Hatırladığım şu: hava kararmış ya da kararmak üzere. Üzerimde mavi önlüğüm. Son ders. Elbette resim. Herkes, sınıf arkadaşlarım olan herkes, resim yapıyor. Ben öğretmen masasının yanındayım. Hani gördüğümüzde hepimizin içini sıcacık yapan şu mevsimler panoları vardı ya ilkokullarda, işte bizim sınıfınkileri kaplıyorduk öğretmenimle şeffaf jelatinle, daha iyi korunsun, astığımızda zarar görmesin diye. Öğretmenimi çok seviyordum, o da beni çok seviyordu, gözde öğrencisiydim. Sınıfın birincisi… fakat işte bu anıda hissettiğim şey hüzün, sınıf arkadaşlarımın, o dinginlikte, büyük ihtimalle (memleketimde 9 ay kış değil mi zaten) kış günü, son derste, o huzurla resim yapmasına, benim yapamıyor oluşuma içlenmiştim. “Keşke tembel olsaydım da ben de resim yapsaydım” diye geçirmiştim içimden. Böyle bir burukluk.
Şu an en çok özlediğim şey,
sevimli bir kış. İnsanlara “felaket” gibi gelmeyen, ama kış gibi kış. Büyük şehirde
bir saat yağan karın ardından başlayan sorunlar, mevsimin, en sevdiğim mevsimin
bile tadını kaçırıyor. Oysa doğduğum evin yokuşunda ne güzel neşelenirdik ilk
kar yağdığında, ne güzel kayardık.
Ve bugün. P.’nin gülüşünde, mimiğinde, elini kolunu
kullanmasında, bazı anlarda bakışında hatta bakışını kaçırmasında bile o eski
arkadaşımı görüyorum. Bu beni önce mutlu ediyor, “Hey! Bir taşla vurduğum şu
kuşların sayısına bak!” diyorum içimden, fakat uzun sürmüyor, arkasından bir
düşüş başlıyor. Bendeki bu durulmaları P. fark ediyor, ne olduğunu soruyor
ve geçiştiriyorum. Çünkü ne benim düşüşüm aslında kötü, ne onun bana
anımsattıkları. Fakat bir olumsuz gibi “düşüş” aramıza gölge soksun
istemiyorum. Çünkü o anda belki ben bunu açıklayamam ve P.’nin varlığının bende
hüzün yarattığını düşünmesini de hiç istemem, çünkü öyle değil.
Bahsettiğim
eski arkadaşımla, kendimi fazladan fazladan açıklamaya ihtiyaç duymadan
konuşabilmenin konforunu yaşardım. Kendimi ona zamanında o kadar çok açıklamıştım, o kadar çok anlatmıştım ve biz o kadar fazla ruh ortaklıklarına sahiptik ki o beni bilirdi, niyetimi
bilirdi. Tabii ki artık aynı kişi olduğunu sanmıyorum, ben de değilimdir doğal
olarak. Fakat -belki bencilce ama- bozulan o dostlukta kalan ve en çok
özlediğim şey o konfor, rahatça konuşabilme “E.” olabilme konforu. Sahiden de
özlediğimiz şeyler o şeyler, o kişiler değil de, onlarla olan benliklerimiz. Sahiden.
İlk
paragrafta anlattığım ana dönmek ister miydim, hayır. O duyguyu hissetmek
isterdim ama, hem de azıcığını bile hissetmek için neler vermezdim. Hem de hiç
sevmediğim o duyguyu…
Neyse ki havalar biraz serinledi gibi. Odamda otururken
sırtımdan ürperti geçiyor: bu demektir ki yakında güzel bir kışla
kucaklaşacağız.
Burada kesinlikle daha önce paylaşmışımdır Dies İrae’yi. Zbigniew Preisner’a zaten hayranım. Şarkıyı Sorrentino’nun şahane filmi La Grande Bellezza filminde duyduğumda, sahneye uyumunun katladığı zevkle kendimden geçmiştim. Ve kime dinlettiysem duygumu paylaşmadı. Fakat bendeki etkisi azalmıyor, aşığım.
Beni düşündüren bir iç döküşü yazınız. Hem hafızamız konusunda, hem dostluklar...
YanıtlaSil