Göğsümde bir yumruyla uyandım o gün. Nedense son evi değil,
onu en son gördüğüm evi değil de bir apartmanın beşinci katındaki evindeydik. Ölmek
uzak bir ihtimal. Babaannem masmavi gözleriyle her zamanki gibi bir
hazineymişim gibi bakıyor bana. İçeri girdiğimde E.’yi görüyorum. İçimde onun
neden orada olduğunu sorguluyorum belki ama tepkilerim olabildiğine doğal. Hep oradaymış,
orada olması çok normalmiş gibi. Ailemden biriyle karşılaşacağını düşündüğünde
giyindiği gibi giyinmiş. İçindeki çocuğu bir yere kilitlemiş, beyefendi, oturuyor.
Gözümün içine bakıyor, göz göze gelmemek için bakmıyorum.
Rüyanın devamını ya hatırlamıyorum ya da hatırlamak, hatta kayıt
altına almak bana zor geliyor.
Bir süre rüyanın etkisiyle hem babaannemi hem E.’yi çok
özlüyorum.
***
Günler sonra, ben rüyayı unutmuş ve aynı beşinci katta ama
farklı dairede oturan kız kardeşime defalarca gittiğim sırada merdiven başında
duruyorum. O kapı yüreğime oturuyor. Her şey bir anda fazlaca acımasız geliyor.
Kapı ne babaannemin güzel kokulu evine ne de içinde sevgilimi barındıran rüyama
açılıyor. Yabancı, uzak, acımasız…
***
Aynı gün bir konuşmanın ortasına düşüyorum. Şefkat içimi
yumuşatıyor, hissediyorum. Fakat hiç de beklemediğim bir şekilde, aylardır hiç yaşamadığım
bir şekilde gözyaşlarım akmaya başlıyor. Her şeyi yine çok fazla özlüyorum. Kendimi
fazla özlüyorum. Duygularımı, düşüncelerimi, uyuduğunu bile bile kendimi
anlatma telaşımdan tutkuyla konuşmak için uğraştığım anlarımı, “şu an mutluyum
galiba” diye düşünüp gülümseyişlerimi çok özlüyorum.
O kapıyı görüp, bu fotoğrafı çektikten sonra köşeyi
dönüyorum.
Artık buralar benden sorulur, diyen güvercini çatının
penceresinde selamlıyorum.
Güvenmek, dikenin tepesinden inmek ne güzel bir ihtimal, ne
uzak bir ihtimal…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder