20 Ağustos 2016 Cumartesi

19

İnsanın kendini tam olarak hangi anda fark ettiğini, tam olarak hangi anda anı biriktirmeye başladığını merak ediyorum. Doğduğum ev bir yokuşun tepesindeydi. Beyaz, bahçesinden salkım söğüt sarkan iki katlı çok güzel bir ev. Yokuşun bitişindeyse bir nalıncı vardı. Yokuşta mütemadiyen at ve at pisliği olurdu. Hiç dikkat etmemişim atlara, şimdi farkediyorum. Güzel, heybetli, pırıl pırıl bir at resmi yok hafızamda. Yalnızca yazın kurak sıcağında, at pisliği kokusuyla şenlenen yokuşu, nalıncının her bir vuruşunda kırpıştırdığım gözlerimi hatırlıyorum. Yaşlı, kısa ama düzenli bir sakalı vardı nalıncının. Tahtadan bir kapısı vardı yerinin. Belki bir metrekare bile değildi.

Elindeki yemek kaşığıyla masaya vuruyor çocuk. Her vuruşta gözlerimi kırpıyorum.  Ve aklıma bu tuhaf, sıkıcı çocukluk anları geliyor. Nedense iki ay yaz yaşayan memleketimin meşhur soğuk günleri değil, kötü sıcaklı yazları.

Ağrıyan elim kolum, aranılan hastalık, sıcak, terlemeler, gözümü alan güneş..

Mersault'yu cinayete sürükleyen haklı neden ya budur ya da aklındaki ilk anıyı hatırlamaya çalışmak. Nalıncının bununla ilgili olduğunu sanmıyorum.

1 yorum: