28 Eylül 2014 Pazar

zaman bir cellattır!

italik kısım eskiden kalma bir yazının içeriğidir:

                   Hayır acı çekmekle ilgili en aşağılık konuşma şu:

NF : Farkındalık herşeydi benim için,
KB : Yani gövdenin üstündeki baş için.
NF : artık sadece acı veren birşey olduğunu anladım.
KB : Acı çekmemeyi başarabilecek misin yani?
NF : 
 Kendim yüzünden acı çekmeye devam edeceğim kuşkusuz bir ömür.
KB :
 Benim yüzümden mi acı çekiyordun sanıyorsun ....dun...?
NF : 
Her şekilde herşeyi kendine bağlayabilir insan; kendinden başka bir yere gitmek mümkün olmadığına göre de hep böyle olacaktır. Ama hayır! Senin yüzünden acı çekiyordum-çekiyorum. 
KB :
 Ben var olmadan da acı çekiyordun gerçeğini değiştirmez bu. Ya da tam tersi benim varoluşum senin acı çekmeni engelleyemeyecekti 
NF : 
 Karşılaştırılamaz bile! arayıp bulamamakla, bulup hayal kırıklığı yaşamak arasındaki acıyı kıyaslamam bile. Boşversene artık hissedemiyorsun hiçbir şey,  anlamıyorsun.
KB :
  Hayır hissedememek değil bu. Hissedememek olsaydı şu şekilde olurdu,
NF : 
 Sevgilim olup olmadığını merak ediyor musun hala?
KB :
 Böyle de olabilirdi, yükselip inmeler olmazdı: düz bir çizgi üzerinde tekrar kendini bulurdu.
NF : 
 Anlamıyorsun; hayalini kurduğun şeyi bulduğunu sanıp bütün o hayalleri onun üstüne kurup sonra da o hayallerin altında kalma acısını böyle açıklayamazsın. Komikleşme. 
KB : 
Mesele onu akılla açıklayıp açıklayamama meselesi değil ki. Tamamen bir inanç meselesi 
NF : 
 Mevzu çekilen acı değil mi?
KB :
 Mevzu çekilen acının ontolojik sebepleri. Diyorum ki ben, varoluşumun senin acınla ilgisi yok: acı insanın özünde bir yerlerde. Acı hep vardı 
NF : 
 Farklı şiddetlerde farklı önceliklerle vardı evet.
KB : 
Şiddet spesifik birşeydir.
NF : 
 Zaten genelleme yapmıyorum kendimden bahsediyorum 
KB :
 Ben de senden sözediyorum. Her gün aynı derecede baş ağrısı çek, sonra bir gün kolun kırılsın; başının ağrısını hissetmezsin.
NF : 
 Böyle aptal örneklerle mi açıklıyorsun bunu? ... Neyse boşverelim bunları... 
KB :
 Sevgilin var mı?

Nf: nastasya filippovna.
Kb: katip bartleby

Başka şeyler yazmam gerekirdi.

Çekilen acının ontolojik sebepleri.
Korkak karı.

Bir dakika. Baştan.

Şairi bir durakta kaybettim. İçime bir acı dolmadı. Çünkü şair kayıkta yakılan bir ölü gibiydi. Hayal kırıklığıydı ölüşü. Bazı insanların ölümsüz olması gerekir.
Dönüp okuma yazdıklarını, okursan silersin.

Şairin gerçekte olmaması bir tokat. “Mümkün olmayan”ı açıklama çabasına toplanıp gülüyoruz ben ve duygularım. Basit. Sıçtığımın dergisinde çıkan röportajın ontolojik olarak anlamı yok. Sıçtığımın ünvanları insanlığa hiçbir şey katmıyor. Benim yarattığım adam olarak bir şaheserdin, şimdi hiçbir şey!

Korkak karı!

Savunmayacağım. Korkaklığımı savunmayacağım: özellikle sana G! Sana ve içimde düştüğün kaosa, anlamına inanmadığım tek söz etmem. Ne var elimde sen ve senin acımasızlığından başka?

 Aklıma düşen birkaç numara. Karar bile veremiyorum. Bundan bir sene öncesinde yaşadığım bunalımın sonucu saatlerce ne kadar aptal olduğunu bana anlatan telefon konuşmasını zihnimin derinliklerine gömüyorum. Ve o numaraları çeviriyorum. Ontolojik olarak gereksiz. Bir kere çalan telefonu sakince kapatıyorum. Çünkü ne o telefon açılacak ne de konuşmaların bir anlamı var! Hiçbir şey kalmadı elimde yazılmış onca metinden başka o zamana ait. Mutlu muydum, hayır. Acı çekiyordum, acının en güzelini göğsümün üstünde gururla taşıyordum. Sonrasında hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Ayarlarımı ontolojik olarak aşk bozdu.

Şairimi kaybettim.
Ve hükümlü.
Ne düşünmüştüm. Kimsenin okumadığı cümlelerinin ne kadar güzel olduğunu düşünmüştüm. Gözlerinin, ellerinin, ve bu aradaki bakışlarının ne kadar güzel olduğunu. Ona hiçbir şey ıspatlamam gerekmiyordu, anlıyordu beni ve olduğum gibi kabul ediyordu. Etmiyormuş. Anlamıyormuş. Beklentilerim üzerine bir yanılgıya kapılmış. Ya çok ahlaklı, diyorum ve artıyorum. Ya da müthiş bir aptal!

Müthiş bir aptal.

Ölümümün bilmem kaçıncı yılında bana ölümümün boktan bir şey olduğunu tekrar ediyor. Bıkmadan usanmadan anlatıyor. Okuyorum ve ölüyorum. Ölüm tükenmek bilmeyen bir tekrardan ibaret. Kapı açılıyor ve aslında kapı hiç açılmıyor. Özünde kapı yok. Ontolojik olarak kapı bir yanılgı.


Ontolojik olarak sevgilim de yok sevgili katip.

Okuma! Okuma! Okuma! Okursan silersin!

İnsanlar birbirine karıştı. Birinin yüzü diğerinin sözlerini söylemeye başladı. Yıllardır konuşmayandan ne sözler döküldü.


Şimdi katip, şair, ve G! Katip her zaman umarsızdı, şimdi avazı çıktığı kadar bağırıyor. G şefkat doluydu, şimdi en acımazım. Şair anlayışlı bir adamdı, şimdi gerçek bir anlayışsız. Ne kadar değiştik! Ne kadar ölüyorum.

Aşağılandıkça alamayacağı intikamları biriktiren küçümen insanların sesleri kulaklarımı dolduruyor. İçinden çıkılmaz bir hal alan anne karnına dönüş arzuları bomboş. Bir kere doğuyor insan, yeterince sancılı. Sonra geri dönüşü yok. Ve özgürlük diye bir şey yok! Hiç olmadı. İnsanlığı kandıran ne güzel yalanlar var bir bilsek!

Ölmedim mi hala. Onca kelime geçti. Yaşıyorum. Pekala. Bunu kaldırabilirim. “ölüm bu kadar abartılacak bir şey değil” diyor g, “olsaydı herkes ölmezdi”.

Ünlem.

Okumuyorum. Doğmuyorum. Ölmüyorum. Ölemiyorum.

Aptallık ediyorsunuz. Ne güzel saçmalıklar bunlar, kimse umursamıyor. İçimde bir karadelikle yaşıyorum. Evrenim şişiyor, şişiyor, şişiyor.. tanrılarım çaresiz, bilimin kendilerini yalanlamasını bekliyorlar. Zavallı tanrılarım. Benim güzel tanrılarım.

Ontolojik olarak tükeniyorum. Zaman hep geçmiş. Sakinleşmek için odanın içinde yürümek, soğukta oturmak, sigara çekmek ciğerlere, alkol doldurmak mideye.. hiçbir işe yaramıyor.

Öldüysen haber ver.
İçim sıkışıyor ölmedim daha.
Sıkışıyorsa iyi, ölsen duramazdın.
Ölsem duramazdın.

Başka zamanlarda başka delirmelere saklanmış bir bölüm aklımı da azad ediyorum. Başka dünyalarda yaşam olma ihtimali beni kahrediyor, sizi heyecanlandırıyor mu? Gülmek bir direniş şekliymiş, bilmiyordum. Ağlamak nedir, devrim mi?! Haydi, kurtulayım korkaklığımdan.

Her şey bir dağ zirvesi tehlikesinde, elektrik yüklü. Tam manzaraya bakacakken, yıldırım düşer ve ölürüm.

Ölsem duramazdım. Çünkü akbabalar var, gerçek.

……………………………………………………………………………………



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder