İlk gerçek anlamda okuduğum kitap Harry Potter sanırım benim. Ama hikaye onunla başlamıyor. Onunla başlayan başka bir şeyler kendi kanalında sadece onunla sürdü. Hikayenin ilk kıvılcımını Fareler ve İnsanlar yaktı. Sonra Kızıl ve Kara. Ve altın vuruş: Suç ve Ceza. Sonra yaşadığım küçük şehirde peşine düştüğüm tüm Dostoyevskiler. Bu benim ilk gençliğimdi. İşte o zamanlar benim yaşıtlarım Buket Uzuner’ler Ayşe Kulin’ler okuyordu. Ben okumadım. Hiç. Sonra, edebi zevkimin iyiden iyiye şekillenmesinden sonra da dönüp bir kez bakmadım, aklımın ucundan geçmedi. Neden şimdi oturup (daha doğrusu kalkıp) Kumral Ada Mavi Tuna’yı dinledim saatlerce? İlk aşkımın bir şekilde duyurduğu Mabel, bir kahraman olarak ilgimi çekmiş, senelerce de orada öylece durmuş muydu? Bilemiyorum. Yeni bir şeyler dinleyeyim araştırması bir şekilde burada durdu işte. Birkaç gün, adımladığım tüm yollarda bana Kumral Ada ve Mavi Tuna eşlik etti. Tuna’nın iç savaşı kulaklarımı doldururken ilk gençliğimde Dostoyevski’nin dibe çöken (dibime çöken) sözümona sıradan insancıkları yerine Tuna’lar ve Ada’larla tanışmış olsaydım, mesela geçen sene okuduğum Oya Baydar’ı 20 yaşında okusaydım her şey ne kadar farklı olurdu. İyi ya da kötü, ama ne kadar farklı.
Şimdi yaptığım ve yapmadığım tüm hataları düşünürken bir
çocuk yetiştirdiğimde ona yol göstermede nasıl başarılı olacağıma değiniyorum
minnoş aklımla. Bütün annelerin yaptıkları hata bu değil mi? Halbuki en iyi
ihtimalle aramızda 33 yaş olacak yavrumun dünyasıyla benimki ne kadar farklı
olacak, hem tercih yapma hakkını nasıl gasp ederim, sonra biri benim elimden
benim seçtiğim kitabı çekip başka birini verse itaat mı ederdim? Hayır… Hayır…
Bugün kütüphaneden Tanpınar’ın Huzur’unu ödünç alırken elim
Bilge Karasu’lara gidiyor. Sebebi nedir bilmiyorum Kılavuz’u alıyorum. Okudum. Hem
de kana kana. Hem de yıllar yıllar önce. Ama elim ona gidiyor. Kendimle savaşmıyorum.
İki kitapla eve dönüyorum. Bu da eski-yeni bir maceranın başlangıcı oluyor.
Ada ve Tuna hakkında söyleyecek bir şeyimse yok. Sanırım bu
yüzden.
:) gülümseyerek okudum yazını, gülümseyerek başladım yazmaya. ilkgençliğimiz aynı kitaplarla geçmiş, eminim sen de okul kantininde elinde kara kitap olan o kızdın, sonra tabii 30'unda yeniden okuyup - sadece kara kitap'ı değil dostoyevskileri de elbet - çok başka bir şeyler anlayan ve "bir de 55 gibi okuyayım bunları diye planlar yapan..
YanıtlaSilanne olduğumda 34 yaşındaydım, bizim ülkemiz için geç, yaşadığım ülke için erken bir yaştı. şimdi kızım 8 oğlum 5 yaşında ve evet kendi yollarında benden sadece genetik bir mirasla devam eden, benden çok farklı karakterleri olan insanlar oluyorlar yavaş yavaş - ki bu doğru yol demek, Halil Cibran'ın Çocuğa Dair - ünlü şiirini bilirsin, öyle işte. düşünme yani. korkma da. çünkü korkacak başka gerçekler olacak :) sevinecek, üzülecek, çok heyecanlanacak gerçekler olacağı gibi. sadece "anne?" dediğinde dönüp içten bir şekilde "efendim?" demen yeterli sanırım...
canım c., hala geciktirdiğim, belli bir yaşta okumayı istediğim kitaplar var. buna dair fikirlerim de nasıl oluştu bilmiyorum, ama bazı kitapların bazı yaşlarda okunsa da bir şey ifade etmeyeceğine inanan ben yukarıda yazdıklarımı yaşayan da ben :) çelişkili değil mi biraz :)
Silsöz konusu hayali çocuklar olduğu için ben ne desem boş, o yüzden senin söylediklerini kulağıma küpe ediyorum. teşekkür ederim