Melankoli konuşacağız bir dahaki sefere, çok belli.
5.45’te alarm çalıyor. Öncesinde, sanırım gece 3 gibi bir kez uyanıp yanan midemi sakinleştirmeye çalıştım. Geç ve fazla yemek yediğimde bu sorun tekrarlanıyor fakat ne 8’den önce yemek yemeyi başarabiliyorum ne de az.
5.45’te alarm çalıyor. Kalkıp kendimi banyoya, sıcak suyun
altına atıyorum. Bunun iyi geleceği aşikar fakat sıcak bir duş sonrası uyumanın
tatlılığına direnmek kolay değil. Biraz da oyalanıyorum, sonuçta 15 dakika
erken uyandım. Bunun bir getirisi olmalı. Çıkıp giyiniyorum. Günün ilk
sigarasını yakıyorum mutfağa gidip. Sonra balkona takılıyor gözüm. Çıkıyorum.
Şehre sis inmiş. Hani inip, şöyle bir temizleyip gidecek kadar. Karşılar hiç
görünmüyor. Suyu kaynatmak için çay makinesinin düğmesine basıyorum. İçten içe
ne çay ne kahve içmeye vaktimin kalmayacağını biliyorum. Yine de su
kaynayayazarken ben görünmeyen denize bakarak sigara içiyorum. “İçebilirim
çünkü bıraktım.”
Hala bir miktar vaktimin olduğunu fark edince evdeki çöpleri
toparlamaya girişiyorum. Dün mutfak çöplerini atmıştım, bugün odamın, banyonun
çöpünü ve biriken geri dönüşüm çöpünü kapıya çıkarıyorum. Hala vaktim var, 6-7
dakika kadar. Bulaşık makinesini boşaltıp, akşam yemeğinden çıkanları
dolduruyorum. Makine yarı dolu, olsun, deyip çalıştırıyorum. Akşam geldiğimde
temiz olsun. Lavaboya temizlik spreyinden sıkıyorum. Hırkamı giyinip çantamı
takarken içemediğim çayın-kahvenin suyunu kapatıyorum. Kedimin mama su
kaplarına göz ucuyla bakıp çıkıyorum.
Mahalle bakkalımızla selamlaşıyoruz, kepenklerini açıyor.
Merdivenleri inerken mini minnacık kedi yavrularını görüyorum. Yine. Yine
korkuyorlar. Asla yanaşmıyorlar. İnşaat alanına girip çıkıyorlar, talihsiz
kazalara kurban gitmemelerini umuyorum. Öyle küçük, öyle güzeller ki. Benim hiç
küçük kedim olmadı, dev gibi bir ayı yavrusunu kedi diye bağrıma basıyorum
yıllardır. Düşündüğümde bile içimi sıcacık yapıyor gerçi. Bu başka bir konu.
Aşağı iniyorum. Servis gecikiyor. Sisten mi, diye
düşünüyorum. Dört kişi beklediğimiz yerde tekim, kimse yok. “Salıları kimse
sevmez.” Böyle miydi?
Servis 5 dakikalık bir gecikmeyle geliyor. Kulaklığım
kulağımda ama hiçbir şey çalmıyor. Maske takmaya serviste devam ediyorum. Nezle
olduğumda başlamıştım, sonra bana iyi geldi, biri öksürdüğünde, aksırdığında,
tıksırdığında tedirgin olup gerilmek yerine maskemin varlığına sığınabiliyorum;
ne kadar işe yaradığından bağımsız olarak. Servise en son binen adam arkama
oturuyor. Ve burnu akıyor. Soğuk tabii, normal. Fakat mendili yok. Dönüp
“Buyurun, bende var” demek kabalık mı olur? Olur gibi. Fakat burun çekme sesi
birtakım bunaltıcı ilkokul anılarını canlandırmadan bir şeyler dinlemem
gerektiğini düşünüyorum. Suat Derviş’in dün dinlemeye başladığım Kara Kitap’ını
açıyorum. Zeliha-Osman-Kemal arasındaki gelişmelere, Osman’ın yazdıklarını
okuyan Zeliha’ya kapılıp gidiyorum. Bir ara dalmış da olabilirim. Düşmanbaşına
servis şoförünün muhteşem frenlerinden biri olmasa belki daha derine de
inebilirdim. Fakat gözümü açmak bana sisle daha da güzelleşen yolu görmek
fırsatını sunuyorum. Bir-iki kare fotoğraf çekmeye çabalıyorum. Pek olmuyor ama
yine de güzel. 8.30 olmadan varıyoruz.
Başka bir günün 8.30’u
Su şişem boş, masanın üzerinde duruyor. Sıcak su alıp belki
kahve belki çay içmeliyim. Bunu yapabilecek kadar bile enerji bulamıyorum
varlığımda. Bilgisayarımı açıyorum. Ancak bu kadar. Ne tatsız gün! Hafif bir
karın ağrısı hissediyorum. Yapmam gereken bir sürü iş var. Bir de “toplantı”.
Çalışan insanların çalıştıklarını hissettirme şekli bu aktivite bence. Hiçbir
şeyin gerçekten yapılmadığı ve söylenmediği bir masa etrafında takılıyoruz.
Başka bir günün 9.30’u
Berbat bir gece geçirdim. Midem asit üretimi konusunda çığır
açıyor son zamanlarda. Yağmurlu kapalı hava. Tek kötü yanı servise binen
kadınlardan birine refakat eden sarı-beyaz kedinin ortalıkta gözükmemesi. Sanki
hayır duası ederek çocuğunu bindiren bir anne gibi. İnsanın içine bir ferahlık
veriyor. Pencereyi açık unutmuşlar dün, ben burada değildim. Ofis inanılmaz
soğuk ama sorun değil. Yeter ki bir miktar uzak kalabileyim direkt güneş
ışığından.
Bambaşka bir günün 10.03’ü
Gecelerin saçma sapan geçmesi günün tadını biraz kaçırıyor.
Dün gecenin kahramanı ise deprem. Çok sağlıklı uykulara sahip olmayan biri olarak sarsıntıdan uyandığımda deprem olup olmadığından emin olamadım; öyleymiş.
Aklıma deprem çantam geliyor. Bir süre unutunca açılmamış kuru kedi maması
böceklenmiş, ben de içe koyduğum bütün kuru gıdaları atmıştım. Şimdi içinde ne
var onu bile hatırlamıyorum. Akşam bir güncelleme yapmak üzere kendimle
anlaşıyorum.
Günlerdir -belki haftalar- aklımda olan bir iki işi bugün
bitirmek istiyorum. Erken yatıp erken kalkmayı planladığım ve birtakım kişisel
bakım işlerini de sabaha bıraktığım ama gece dörtte uykumun bölünüm planlarımı
çöpe atmak zorunda kaldığım için 1 saat içinde 2 saatlik yapılacaklar listesini
yapmaya çalıştım. Başarısız değilim ama hız biraz hırpaladı. Kahvaltı için
hazırladığım sandviç zor ayakta duruyordu örneğin. Ya da sıcak suyun tadına
varmak yerine bir an önce duştan çıkmaya çalıştım. Yine de listede eksik
kalmadı, en azından bu güzel. İçimde kalan şeyse akşam demlediğim çaydan bir
bardak bile içemeden uyuyakalmış olmak. C vitamininden medet ummak noktasına
geri dönüyorum. Biraz enerji istiyorum.
Başka bir bambaşka günün 09.09’u
Eskiden mektup yazmalar ne güzelmiş, diye düşünüyorum. Bunu
ilk Bakunin’de hissetmiştim. Sayfalarca sayfalarca yazdığı mektuplar… Sonra
Nietzsche’nin mektupları. Freud’un mektupları. Bunları neden düşünüyorum?
Darwin’in mektuplarını erişime açmışlar. Şurada: https://www.darwinproject.ac.uk/letters/darwins-life-letters/darwin-letters-1882-nothing-too-great-or-too-small
Onunkiler kısa ve öz. Net insan. Canım Darwin.
Kısa net ve soğuk :) Darwin'in mektuplarını üniversitedeyken okuyup kendisini çok severken birden aşığının kötü yüzünü gören genç kız gibi kalakalmıştım.. Hey gidi gençlik, o zaman mutlak güzele ve doğruya inanıyor insan.
YanıtlaSilMide sorunlarını hamilelikte aşırı yaşamış biri olarak 2 önerim olacak: 1). hafif şiddetli bir mide yanmasıysa tam yağlı oda ısısında sütten birkaç yudum. 2). Gaviscon direct diye bir şey var hüp diye içiyorsun ve 2 dakikada tüm o asit dağılıyor ;) Çektiğine değmez.. Mide önemli aman diyeyim.
Maskeye karşı geliştirdiğimiz "güvenli alan" hissi ne kadar tuhaf değil mi, kalabalık bir yerde maskeli değilsem kaygılanıyorum.. Bence pek normal değil, ama normal nedir..
Canım C., herkes de sıcacık olmasın zaten değil mi, Darwinciğimizi de böyle kabul edelim :))
SilMide sorunlarına gelince, sanırım 15 yılı aşkın bir süredir mide hastasıyım, sayısız endoskopi-müdahale, bir ameliyat tecrübem bulunuyor. Yanı sıra her türlü ilaç ve yöntemi de denemişimdir. İşte bulunuyor da o asidi bastırmanın yolu, neden var yani? Olmasın :/
maske hızla girdi hayatımıza, çok da şikayet edildi kendisinden ay bir kurtulsak'lar. ay niye? bence çok güzel işte, takıcam hep :)))
Tereciye tere satma girişimim :)))
SilOlmasın bence de mide yanması! <3
her zaman bilinmedik bir şey vardır ama. hiç öyle terecilik bir durum yok bu konularda. tecrübelerim bunu gösteriyor :))
SilEvet Elisabeth Vogler'e yazmak yakışıyor. Seyrek yazıyor olmasının hiç önemi yok. Mühim olan yazının verdiği tat. Okur çok keyifle okudu yine, gülümsedi.
YanıtlaSilYeni yazıyı beklemek de heyecan sonuçta:))
canım buraneros, burada olman, okuman ne güzel :)
SilBaşka başka kasım günleri... Su gibi akıp gitti. "Melankoli konuşacağız bir dahaki sefere, çok belli" notunu fark ettim. Ancak belirtmeliyim ki bu yazı bende melankolik bir his yaratmadı:)
YanıtlaSilSevgiler...
ne güzel o zaman :) kafamdan geçenlerle sanki ben o tarafa kayıyormuşum gibi hissetmiştim. neşeli bir şeyler yazayım ben, hazır yılbaş :))
Sil