Lütfü Bey “Hmm…” dedi. “Peki, kapı ne renk?”
Seher, düşünmeden cevap verdi “Gri.. Soğuk bir gri.”
Gri garaj kapısını açan Seher içeri girip kapatıyor. Burası onun
doğduğu evin bahçesi. Yıllarca topraktan havuz yapıp bir türlü içinde suyu
tutamadığı bahçe. Arkadaşlarıyla oynadığı, kedi büyüttüğü bahçe. İki katlı müstakil
bir evin bahçesi. Üst katta babaannesi oturuyor, dedesi o 5 yaşındayken öldü. Alt
katta annesi babası ve kardeşleriyle kendisi. Bir süre önce bir apartman
dairesine taşındılar. Seher kapıyı bu taşınmadan kısa bir süre sonra açıyor.
Anahtarını evde unuttuğunda da garaj kapısını iterek girer,
odasının camına tırmanmaya çalışırdı eğer garaj kapısı kilitlenmemişse. Her ne
kadar bir keresinde çok yaklaşmış olsa da asla o pencereden içeri girememiş, en
fazla babaannesine çıkıp, önlüğüyle oturup annesinin misafirlikten dönmesini
beklemiştir.
“Garaj kapısını açarak içeri girdiğim doğru. Ama bodrumdan
geçerek eve girdiğimi hiç hatırlamıyorum gerçekte. Bunu düşününce bile
ürperiyorum. Fakat anıda giriyorum. Eve bakıyorum. Ama ben orada yaşarken bile
tek başıma bodrumdan geçmeye ürkerdim.”
Bir anlık duraksamadan sonra “Bir de” dedi Seher, “Bir de
bahçede yanına bile yaklaşmaktan korktuğum büyük, küçük vahşi kediler var. Bir sürü…
İstila etmiş gibiler. Onlardan korkuyorum. Bu, gerçek mi yoksa anıya
rüyalarımdan eklediğim bir sanrı mı bilmiyorum.”
Lütfü Bey “Hmm…” dedi. “Peki, günün hangi saatleri?”
Seher düşündü, öğleden önce gibi, çok güneşli değil fakat
akşam da değil, henüz aydınlık. “Öğleden sonra olmalı.” Yaz mevsimi olamaz,
çünkü anıda ya da hayalde gerçekten güneş yok. Fakat yazın değilse öğleden
sonra da olamaz, okulu var Seher’in. Öyleyse belki yazın sonlarıdır. “Bilemiyorum”
dedi Seher, başını öne eğdi.
“Bu anıda seni ne rahatsız ediyor?” diye sordu Lütfü Bey
gözlüğünün üstünden bakarak.
Seher ellerini ovuşturdu, rengine bakılacak olursa üşümüştü.
Seher ellerine baktı. Ağrıyan başını hareket ettirdi, başına konan bir sivri
sineği kovmak ister gibiydi, fakat ağrı gitmiyordu.
Seher uyanık fakat dalgın olduğu anlarda, yaşayıp
yaşamadığından dahi emin olamadığı bu çocukluk anılarını bir anda zihninde
buluveriyordu. Hatırladığı detaylar ona, ilk defa izlediği bir film sahnesi
gibi geliyordu, bildiği yerlerde geçen bir film sahnesi. Elbette bu anıları
yaşamış olması olasıydı fakat böyle birdenbire hatırlamak onu rahatsız
ediyordu.
Lütfü Bey soruyu sorduğu andan itibaren aynı şekil ve
kayıtsızlıkla Seher’e bakmayı sürdürüyordu.
“Üzgünüm Seher Hanım, sizi hastanemize yatırmamız gerekecek”
dedi ve masasındaki telefona uzandı.
Seher dehşetle açtığı gözlerini Lütfü Beyinkilerle
buluşturdu. Böyle bir şey beklemiyordu. Alt tarafı bu anıların sebebini merak
ederek bir psikiyatra danışmak istemişti. “Hangi hastaneniz?” diye sordu
nihayetinde. “Buraya” dedi Lütfü Bey, “Elbette bir akıl hastanesi olması sizi
ilk etapta rahatsız edebilir, fakat alışırsınız. Sonuçta siz bir delisiniz
Seher Hanım.”
Üçüncü paragrafın tamamını çok beğendim.
YanıtlaSilBu anlatı bitmiş de böyle gün gün ya da hafta hafta 1-2-3 diye gidecek, yoksa yenisini yazdıkça mı yayınlayacaksınız?
çok sevindim beğenmenize, teşekkür ederim. yazıldıkça -umarım- yayınlanacak -gibi görünüyor-.
YanıtlaSilBirden delisiniz cok iddali bir sani
YanıtlaSilSeher hanim sizin pskolojik sorunlariniz var gibi duruyor lakin noroloji cok ilerledi bunun üstesinden birlikte gelecegiz önermesi daha tedavi edici 🤔
haber vereyim de öyle yapsın o zaman ahah :))
YanıtlaSil