16 Şubat 2022 Çarşamba

Üç Film, Birçok Anne

Bazı şeylerin denk gelişlerini çok seviyorum şaşkınlıkla karşılasam da. Bazı kitapları okumanın bir vakti var, bazı filmleri izlemenin olduğu gibi. “Neden şimdi” ya da “Nasıl şimdi ya?” gibi sorularla beraber geliyorlar. Peş peşe gelen üç filmden bahsedeceğim. Çok manasız bir o kadar sarsıcı bir o kadar absürt denk gelişler. Benim annelikle ilgili dertlerimin çözüleceği yok gibi. 

 


İlki The Lost Daughter. Çok sevdiğim Olivia Colman’ı nerede görsem ilgimi çekiyor. Film hakkında bir fikrim olmadan başladım izlemeye çünkü ben fragman izlemeyi de önyargı oluşturacak herhangi bir yorum okumayı da sevmem. Sinemada izlemek istemiştim olmadı. Neyse izledim. Müthiş. Kadınlığa yapıştırılan, ama Japon yapıştırıcıyla falan yapıştırılan anneliği ancak yırtarak mı çıkarabiliyoruz kendimizden?  Sürekli "çocukların", "gelecekteki torunlarım" vurgusu yapan anneme en sonunda “ya o kadar da heveslisi değilim hemen böyle şeyler bekleme” dediğimde hissettiğim şey anneliğe dair olumsuz bir duygu değildi. Annelik muazzam bir şey, hep söylerim. Dünyada anneliğin önüne geçebilecek bir şey de bulamıyorum, yeni insan yapıyorsun daha ne! Ama kadın olmakla anne olmak eş değil. Olmak zorunda değil. Anne olmak istememek kadınlıktan bir şey götürüyor mu, sanmam. Kadın olmanın bir hediyesi gibi görebilirim. Ama şartı değil. Neyse işte yanıp tutuşmuyorum anne olmak için. Hatta içimde buna dair bir istek de duymuyorum. The Lost Daughter da anne olma zamanı mı gelmemiş diyeyim yoksa hiç buna uygun olmayan mı diyeyim bir kadın hakkında. Kendime yakın bulduğum için mi bu kadar içselleştirdim onu bilmiyorum, akademik kariyerine iki çocuğuna rağmen tutunmaya çalışan kadının bir yerde çocuklarından kopuşunu izledim daha çok. Onun bu bocalamasından kaynaklı olarak -bence- çocuklarının dikkat çekmek için iyice çekilmez oluşu bana tahammül edilmez geldi. Filmle çeşitli ebat ve şekillerde birçok anne var. Kadın değil de anne. Toplumun mükemmel anne beklentisinin ne kadar saçma olduğunu gösteren anneler. Hepsi ayrı ayrı güzel bana kalırsa.

 

Neyse sonra şöyle bir şey oldu. Ne zamandır izlemek istediğim hatta birkaç kez başladığım ama devam edemediğim Kefernahum adlı filmi annem tv’de bulmuş, ilgisini çekmiş izliyor. Ben de oturdum izledim onunla. Bir ya da iki gün sonra The Lost Daughter’dan. Burada da çeşitli ebat ve şekillerde anneler vardı haliyle. Çok sarsıcı çok güzel film elbette. Fakat neden şimdi? Anne-babasını suçlu gören, anne-baba olmaktan (olamamaktan?) ötürü suçlu gören ve tekrar anne-baba olmalarının yasaklanmasını, hukuken yasaklanmasını isteyen bir "bacaksız" var filmde, perişan. Film ağır, çarpıcı, çok yorucu. Sarsıcı; hem getirdikleriyle hem götürdükleriyle. 

 


Sonra, sonra... Ne yapacağımı bilemeden dışarı çıktığım bir gün de kendimi L'Evénement adlı filmde buldum. 60’larda üniversite öğrencisi bir kadının hamile kalışını anlatan bir film. Filmin bir noktasında sorunun ne olduğunu soran hocasına “sadece kadınların başına gelen ve onları ev hanımına dönüştüren bir sorun” olarak tanımlıyor kadın hamileliği ya da anneliği. 60’larda değiliz, durum kadınlar için farklı. Farklı mı?

 


Geldiğim noktada annemle olan travmatik ilişkinin de büyük etkisini yadsımadan anneliğin benim için ne ifade ettiğini tam olarak belirleyemiyorum. Hayatımın merkezine oturacak ve benim için benim önüme geçecek bir varlığı kabullenmekte zorlanacağımı sanıyorum. Bir bebek görünce hoşuma gidiyor, çok güzel anneler görüyorum, o mükemmelik algısını yıkmış, çok güzel annelik yapan. Hoşuma gidiyor. Yine de kendimi oraya koyamıyorum. Büyümedim belki? Bir teyze olarak anne yarısı değil anne %75 falan olarak takıldığımdan o %25’in konforunu anne olduğumda bulamayacağımı düşündüğümden belki. Bağlılık konusunda problemli olduğumdan belki. Değişim, yenilik hep sorunlu. Belki, belki…

Sonuçta üç film de oldukça iyi, aralarındaki en zayıf halka Kürtaj, buna rağmen ona da 6/10 veririm. 

8 yorum:

  1. Bu blogu yeni keşfettim. Yavaş yavaş geriye doğru okuyorum. Çok iyi!

    YanıtlaSil
  2. lost daughter da kadın iyi oynamış valla, film çok kasvetliydi :) kefernaum izlediysen o zaman bu filmin yönetmeni nadine labaki nin diğer filmlerini de kaçırma, özellikle karamel i :) levenement izlememişim, izleyim, thanx yuuu :)

    YanıtlaSil
  3. kesinlikle bakacağım çok merak ettim. 2. filmin adını çok duydum. Ama izlemekten kaçındım hep. Galiba dediğin gibi zamanı gelmemişti.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. kesin öyle, kendisi zamanını belirleyip geliyor. çok enteresan :) beğeneceğinize eminim ama

      Sil