43. gecenin sabahında Seher her zamanki sakinliğiyle gözlerini açtı. Lütfü Beyin verdiği deftere uzandı. Rüyalarından aklında kalanları yazmaya başladı.
Erzurum köprüsünün kenarından
Çoruh’a düşüyorum. Nehrin kenarı toprak, bana bir şey olmuyor. N’apacağımı
bilemiyorum. Tırmanmaya çalışıyorum.
Bilmediğim yüksek yerlerden
düşüyorum.
Sürekli tekrarlanıyor,
uyanıyorum.
Düşmekten çok korkuyorum.
Hemşire kapıyı açıp içeri girdi. Yüzünde her zamanki
gülümseme vardı. Dikkat edilmeden bakıldığında bulunduğu yerden memnun olduğu
sanılırdı. Zaten bütün hemşirelerin yüzündeki gülümseme aynı, diye düşündü Seher,
belki okulda öğretiyorlardır.
Rengârenk ilaçları Seher’e uzattı hemşire, “Lütfü Beyle
görüşmek için hazır mısın?” diye sordu sevimli bir ses tonu takınarak. Seher
ses çıkarmadı. Uzatılan ilaçları tek tek içti. Kalkıp terliklerini giyindi. Belli
ki hazırdı.
“Hiçbir ilerleme kaydedemiyoruz.” dedi Lütfü Bey, “delirmeye
son hızla devam ediyorsunuz.”
Seher’in gözü Lütfü Beyin gömleğinin cebindeki lekedeydi.
Yaşamaya çalışıp da delirmemek nasıl mümkün olabilirdi? Emek verdiği her şey
paramparça olmuştu. Ne zaman sevse pişman olurdu, ne zaman bir işe kalkışsa
insanlar canından bezdirirdi.
“Akşamüzerlerini hiç sevmiyorum. Ya aydınlık olsun, ya
karanlık. O kadar çok keder biriktirdim ki içimde kurtulamıyorum hüzünden,
benim için bir alışkanlık oldu. Şu ağaca bakıyorum, şu gökyüzüne, şu arabaya,
şu insana… Her şeyin canını yaktık, yaktılar. Ölüm bize ruh bedeni terk etmeden
geldi, getirdiler. Düşüyorum, düştükçe düşmekten daha çok korkuyorum. Düşerken
bile düşmekten korkuyorum.”
Lütfü Bey, Seher’in dosyasına yeni notlar aldı. “Bir de
hipnoz yöntemini deneyelim” dedi. Seher ilgisiz baktı, “Deneyin” dedi. Denenmemiş
hiçbir şey kalmasın. “Ayrıca sizi yüksek korunaklı bir odaya almamız gerekecek,
akıl sağlığınızı tamamen kaybetmek üzere olduğunuzdan ne yapacağınız belli
olmaz.”
Bırakma beni, diyorum. Sesim çıkmıyor,
gözlerimden yaşlar dökülüyor. Kocaman tüylü bir yaratık. Simsiyah. Gözlerinde güven
görüyorum. Sanki o yanımda olduğunda bana hiçbir şey olmazmış da artık tamamen
savunmasız kalmışım gibi. Göğsümün orta yerine bir ağırlık oturuyor. Lütfen bırakma
beni, diyorum. Hala sesim çıkmıyor. Yaratık arkasını dönüp gidiyor. Ne peşinden
koşabiliyorum, ne bağırabiliyorum.
Yeni odasının pencereleri demir parmaklıklı. Yatakta çarşaf
yok. Rüyalarını yazması için kalem yok. Yeni ilaçlar, başka bir ilaç
verilene kadar onu uyutuyor. Seher belki de artık daha çok düşüyor. Yazamadığından
Lütfü Bey bunu tam olarak bilemiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder