Bu arada çocukların kapalı kapılarını açıyorum. Zeynep
yerde, çantasında bir şeyler arıyor. “N’apıyorsun küçük kız niye yatağında
değilsin” diyorum. Suluğunu arıyormuş. Ayakları çıplak aşağı kata iniyor su
almaya. “Sen ayarttın de mi küçük çocuk” diyorum Ahmet’e, “ben küçük değilim”
diyor tüm bilmişliğiyle. Gerçekten hangi ara bu kadar büyüdüğünü ben de
bilmiyorum. “500 yaşına da gelsen benim için küçük çocuksun” diyorum bir anneanne
edasıyla. Hissettiğimin de bu olması nasıl garip. Sonra bu iki çocuğu öpüp
kokluyorum. Yattıkları oda benim odam. Yattıkları yatak benim yatağım. İkisi de
mis gibi kokuyor. Ahmet şu sıralar hep tepki içerikli. Ne dense tam tersi,
sürekli bir itiraz ve son sözü söyleme çabası. Zeynep tam bir kız çocuğu, kibar,
düşünceli, ifade gücü muazzam. Ve tam bir boğa, kendini asla ezdirmiyor,
tersi çok pis ve keyfine göre iyiliği.
Onları uyku öncesi sohbetleriyle bırakıp gidiyorum. Bir süre sonra döndüğümde ikisini de uyumuş buluyorum. Başka hiçbir çocuğa uykusunda yanaşamam galiba, Zeynep’in
ayağının altından yorganını (evet, soğuk) çekip üstüne örtüyorum, Ahmet
dağıtmamış. İkisi de başka başka o kadar özel yerlere sahipler ki hayatımda. Hissettiğim
müthiş yalnızlığa rağmen hala bir şekilde hayatın akışına dahil olabilmemi
sağlayan etmenler arasındalar. Hem kendim doğurmak zorunda kalmadan annelik
hissini en yakından ancak bu kadar hissedebilirdim. Ki bence yeterli.
Seni özlemiş, daha çok da merak etmiş olabiliriz. Dün yazını görünce bir ohh çekmiş bile olabilirim, durum iyi sanki:) Şarkı sanki sevdiğim bir ülkeden, Gürcistan desem tuturabilir miyim:)
YanıtlaSilcanım buraneros! özleştik. hem nasıl.
Sil