Bir hikayeyi okutmak için başvurulan yegane yöntem merak duygusu uyandırmaktır. Çok okunan kitapların hepsi merak üzerine kurulan hikayeler anlatır dururlar. “Ne olacak acaba!” dan başka bir şey söyletmezler insana. Cümleler yalın değil basittir. “Geldi, kapıyı açtı, içeri geçti, oturdu” gibi sizi anlam açısından hiçbir zorluğun içine atmazlar. Oysa iş yapmış olmanın temel ilkesi –benim fizik dersim çok kötüydü be- enerji harcamaktır. Sadece gözlerle okunan bir kitap bir insana ne katar bilemem, unutulur gider ona şüphem yok. Ama öyle bir hale geldik ki toplum olarak, birşeyler okusun da, diyorken buluyorum kendimi, hiç okumamaktan iyidir. Öyle midir gerçekten?
O kadar yavan –yalın değil ama yavan- günler geçiyorum ki yok böyle bir saadet. Günler okuyup, izleyip, uyumakla geçyor. Bense başka bir şey yapmak için hiç çaba harcamıyorum. Bir hafta sonra Ege’nin sularına karışacağımı hatırlayıp gülümsüyorum.
Sonra Auster’ın Tüyap’tan aldığım kapağının rengi sevilesi kitabını okurken buldum kendimi. Bir ara yine okumak istemiştim de o kadar çok konuşuluyordu ki hakkında adamın, popüler şeylere olan uzaklığım sarıverdi beni, okumadım. Bunu bilerek, isteyerek yapmıyorum. İçim almıyor. Neyse.
Merak demiştim ya, işte bu kitabın da temelinde merak var. Ancak Auster kalemi güçlü bir yazar, kestirip atılmıyor. Aşıladığı merakı aşmaya çalışırken zevk alıyorsunuz. Cam Kent’i okuyalı epey zaman oldu, onda da aynı duyguları hissetmiştim. Sevmesem ne diye başka kitaplarını da alayım, değil mi? Evet Kilitli Oda’yı da sevdim. En çok adını sevdim, sonra kitabın rengini, hardal.
Öyküler ancak onu anlatabilecek olanların başından geçer. (s.30)
“Ve yazmak istemediğini düşlediğinde, yazmak istediğini düşleme gücünden yoksundur; ve yazmak istediğini düşlediğinde de, yazmak istemediğini düşünme gücünden yoksunsundur.” (s.55)
Hiçbir yaşam anlatılmaz. Ne denli çok gerçekten söz edilse, ne denli çok ayrıntı verilse, asıl söylenmesi gereken bir türlü söylenemez. (s.58)
… hükümet karşı çıkmayacaktı çünkü bilmediği bir şey ona zarar veremezdi. (s.61)
Bir de tüfek imalatçısının dul karısı Bayan Winchester var: kocasının tüfekleriyle öldürülen insanların hayaletlerinin gelip onun canını alacağından korktuğundan evine sürekli olarak yeni odalar ekleyen, gizli koridorlar ve saklanacak bölmeler oluşturan, bu sayede hayaletlerden kaçmak için her gece başka odada uyuyan bir kadın. Bu olayda komik olan şu: 1906’daki San Francisco depreminde bu odalardan birindeymiş, uşaklar onu bir türlü bulamadıkları için de neredeyse açlıktan ölüyormuş. (s.65)
Sonuçta asıl sınav herkes gibi olabilmekti. Bunu başardığında, tek başına kalmışlığını sorgulamayı bırakacaktı. Yalnızca başkalarından değil, aynı zamanda kendisinden de kurtulmuştu. (s.84)
http://aylagingunlugu.blogspot.com/2012/06/mutluluk-listesi.html
YanıtlaSilSeni mutlu eden şeyleri yazmanı bekliyoruzz :)
aman efendim ne onur :) yazalım hemen :))
YanıtlaSilbekliyoruuuum :) ya mektup?
YanıtlaSilbu sefer iş adresine yolluyorum, araya tatilim girince gecikti sadece..
YanıtlaSil