19 Mart 2014 Çarşamba

An.

Koşan çocuklar var. Cıvıltıları uzaklaşıp bir boşlukta yitiyor. Mahallenin çocukları. Yukarki parka çağırıyorlardı. Saklambaç oynacaktık. Ne olmuştu?

Kabuslardan uyanmıyor. Sanki uyuyormuş numarası yapar gibi, yalnız kalınca gözlerini açar gibi açıyor gözlerini gecenin bir yarısı uykusunda. Otoyolun sarı ışıkları odasına doluyor ve o kendini başka bir şehirde duyumsuyor, küçük bir sokağın sarı ışıkları geziniyor üzerinde. Kafasını bir uzatsa dik bir yokuş görecek, alıştığı. Ama kafasını uzatmıyor, otoyolu görmüyor.

Aklına geliyor bir an, köyde fotoğraf çektirdiği bir akraba kızı vardı. Kaç yaşındaydı o sıralar, daha ilkokullu olmalıydı. Flu çıkmıştı fotoğraf. O fotoğraftaki kazağı hiç sevmezdi. Ama botlarını severek almıştı da çabuk bozulmuştu. Giyinmek zorundaydı botları, su almadıkça yenisini almazlardı. Fotoğrafta arkadaşlık ettiği kızın bir de kardeşi vardı. Beş senesi vardı o kızı göreli, nişanlı mıymış neymiş. Kendi akranı çoktan evlenmiş, kaç çocuğu varmış.

Köye en son önceki sene gitmişti. Dedesi geldiğinde. Halanın torununun sarı yeşil gözlerini çok sevmişti de fotoğraf makinesini yanına almadığına hayıflanmıştı.

Evin karşısındaki elektrik direğine tırmanmış arkadaşına herkesin bir köyü vardır,  demişti bilmiş bilmiş. Hepi topu beş kez gittiği annesinin köyünü böyle sahiplenmişti demek. Başka köy görmemişti zaten. Ortasından dere geçen  güzel köy annesinin akrabalarının görece sıcaklığıyla çocuk gönlünde yer etmişti.

Gülümsüyor. Esniyor. Şehrin hala karanlık oluşuna, gecelerin belli saatlerinin hiç geçmemesine hayret ediyor. Zamanın bunca göreceli bir kavram olduğunu en son geçmek bilmeyen derslerin saatler süren son dakikalarını beklerken düşünmüş olmalıydı.

Sağından soluna dönüyor. Yine çocuk cıvıltılarına dönüyor. Akşam ezanından önce dönüyor telaşlı, dönüyor ki daha fazla vakti olsun, ezanla annesi eve çağıracak.  ...


Posted via Blogaway