birkaç gün beni özellikle
sınırlara doğru itiyor. İttikçe itiyor. </p>
<p class="MsoNormal">Her zaman bir şey bekliyorum da o şeyi bulacağım, o boşluk
dolacak sandım. Beklemek kısmı doğru, bulmak kısmı nanay. Öyle bir şey varsa bile
beni bulmayacak. Bir kadının en güzel yaşları 30’lu yaşlarıymış, inandım. En güzel
yaşlarımda kabullendim; eksik kalacağım.</p>
<p class="MsoNormal">Yıllarca baktığım manzaraya, yattığım yatağa, çıktığım
sokağa geri dönünce kısa bir süre sonra, bir boşluk oluştu. Zaten değildim de,
şimdi hiç ait değilim, hiçbir yere, hiçbir zamana, hiçbir düşünceye ve de
inanca, hiçbir insana. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Bazen bazı özlemler çöküyor içime, bazı insanları, bazı
duyguları, bazı paylaşımları, bazı anları… Çok kısa ve kayıtsızlığım beni
korkutuyor. Ne olsa canım acır? Bilmiyorum. Tek hissettiğim büyük bir can
sıkıntısı. Çok büyük bir can sıkıntısı. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">“Eve” gittiğimde çıldırmalık bir tablo. Bitkiler köklerinden
sökülmüş, evin her yerine dağıtılmış, bir halıda kusmuk lekesi, diğerinde kusmuğun
kendisi, yatağın matı perişan, çamaşırlar kurutmada kurumamış, kokmuş, ve banyo
paspasıyla yatak çarşafı beraber. Mutfak.. Mutfak…</p>
<p class="MsoNormal">Önce sakince süpürgeyi çıkartıyorum yerinden. Anahtar kelime
sakince. Sonra kusmuğu temizliyorum. Halı beyaz izi kalıyor. Bir şekilde
çıkacak. Dur bakalım. Sonra süpürüyorum küçük odayı, masamın üstü toz toprak,
siliyorum. En toparlandı gibi biraz.</p>
<p class="MsoNormal">Sonra gidip kahveyi demliyorum işte. Koca demlik, ağzına
kadar. Sonra salona geçiyorum, bir yandan çamaşırları ayırıp yeniden yıkıyorum.
Diğer yandan banyoyu çamaşır suyuna buluyorum. Salonu toplayıp süpürüp
güzelleştirince yeniden mutfağa uğrayıp patates koyuyorum haşlamaya. Sonra etleri
koydum pişmeye. Sonra kahve koydum kupaya, üstüne biraz da soya sütü.</p>
<p class="MsoNormal">O sırada market alışverişini yapıyorum biraz ayaklarımı
uzatıp. O kadar kirliyim ki kendimden tiksiniyorum. Bir ara kapı çalıyor,
görevli anahtarı kapının üzerinde unuttuğumu söylüyor kapının önüne koyduğum
leş gibi çöp poşetini alırken, ben atacaktım halbuki. Hay Allah, anahtarı
kapının üzerinde unutacak kadar mı? Sonra yatak odası, süpürme, silme, kumların
temizlenmesi ve süpürgenin temizlenmesi, arada bir ete su eklenmesi,
karıştırılması, market siparişi de verildi. Mutfakta daha çok vakit
geçirebilir. Kahve de alırım.</p>
<p class="MsoNormal">Patlıcan buluyorum dolapta, birkaç parçaya ayırıp fırına,
yarın iş yerinde yerim. Kabak da gelecek hem ondan da fırınlarım. Patateslerle
püre yapıyorum, salata yapıyorum, etler pamuk gibi. Gelsin de yiyelim. Geliyor.
Aç değilmiş, kendim yiyorum. İnanılmaz güzel bir yemek. İyi bir yemek her zaman
yükseltir beni, yükseltmiyor. Ama gerçekten enfes.</p>
<p class="MsoNormal">Sonra bir dizi izlemeye başlıyorum. Ne sarıyor ne sarmıyor. Hafta
sonu <b>The Lincoln Lawyer</b>’ın ikinci sezonunu izledim. Keyif almıyor oluşuma
rağmen izlediğim bir dizi, merak duyguma mı hitap ediyor, bilemiyorum. Bu dizi
<b>Stay Close</b>. Bakalım…</p>
<p class="MsoNormal">İşte sonra bir şekilde uyuyakalıp sabah çok zor uyanıyorum. Sonra
ilk işim kahve makinasının düğmesine basmak oluyor. Saçmalık bu artık. Hatta gece
yatmadan önce yaptığım son şey kahveyi hazır hale getirmek. Ne zamandır doğru
düzgün şöyle doya doya çay içmedim. Çay içip sohbet etmedim. Sohbet etmedim.</p>
<p class="MsoNormal">Dönüp dolaşıp kendi içimde çözmem gereken sorunlarla,
kendimle baş başa buluyorum kendimi. Bazı rutinler oluşturmaya çalışıyorum. Bazı
eski güzelliklere geri dönmek istiyorum. Ben nasıl biriydim, diye soruyorum
kendime, sonra da ben nasıl biriyim, diye. </p>
<p class="MsoNormal">Yazıyordum. Yazacağım. Mektup arkadaşlarım vardı. E-mail
arkadaşlarım vardı. Yazıyordum. Konuşamasam bile yazıyordum. Bu şekilde bir
etkileşim kuruyordum, ilişkileniyordum. Güzeldi. <o:p></o:p></p>Elisabeth Voglerhttp://www.blogger.com/profile/02140685771235260655noreply@blogger.com4tag:blogger.com,1999:blog-5691720964210803211.post-6343121687943999752023-08-21T02:00:00.001-07:002023-08-21T02:00:14.079-07:00Yeşil<p>Dünyanın en güzel şeyi, nerede nasıl olursa olsun, yeşil. Huzurun, mutluluğun, dinginliğin, içe dönüşün, kabullenişin, tahayyülün, iyileşmenin kaynağı. Ne zaman yeşilin içine girsem aynı duyguları hissediyorum. bu sağaltıcı güç beni sarhoş ediyor. Huzuru tüm hücrelerimde hissediyor, başka bir yerdeymiş ve bu yerdeki bütün yükümden kurtulmuş gibi hissediyorum. Çocuksu bir neşe kaplıyor içimi. Doğru düzgün yürüyemiyor, oramı buramı bir yerlere takmadan içinden çıkamıyorum. O zaman ne kadar kocaman olduğumun bir önemi kalmıyor ki zaten şu ağacın, şu ağaçların, şu devasa ormanın karşısında ne kadar kocaman olsam o kadar küçüğüm. Sonunda da bu "küçüklüğün" insanı rahatlattığı sonucuna varmak üzere duyumsuyorum kendimi. Neoliberalizmin "devasa" bireyi, her şeyin merkezindeki bireyi, aslında o kadar küçük ve merkezden uzak ki bunu hissettiği yerde huzur buluyor. Bunca kimlik, sorumluluk, mükemmel olma ideali o kadar uymuyor ki küçücüklüğümüze, perişan oluyoruz modern birey olmaktan. </p><div class="separator" style="clear: both; text-align: left;"><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhN7RGzCAJGfIiyCJ0xwIV4gjaDWZfFV2PjJTWYa9Lo8uG0-oy9-bm51mGVcgMt7lGI_C8oSVhseru9umaG2wllJXtAYCoB1vYQX1QnEAsD-NgNBogmbW4iJvF8lL3kHJFVBBJ2dENqTjOTrgPz4073RuvHrrD3hKO_DjC4j8NNQbAPuX-ek24D5f0LKyc/s1999/WhatsApp%20Image%202023-08-21%20at%2011.53.52.jpeg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1999" data-original-width="1126" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhN7RGzCAJGfIiyCJ0xwIV4gjaDWZfFV2PjJTWYa9Lo8uG0-oy9-bm51mGVcgMt7lGI_C8oSVhseru9umaG2wllJXtAYCoB1vYQX1QnEAsD-NgNBogmbW4iJvF8lL3kHJFVBBJ2dENqTjOTrgPz4073RuvHrrD3hKO_DjC4j8NNQbAPuX-ek24D5f0LKyc/s320/WhatsApp%20Image%202023-08-21%20at%2011.53.52.jpeg" width="180" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi2xSNuKKeWrXVUhJnRIwghJSep5Wc5UC8tUyCYTYfx0OwHN4o5kVmvlzlMbDZGuNPFpUIrXKLBzwNr3sgjcCVIdEdOVbIU6IseqmCLeFv6WfA5ZhX6EeHld8VQ8z66ss-9VPkKEU5MeJGa08_cqDUVoGwqRLKUIwUZJIO_oGLKGlNDUNazxTp2MdbOFf4/s1999/WhatsApp%20Image%202023-08-21%20at%2011.53.59%20(1).jpeg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1999" data-original-width="1126" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi2xSNuKKeWrXVUhJnRIwghJSep5Wc5UC8tUyCYTYfx0OwHN4o5kVmvlzlMbDZGuNPFpUIrXKLBzwNr3sgjcCVIdEdOVbIU6IseqmCLeFv6WfA5ZhX6EeHld8VQ8z66ss-9VPkKEU5MeJGa08_cqDUVoGwqRLKUIwUZJIO_oGLKGlNDUNazxTp2MdbOFf4/s320/WhatsApp%20Image%202023-08-21%20at%2011.53.59%20(1).jpeg" width="180" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhlmVKTvxFc-Ud3cbr1LbjDkuZlOdmu26nQqIc47kXHnlCysAgBdHZW01mrrIWS8FojDU0Gs4sJRtZLmMSTx_l2Atd_sZdwRfG7zsYyX9gMBlTzcm3e9nWn8VRn9DbYeONLreXM-HM-lApsUX8LxIc6AtpqzDqbAhR1oPKhY2aJNftecS-wDtBoYolSY9E/s2000/WhatsApp%20Image%202023-08-21%20at%2011.53.56.jpeg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em; text-align: center;"><img border="0" data-original-height="2000" data-original-width="1126" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhlmVKTvxFc-Ud3cbr1LbjDkuZlOdmu26nQqIc47kXHnlCysAgBdHZW01mrrIWS8FojDU0Gs4sJRtZLmMSTx_l2Atd_sZdwRfG7zsYyX9gMBlTzcm3e9nWn8VRn9DbYeONLreXM-HM-lApsUX8LxIc6AtpqzDqbAhR1oPKhY2aJNftecS-wDtBoYolSY9E/s320/WhatsApp%20Image%202023-08-21%20at%2011.53.56.jpeg" width="180" /></a></div></div></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: left;"><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><div class="separator" style="clear: both; text-align: right;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiUdZz3hHq3TaHKixLa1-vf4qwkvY5vhUBXFb57V7vQ6gPo6twCvUnk8iMU17v7SNpOW0dNyGya0glaH3ux6tymstJDCHno95P9kLDB2RSKFzO2EQJACzjQ_6tk7WVZquYBPvl-ZWXp4ZNLGHKRemX1GMxHZZQrooNMkk-zmVVtWlFDjm8NH5-vmZ_qa24/s2000/WhatsApp%20Image%202023-08-21%20at%2011.53.59.jpeg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="2000" data-original-width="1126" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiUdZz3hHq3TaHKixLa1-vf4qwkvY5vhUBXFb57V7vQ6gPo6twCvUnk8iMU17v7SNpOW0dNyGya0glaH3ux6tymstJDCHno95P9kLDB2RSKFzO2EQJACzjQ_6tk7WVZquYBPvl-ZWXp4ZNLGHKRemX1GMxHZZQrooNMkk-zmVVtWlFDjm8NH5-vmZ_qa24/s320/WhatsApp%20Image%202023-08-21%20at%2011.53.59.jpeg" width="180" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhTWUeAq-Ab9vPBv3XMS2l-rbiw7ePcIrPwRDj3gQeVLTQH8BX4T1e8X6hKzGPlCVsDxOuidT-FsffDYqqVVzLsFVp1XziWVAhF-BRVHOOQlPTl44ZSH27ufaUdF1CED3nh1EV3YGZ1HXK1dbrSPcsWyFy_iUQhdPqZsrJTtqYvB0JCh0Zm3dYIwxb1Rng/s2000/WhatsApp%20Image%202023-08-21%20at%2011.54.00%20(1).jpeg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="2000" data-original-width="1126" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhTWUeAq-Ab9vPBv3XMS2l-rbiw7ePcIrPwRDj3gQeVLTQH8BX4T1e8X6hKzGPlCVsDxOuidT-FsffDYqqVVzLsFVp1XziWVAhF-BRVHOOQlPTl44ZSH27ufaUdF1CED3nh1EV3YGZ1HXK1dbrSPcsWyFy_iUQhdPqZsrJTtqYvB0JCh0Zm3dYIwxb1Rng/s320/WhatsApp%20Image%202023-08-21%20at%2011.54.00%20(1).jpeg" width="180" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg25wYxhw19BUgma9GuiC7kHPCeXnYfRvAG8bygFKaIyiwFV7_vePqyOpADoBqK7eETO1VH5aQg02Cw0S-TwcykI6-81kW5Qss-bTGmBLTzVL-3fFNUdi2kuooH1gTgeh58fz5ymOiJImg3tvGoU5ujn4ZQBIquGsXyFd6yOYBSJCNzStf5Ik4oF7yDF-E/s2000/WhatsApp%20Image%202023-08-21%20at%2011.54.00.jpeg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="2000" data-original-width="1126" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg25wYxhw19BUgma9GuiC7kHPCeXnYfRvAG8bygFKaIyiwFV7_vePqyOpADoBqK7eETO1VH5aQg02Cw0S-TwcykI6-81kW5Qss-bTGmBLTzVL-3fFNUdi2kuooH1gTgeh58fz5ymOiJImg3tvGoU5ujn4ZQBIquGsXyFd6yOYBSJCNzStf5Ik4oF7yDF-E/s320/WhatsApp%20Image%202023-08-21%20at%2011.54.00.jpeg" width="180" /></a></div></div></div><br /><p>İşte tüm bunların sarhoşuyken, eve de hayli yaklaşmışken, günlerdir çektiğim baş ağrılarından bir miktar uzaklaşmışken migren aurasının gözümü kör etmesiyle yüzleşiyorum. Küçücük mü demiştim, miniminnacık, bit kadar, mikroskobik... Hemen telaşla sabah içtiğim ilaçtan bir tane daha. Olur mu olmaz mı, S.'ye söylüyorum. Bana "eve gidince anne patatesi yapacağım sana" diyor. </p><p><br /></p><p>Ne zaman hasta olsam ve genellikle ne zaman migrenim tutsa annem telaşla beni mutlu etmek için öncelikle harçlık verir. Bana istediğim bir şey varsa onu alacağını vadeder. Sonra mutfağa gider ve her zaman en sevdiğim şey olan patatesin en sevdiğim formu olan kızartma yapar. Sonra ağrım sakinleşip, bulantım azalınca bana çay eşliğinde yedirir o patatesi. Dünyanın en güzel patatesi. Anne patatesi. "Migren geliyor" dediğimde, kilometrelerce uzakta olan annem yerine, beni mutlu edecek role bürünüp S.'nin bana vadettiği şey yalnızca bir tabak patates kızartması değil, geçmişin mirası, yumuşacık anılar hastalığa rağmen, anne şefkati ve bunun bende yarattığı etkiye kayıtsız kalmayan bir "yeni" sevgi. </p><p>Eve gelir gelmez ben uzanıyorum, o ise gözüme örteceğim şeyler getiriyor ve mutfağa giriyor. Arada bir beni yokluyor. Ağrı? Hayır gelmedi, aura devam. Ben ne olduğunu düşünüyorum, bir anda vücuduma çok fazla süt proteini almış olabilir miyim? Aman! diye ünleyip yoğurt yaptım bir gün önce yasaklara rağmen. Sonra en küçük kavanozu da yedim sabah. Ondan olabilir mi? Bilmiyorum. Düşünüyorum ama. Sonra tedirgin bekleyişim son buluyor. Ağrı sağ taraftan yavaşça geliyor. S. bana patates yediriyor, sonra masaj yapıyor. Sonra onu yanımdan gönderim, tam da anneannemin yaptığı gibi bir başörtüsüyle kafamı sıkıca bağlıyorum. S. de buzluktan bezelye poşetini getirip koyuyor başımın üstüne, soğuk iyi geliyor. </p><p><br /></p><p>Uyuyup uyanıyorum, uyuyup uyanıyorum. Sonra çay istiyorum. S. çay yapıyor, içiyorum. İki fincan. Sonra yeniden uyur gibiyim. Gevşetiyorum bağı tedirginlikle. Azıcık bir ağrı. Geçer gibi. </p><p>Sevgi iyileştiriyor. <br />Tıpkı yeşil gibi. </p>Elisabeth Voglerhttp://www.blogger.com/profile/02140685771235260655noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-5691720964210803211.post-10095315124904357992023-08-16T22:48:00.004-07:002023-08-16T22:48:18.951-07:00-Kabusluk<div style="text-align: center;"><iframe allow="accelerometer; autoplay; clipboard-write; encrypted-media; gyroscope; picture-in-picture; web-share" allowfullscreen="" frameborder="0" height="215" src="https://www.youtube.com/embed/uJ_1HMAGb4k" title="YouTube video player" width="460"></iframe></div><p> Hayatımdaki birtakım değişikler sonucunda -en azından ben
bunlara bağladım- bir süredir baş ağrısı yaşamıyordum. Dün, hem de erken
saatlerde hissettiğim ağırlıkla panikleyip avmigran -benim sadık yârim- içtim. Günün
sonuna doğru kafamı hareket ettirirken bile müthiş bir ağrı hissediyor, hareket
etmemeye çalışıyordum. Migren değil, sinüzit değil, hepsinin belli
özelliklerini alıp koşarak geldiği bir tür. Ve hava… Havanın, sıcaklığın,
nemin, bunaltma seviyesinin ifadesi için yeni sözcükler üretmemiz gerek. Benim otuz
küsür yıllık hayatımda deneyimlemediğim bir şeyler…</p><p class="MsoNormal"><o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal">Eve gidip de kendimi yatağa bıraktığımda bir daha
kalkmayacağımı tahmin etmemiştim. Kalkamayacağımı ya da. Migren nöbetlerinin
vazgeçilmez parçası kabuslar. Bu kez de öyle oldu. Kabuslarımın başrollerinden
biri Süheyla, kedim. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal">İlkinde iki görece küçük çocuk kendilerince oyun oynamışlar
da bir yerlere gömmüşler mi kedileri, ama şimdi çıkartmak için bulamıyor, her
yeri telaşla kazmaya çalışıyorlar. Deliriyorum rüyada. Uyanıyorum. Anlam veremiyorum
bir süre nerede olduğuma, ne yaşadığıma. Nefesim de yok, Süheyla’yı
çağıramıyorum. Rüyada ağlıyordum, uyanınca da ağladım mı, bilemiyorum. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Yeniden uyuyorum. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Bu kez bir otopark. Yine Süheyla. Arabaya onu da almışız. Arabadan
inince soruyorum Süheyla’nın nerede olduğunu. S.’nin çantasının cepli gözünde
pofuduk yavrumu görüyorum fakat bu beni dehşete düşürüyor. Daha “oradan kaçar”
dememe kalmadan Süheyla fırlıyor. Dört nala koşuyor ruhuna at kaçmış kedim. Dizlerimin
üstüne çöküyorum ve S.’ye onu nasıl getireceğini soruyorum, bu kez öfkem de çok
büyük. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Arada boşluk var. Fakat sonra birkaç büyülü gibi görünen Japon
balığı da olabilecek ama en son kelebek olduğuna karar verdiğim uçuşan şeyin
ardından Süheyla’nın bana doğru geldiğini görüyorum. O sıcaklık, o neşe, o
rahatlama duygusu…. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Uyandığımda Süheyla yanımdaydı. O ve ben, her zamanki gibi,
dünyaya meydan okuyabilecek hiçbir şeye sahip olmadan deli cesaretiyle, sanki
altı kollu bir süper kahramanmışız gibi… <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal">Baş ağrısı geçmiş değil. Umarım…. <o:p></o:p></p>Elisabeth Voglerhttp://www.blogger.com/profile/02140685771235260655noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-5691720964210803211.post-45751712552597915892023-06-16T03:39:00.006-07:002023-06-16T03:39:39.157-07:00 2- Fortuna<p>Yıllar sonra okuyup da beni olumsuz anlamda şaşırtmamış tek
kitap Karamazov Kardeşler olabilir. Parça parça, belirli bölümleri sıklıkla
okuduğum bu kitabı baştan sonra tekrar okumak fikri epeydir aklımdaydı. Başardım.
Ve katlanan hayranlığımı, ilgimi çeken yeni noktaları, unuttuğum bazı
karakterleri yeniden hatırlamamı heyecanla deneyimledim. Muhteşem kere muhteşem
olan bu roman, elbette sadece roman olmayan bu roman, yazım tarihinin en büyük
birinci değilse bile en azından ikinci kitabıdır. Yazarın iddiasının aksine
başkahramanı da Aleksey Karamazov değil, kuşkusuz İvan Karamazov’dur.</p><p class="MsoNormal"><o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: center;"><o:p> ***</o:p></p>
<p class="MsoNormal">Fortuna ise Roma mitolojisindeki şans tanrıçasıdır.
Tasvirlerinde gözleri kapalı genellikle, ben bunu adalet temsili gibi, herkese
eşit şans ya da şanssızlık gibi yorumlamayı tercih ediyorum. Şans ya da
şanssızlığın sizi şans eseri bulması gibi.</p>
<p class="MsoNormal">Bir Yunan şarkısında geçen fortuna kelimesinin anlamını
talih, kader olarak bulmuştum o zamanlar. Şarkının anlamı derinleşmişti içimde. Bir yandan da fırtına anlamı çıkmıştı karşıma. düşünsenize, şans, talih, kader ve fırtına. nasıl bir uyum! birbirinin ardına saklanmış gizil anlamlar gibi. </p><p class="MsoNormal">Hayatta talih, şans, kader, kısmet ne kadar etkili hiç emin
değilim. Bazı şeylerin varlığını sürdürmesi belirsizliğinden kaynaklanıyor
olabilir. Bu da öyle. Benim içinden çıkamadığım sorunlar, çözemediğim
problemler belki çoğunlukla benim dışımda bir iradenin etkisi altındadır. Belki
de kendimi o kadar çok yıpratmamam lazımdır. Bilemeyiz ki…</p><p class="MsoNormal">Şarkıyı bu beyefendiden seviyorum ve YouTube'da bulamadığımdan bizi Spotify'la baş başa bırakıyorum. </p><p class="MsoNormal"><o:p></o:p></p>
<div style="text-align: center;"><iframe allow="autoplay; clipboard-write; encrypted-media; fullscreen; picture-in-picture" allowfullscreen="" frameborder="0" height="352" loading="lazy" src="https://open.spotify.com/embed/track/6uA0FYyWdgnU1Nlp4ZyB8g?utm_source=generator" style="border-radius: 12px;" width="100%"></iframe></div><p class="MsoNormal" style="text-align: center;"><o:p> ***</o:p></p>
<p class="MsoNormal">Birkaç gündür servisle eve dönerken trafikteki araçların
içlerine bakıyorum. Kendi kendine dans edenler, konuşanlar, eliyle tuttuğu ritme
bakılırsa Türk Sanat Müziği dinleyenler, göbeği emniyet kemerine isyan edenler,
dışarıyı seyredenler… Tüm bu gördüklerimi kaydetme isteği uyandı içimde. Sonra hepsini
birleştirip bir kısa film gibi kurgulamak. Ne hoş olurdu. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>Elisabeth Voglerhttp://www.blogger.com/profile/02140685771235260655noreply@blogger.com6tag:blogger.com,1999:blog-5691720964210803211.post-50862484637396908052023-05-31T05:29:00.007-07:002023-05-31T05:32:32.909-07:003- Devamsızlık<p style="text-align: center;"> <iframe allow="accelerometer; autoplay; clipboard-write; encrypted-media; gyroscope; picture-in-picture; web-share" allowfullscreen="" frameborder="0" height="215" src="https://www.youtube.com/embed/HPW-QdoKMq8" title="YouTube video player" width="460"></iframe><span style="text-align: left;"> </span></p><div>
<p class="MsoNormal">Başarıya giden yol istikrardan geçer. Yetenek bir önemliyse
çalışmak beş. Rutinler önemlidir. 20 dakika kuralını duymuş muydun? Her gün en
az…<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal">Edebiyata gönül verdiğim ilk gençliğimden beri tek hayalim
okuyup yazarak para kazanmak. Kariyerimi böyle devam ettirmenin yollarını düşündüm
hep. Keşke yazar olmaya çalışsaymışım akademisyen olmaya çalışmak yerine. Tabii
bunu maddi kazanç açısından söylüyorum. Fakat konu bundan öte: ortaya çıkan
ruhsal dengesizlikler beni yazmaktan soğuttu. Sabahlara kadar yazdığım bir
dönem vardı, pandemi zamanı sanırım. Sonra bir bıkkınlık geldi. Şimdi içimden
yazmak gelmiyor. Şu an saat 10.28. bu masada oturmaya yaklaşık 7 saat daha
devam etmem gerekiyor. Ne yapacağım? Okumasına okurum, hem roman bile okurum,
elimde okurken bana yüklüce keyif veren bir roman var. İş Bankası Kültür
Yayınları’nın yaptığı 3 al 2 öde kampanyasında bir çılgınlık yapıp hiçbir fikrimin
olmadığı çağdaş dünya edebiyatı serisinden üç kitap aldım. İlki fena değildi. İkincisi
gerçekten iyi değildi. Üçüncüsü ise bana çok iyi geldi: Bilinmeyen Ülkede Yolculuk.
Hasta olan oğlunu eve getirmek için kar fırtınasında yola çıkan bir adamın
zihninde, geçmişte, gelecekte, hayalde dolaştırıyor kitap. Cümleler hafif ama
basit değil. Hiçbir zorlama olmadan, olabildiğine akışkan ama uçucu değil,
yarattığı etkiyi sevdim. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal">İşte bu kitabı okuyup bitirebilirim. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Makaleyi yazamasam da okumalarından yapabilirim. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Belki bir şeyler izleyebilirim bile, ne özgürlük. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Evime gitmek istiyorum fakat. “Evim” neresi şu an biraz
şüpheli zihnimde. Fakat işte, bin yıldır evim olan eve gitmek istiyorum. Kişisel
tarihimin okkalı bir kısmına fon olan bu ev dün biraz içimi burktu. Kitaplarım ve
bitkilerim gidince sanki ben fazlalık kaldım. İşte bu yüzden olmak istediğim
yerin tam olarak orası mı olduğundan emin değilim, evde olsam dışarı mı çıkmak
isterdim? Nerede değilsem orada mı olmak isterdim? Bu devamsızlık halleri ne
zaman biter?<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal">13.00’dan bildiriyorum: hissiyatımda en ufak bir değişiklik
yok. Bu arada ne yaptım. Birkaç sigara içtim, kitap okudum, not girdim, fakülte
sekreterinin aptallıklarına içlendim, hayalimdeki okuma koltuğunu bulmak için
bir kez daha site site dolaştım ve bulamadım, Mualla’nın (minik kedimiz) yeni
videolarını izledim. Ve işte yine buradayım. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Ben bunları düşünüp de neden bir düzen tutturamıyorum diye
için için sorgularken sabah 6’da kalkıp yüzmeye gittiğini, sonra işe geldiğini
anlatan biriyle karşılaştım. Sabah o saatte suya girmek konusunda itirazlar
oldu, kişiyi tebrik edenler oldu, yataktan zor çıktığını söyleyenler oldu. Bense
bu topluluğun ne zaman dağılacağını düşünüyordum, gidelim. Gülümsemeye çalışmaktan
sıkılıyorum. Ay ben hiçbirinizi sevmiyorum aslında ya, diyememekten da gına
geldi. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Bir süre “kendine kocaman hedefler koyuyorsun,
gerçekleşmiyorlar” diyerek amaçları küçülttüm. Yani amaç aynıydı da adımlar
küçüktü. 500 sayfa okuma görevi yerine, 50 sayfacık, gibi. O da olmadı. Mesela ben
en fazla 3 gün çalışan kadın olabiliyorum. En fazla. En fazla 3 gün ev hanımı
olabiliyorum. Serseriliği bile düzenli yapamıyorum, sıkılıyorum. Sürekli bu
değişim de beni yoruyor. Bir şey olsaydım da iyi olsaydım. Eşyaların bile
yerleri birkaç ay aynı kalınca bana fenalık basıyor. Ya bunun bir çözümü var mıdır
acaba?<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal">Aldığım tavsiyeyle The Wire’a başlıyorum. İlk beş
dakikasında uyuyakalmazsam çok iyi. Bu arada elbette zamanım dolmadı, hala
bekliyorum. Zaman öldürmek neymiş, öğrendim. <o:p></o:p></p></div>Elisabeth Voglerhttp://www.blogger.com/profile/02140685771235260655noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-5691720964210803211.post-48454060995508364922023-05-26T07:17:00.000-07:002023-05-26T07:17:02.905-07:004- Yorgunluk<p style="text-align: center;"> <iframe allow="accelerometer; autoplay; clipboard-write; encrypted-media; gyroscope; picture-in-picture; web-share" allowfullscreen="" frameborder="0" height="215" src="https://www.youtube.com/embed/qnAAA_5uLuI" title="YouTube video player" width="460"></iframe></p><p class="MsoNormal">Düşünürken bile yoruluyorum artık. Neyi? Her şeyi? Uyandığımda
yorgunum. Çalışırken yorgun. Eve gidince yorgun. Düşünürken yorgun. Yazarken yorgun.
Her şeye üşenilir mi? Üşeniyorum. Üzerimi değiştirip dışarı çıkmaya, yatağımı
toplamaya, bir filme-dizeye başlamaya, bir dakikalık yürüme mesafesindeki
bakkala gitmeye ve hatta bakkala gitmediğim için internetten sipariş vermeye
bile.</p><p class="MsoNormal">Sabah ofisime gelip kafamı masanın üzerine bırakıyorum. Kaldırdığımda
müthiş bir baş ağrısının bana eşlik ettiğini fark edip üzülüyorum, canım Avmigranımı bulup içiyorum. Dün de içmiştim. Sonra gidip kahve alıyorum,
uyanırım belki biraz neşelenirim diye. Faydasız. Açıp biraz okuyayım diyorum,
canım çekmiyor. Biraz sınav kağıdı okuyup not giriyorum. Sonra alınması gereken
-asla bitmeyen- şeylere bakıp, artık görev bilinciyle siparişi veriyorum. Beğendiklerimden
tükenenler olmuş, üzülüyorum, tekrar bakmam bulmam gerekecek diye. Saatimi
doldurmayı bekliyorum sonra. Sonra da 4’te kaldığım geliyor aklıma. Gelip bunları
yazıyorum.</p><p class="MsoNormal">Cam açık, hafif güneş vuruyor. Kuşların sesleri şahane. Ağacın
yaprakları hafif hafif dalgalanıyor. Yol geliyor ama sonra aklıma, cuma trafiği,
güneşin gözlerime arsız saldırışı, önümüzdeki 2 saatin çok hızlı geçmesini
umuyor, sonrası 10 saati de uyuyarak geçirmeyi planlıyorum.</p><p class="MsoNormal">Bugün Doğu Ekspresinde Cinayet kitabını bitirdim. Hümanizm de
modern hukuk düzeni de çok aşağılık şeyler. Bazı insanlar ölmeyi hak eder. Yaşam
hakkı üzerine tekrar düşünelim. <o:p></o:p></p><p>
</p><p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>Elisabeth Voglerhttp://www.blogger.com/profile/02140685771235260655noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-5691720964210803211.post-27432171287338895332023-05-24T03:49:00.001-07:002023-05-24T03:49:32.242-07:00 5- Can Sıkıntısı<div style="text-align: center;"><iframe allow="accelerometer; autoplay; clipboard-write; encrypted-media; gyroscope; picture-in-picture; web-share" allowfullscreen="" frameborder="0" height="215" src="https://www.youtube.com/embed/3Lt2kuxPIcQ" title="YouTube video player" width="460"></iframe></div><p class="MsoNormal"><o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Başlık “Dopamin İhtiyacı” da olabilirdi. Duyduğuma göre çılgınca
yemek yemenin de, mesela sosyal medyada saatlerce takılmanın da altında dopamin
eksikliği yatıyor olabilirmiş. Bu iki aktiviteyi de hakkıyla yerine getirerek
saatlerimi ve sağlığımı harcadım. Utanarak söylemeliyim ki mutlu güzel
günlerdi: şimdi ikisini de yapamıyorum, yaptığımda da iyi hissetmiyorum. Beynimi
uyuşturan o aptal şeyleri izlemeye bile tahammülüm yok. BİZENEOLDU??</p>
<p class="MsoNormal">Tüyleri kesilen kedimin çılgınca ortalıkta koşturmasından
mı, ayaklarımın deli gibi yanmasından mı, odanın ortasındaki koliler ve müthiş
dağınıklıktan mı, bitmeyen işlerin bünyemde yarattığı sıkıntıdan mı,
yorgunluktan bayıldığım mesai günlerimin aksine uyuyamadım bir türlü gece. Açtığım
bütün videolar çaresiz kaldı.</p>
<p class="MsoNormal">Tamamdır, durum değerlendirmesi yaptığıma göre şimdi duygu
değerlendirmesi yapalım. Düşününce içimi kıpır kıpır eden şeyleri arıyorum
dünden beri. Yerleşmiş olmak mı, izinde olmak mı, makalenin yayınlanmış
olduğunu görmek mi yoksa tezi bitirmek mi? Sonunda gitarda o şarkıyı çalabilmek
mi? Fotoğraf yarışmasını kazanmak mı? Metis’ten kitabımın çıkmasına ne dersin? Ya
da ayda bana 10bin dolar kazandıracak çok keyifli ve az yorucu yolu keşfetmiş
olmak mı? Akıcı bir şekilde Almanca konuşabiliyor olmak da fena gelmiyor
kulağa.</p>
<p class="MsoNormal">Dopamin diyordum. Zevk ve ödülle ilişkilendirilen bu
hormonun eksikliği bazı çok önemli zihinsel fonksiyonların devre dışı kalmasına
neden oluyormuş. Dopamin seviyesini artırmak için de işte düzenli uyku,
egzersiz, zevk alınan aktivite, güneş ışığı yürüyüş bilmem ne… Yazarken
sıkıldım. </p>
<p class="MsoNormal">Yaparken gerçekten, ama gerçekten keyif aldığım hiçbir şey
yok: HİÇBİR ŞEY! Ya yapılması gerektiği için ya da vakit geçirmek için
eyliyorum. Süreçler beni boğuyor, tüm işler bir an önce bitsin istiyorum. Bunun
için sanırım çeşitli meditasyon ve içe dönüş uygulamaları, anda olmak
vurguları, nefes egzersizleri,,,,, bak yine sıkıldım. <o:p></o:p></p>Elisabeth Voglerhttp://www.blogger.com/profile/02140685771235260655noreply@blogger.com4tag:blogger.com,1999:blog-5691720964210803211.post-41941138421487709182023-05-23T03:15:00.006-07:002023-05-23T03:15:47.610-07:00 6- Vesvese<div style="text-align: center;"><iframe allow="accelerometer; autoplay; clipboard-write; encrypted-media; gyroscope; picture-in-picture; web-share" allowfullscreen="" frameborder="0" height="215" src="https://www.youtube.com/embed/kxOoIeN-FGs" title="YouTube video player" width="460"></iframe></div><p>Yeniden kurgulamak oldukça zor. Belki de <i>hatırlamak</i> yeterli
olmalı. Fakat hatırlamıyorum. İşler tam olarak ne zaman bozuldu ya da zaten <i>hep</i>
mi bozuktu?</p><p class="MsoNormal"><o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Son haftalarda anlık sinir artışlarıma hayret ediyorum, ben
değil gibi.<i> Kim gibi?</i> O anlarda yanımdaki insanı parçalamak <i>evet parçalamak</i>,
avazım çıktığı kadar bağırmak, bağıra bağıra ağlamak isteğiyle dolup taşıyorum.
<i>Taşkınlık.</i> Hiç olmayan şeyler oluyor. Değişiyorum ya da dönüşüyorum. Devcileyin
bir böceğe ama sakin olmayan bir böcek. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Ne yapacağım? Tam da kınadığım insanlar gibi, dışarıda o
kadar çok şeye tahammül etmek zorunda kalıyorum ki zorluğun en yakınlarımdan getirilmesine
tahammülüm kalmıyor. Biraz mola versek, hafif esen bir rüzgârda dalgalanan bir
perdenin altında uyusak? <i>Olmaz mı?</i> O kadar mı uzak bir ihtimal bu istekler? <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><i>(Bunları yazarken ceviz yiyorum, beyne iyi geliyormuş.)</i><o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">O küçük şehre dair aklımda kalan tek güzel zamanlar ilk ve
orta okul zamanları, lise yıllarını neredeyse tamamen silmişim hafızamdan. Nedenini
bilmiyorum. Diğeri ise hüzne sebep olabilecek kadar güzel zamanları
çağrıştırıyor. Şehre artık o kadar kar bile yağmıyor. <i>Kar bile</i>.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Hayatım son dönemde hızlı değişiyor. Yaşadığım yerin
değişmesi ise zirve noktası gibi. Nasıl alışacağım? Nasıl <i>benimseyeceğim?</i> Belki
Süheyla’nın ve bitkilerimin o eve girmesi, o evi yuva yapar bana. Mualla ve S.
ise tam bir muamma. Keşke bir “kendim rehberi” olsaydı elimde, kaynak kitap
gibi, unuttuğum yere dönüp baksaydım. Neler oluyor böyle, çok şaşkınım! <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal">Pekala, şöyle bakalım bir de, ne olsun isterdim? Tam şimdi,
şu an, gitmek istediğin herhangi bir yere gidebilirsin E.cim, deselerdi, nereye
giderdim? <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">(Yaklaşık beş dakika boyunca pencereden dışarıya bakıldı,
birtakım kuş sesleri dinlendi, ağaçlar incelendi, radyoda çalan şarkı dinlendi,
geri dönüldü.)</p>
<p class="MsoNormal">Pazar günü yine seçim var. Evde taze fasulye var, pişmemiş,
dünden biraz tavuk, pişmiş. Perşembe günü izin kullanırım diyorum, gelecek haftanın
iznini. Gelecek hafta da haziran izinlerinden. Sonra bayram tatilinde bir hafta
yokum, değil mi? İşte bunlar hep,,
sinema?<o:p></o:p></p>Elisabeth Voglerhttp://www.blogger.com/profile/02140685771235260655noreply@blogger.com0