Başarıya giden yol istikrardan geçer. Yetenek bir önemliyse
çalışmak beş. Rutinler önemlidir. 20 dakika kuralını duymuş muydun? Her gün en
az…
Edebiyata gönül verdiğim ilk gençliğimden beri tek hayalim
okuyup yazarak para kazanmak. Kariyerimi böyle devam ettirmenin yollarını düşündüm
hep. Keşke yazar olmaya çalışsaymışım akademisyen olmaya çalışmak yerine. Tabii
bunu maddi kazanç açısından söylüyorum. Fakat konu bundan öte: ortaya çıkan
ruhsal dengesizlikler beni yazmaktan soğuttu. Sabahlara kadar yazdığım bir
dönem vardı, pandemi zamanı sanırım. Sonra bir bıkkınlık geldi. Şimdi içimden
yazmak gelmiyor. Şu an saat 10.28. bu masada oturmaya yaklaşık 7 saat daha
devam etmem gerekiyor. Ne yapacağım? Okumasına okurum, hem roman bile okurum,
elimde okurken bana yüklüce keyif veren bir roman var. İş Bankası Kültür
Yayınları’nın yaptığı 3 al 2 öde kampanyasında bir çılgınlık yapıp hiçbir fikrimin
olmadığı çağdaş dünya edebiyatı serisinden üç kitap aldım. İlki fena değildi. İkincisi
gerçekten iyi değildi. Üçüncüsü ise bana çok iyi geldi: Bilinmeyen Ülkede Yolculuk.
Hasta olan oğlunu eve getirmek için kar fırtınasında yola çıkan bir adamın
zihninde, geçmişte, gelecekte, hayalde dolaştırıyor kitap. Cümleler hafif ama
basit değil. Hiçbir zorlama olmadan, olabildiğine akışkan ama uçucu değil,
yarattığı etkiyi sevdim.
İşte bu kitabı okuyup bitirebilirim.
Makaleyi yazamasam da okumalarından yapabilirim.
Belki bir şeyler izleyebilirim bile, ne özgürlük.
Evime gitmek istiyorum fakat. “Evim” neresi şu an biraz
şüpheli zihnimde. Fakat işte, bin yıldır evim olan eve gitmek istiyorum. Kişisel
tarihimin okkalı bir kısmına fon olan bu ev dün biraz içimi burktu. Kitaplarım ve
bitkilerim gidince sanki ben fazlalık kaldım. İşte bu yüzden olmak istediğim
yerin tam olarak orası mı olduğundan emin değilim, evde olsam dışarı mı çıkmak
isterdim? Nerede değilsem orada mı olmak isterdim? Bu devamsızlık halleri ne
zaman biter?
13.00’dan bildiriyorum: hissiyatımda en ufak bir değişiklik
yok. Bu arada ne yaptım. Birkaç sigara içtim, kitap okudum, not girdim, fakülte
sekreterinin aptallıklarına içlendim, hayalimdeki okuma koltuğunu bulmak için
bir kez daha site site dolaştım ve bulamadım, Mualla’nın (minik kedimiz) yeni
videolarını izledim. Ve işte yine buradayım.
Ben bunları düşünüp de neden bir düzen tutturamıyorum diye
için için sorgularken sabah 6’da kalkıp yüzmeye gittiğini, sonra işe geldiğini
anlatan biriyle karşılaştım. Sabah o saatte suya girmek konusunda itirazlar
oldu, kişiyi tebrik edenler oldu, yataktan zor çıktığını söyleyenler oldu. Bense
bu topluluğun ne zaman dağılacağını düşünüyordum, gidelim. Gülümsemeye çalışmaktan
sıkılıyorum. Ay ben hiçbirinizi sevmiyorum aslında ya, diyememekten da gına
geldi.
Bir süre “kendine kocaman hedefler koyuyorsun,
gerçekleşmiyorlar” diyerek amaçları küçülttüm. Yani amaç aynıydı da adımlar
küçüktü. 500 sayfa okuma görevi yerine, 50 sayfacık, gibi. O da olmadı. Mesela ben
en fazla 3 gün çalışan kadın olabiliyorum. En fazla. En fazla 3 gün ev hanımı
olabiliyorum. Serseriliği bile düzenli yapamıyorum, sıkılıyorum. Sürekli bu
değişim de beni yoruyor. Bir şey olsaydım da iyi olsaydım. Eşyaların bile
yerleri birkaç ay aynı kalınca bana fenalık basıyor. Ya bunun bir çözümü var mıdır
acaba?
Aldığım tavsiyeyle The Wire’a başlıyorum. İlk beş
dakikasında uyuyakalmazsam çok iyi. Bu arada elbette zamanım dolmadı, hala
bekliyorum. Zaman öldürmek neymiş, öğrendim.
Blogunuz çok güzel.. Sizi kendi sayfama da beklerim https://lensgo.com.tr/ :) İyi günler dilerimm..
YanıtlaSil