29 Kasım 2022 Salı

Başka Başka Kasım Günleri

Melankoli konuşacağız bir dahaki sefere, çok belli. 

 5.45’te alarm çalıyor. Öncesinde, sanırım gece 3 gibi bir kez uyanıp yanan midemi sakinleştirmeye çalıştım. Geç ve fazla yemek yediğimde bu sorun tekrarlanıyor fakat ne 8’den önce yemek yemeyi başarabiliyorum ne de az.

 

5.45’te alarm çalıyor. Kalkıp kendimi banyoya, sıcak suyun altına atıyorum. Bunun iyi geleceği aşikar fakat sıcak bir duş sonrası uyumanın tatlılığına direnmek kolay değil. Biraz da oyalanıyorum, sonuçta 15 dakika erken uyandım. Bunun bir getirisi olmalı. Çıkıp giyiniyorum. Günün ilk sigarasını yakıyorum mutfağa gidip. Sonra balkona takılıyor gözüm. Çıkıyorum. Şehre sis inmiş. Hani inip, şöyle bir temizleyip gidecek kadar. Karşılar hiç görünmüyor. Suyu kaynatmak için çay makinesinin düğmesine basıyorum. İçten içe ne çay ne kahve içmeye vaktimin kalmayacağını biliyorum. Yine de su kaynayayazarken ben görünmeyen denize bakarak sigara içiyorum. “İçebilirim çünkü bıraktım.”

 

Hala bir miktar vaktimin olduğunu fark edince evdeki çöpleri toparlamaya girişiyorum. Dün mutfak çöplerini atmıştım, bugün odamın, banyonun çöpünü ve biriken geri dönüşüm çöpünü kapıya çıkarıyorum. Hala vaktim var, 6-7 dakika kadar. Bulaşık makinesini boşaltıp, akşam yemeğinden çıkanları dolduruyorum. Makine yarı dolu, olsun, deyip çalıştırıyorum. Akşam geldiğimde temiz olsun. Lavaboya temizlik spreyinden sıkıyorum. Hırkamı giyinip çantamı takarken içemediğim çayın-kahvenin suyunu kapatıyorum. Kedimin mama su kaplarına göz ucuyla bakıp çıkıyorum.

 

Mahalle bakkalımızla selamlaşıyoruz, kepenklerini açıyor. Merdivenleri inerken mini minnacık kedi yavrularını görüyorum. Yine. Yine korkuyorlar. Asla yanaşmıyorlar. İnşaat alanına girip çıkıyorlar, talihsiz kazalara kurban gitmemelerini umuyorum. Öyle küçük, öyle güzeller ki. Benim hiç küçük kedim olmadı, dev gibi bir ayı yavrusunu kedi diye bağrıma basıyorum yıllardır. Düşündüğümde bile içimi sıcacık yapıyor gerçi. Bu başka bir konu.

 

Aşağı iniyorum. Servis gecikiyor. Sisten mi, diye düşünüyorum. Dört kişi beklediğimiz yerde tekim, kimse yok. “Salıları kimse sevmez.” Böyle miydi?

 

Servis 5 dakikalık bir gecikmeyle geliyor. Kulaklığım kulağımda ama hiçbir şey çalmıyor. Maske takmaya serviste devam ediyorum. Nezle olduğumda başlamıştım, sonra bana iyi geldi, biri öksürdüğünde, aksırdığında, tıksırdığında tedirgin olup gerilmek yerine maskemin varlığına sığınabiliyorum; ne kadar işe yaradığından bağımsız olarak. Servise en son binen adam arkama oturuyor. Ve burnu akıyor. Soğuk tabii, normal. Fakat mendili yok. Dönüp “Buyurun, bende var” demek kabalık mı olur? Olur gibi. Fakat burun çekme sesi birtakım bunaltıcı ilkokul anılarını canlandırmadan bir şeyler dinlemem gerektiğini düşünüyorum. Suat Derviş’in dün dinlemeye başladığım Kara Kitap’ını açıyorum. Zeliha-Osman-Kemal arasındaki gelişmelere, Osman’ın yazdıklarını okuyan Zeliha’ya kapılıp gidiyorum. Bir ara dalmış da olabilirim. Düşmanbaşına servis şoförünün muhteşem frenlerinden biri olmasa belki daha derine de inebilirdim. Fakat gözümü açmak bana sisle daha da güzelleşen yolu görmek fırsatını sunuyorum. Bir-iki kare fotoğraf çekmeye çabalıyorum. Pek olmuyor ama yine de güzel. 8.30 olmadan varıyoruz.

 

Başka bir günün 8.30’u

 

Su şişem boş, masanın üzerinde duruyor. Sıcak su alıp belki kahve belki çay içmeliyim. Bunu yapabilecek kadar bile enerji bulamıyorum varlığımda. Bilgisayarımı açıyorum. Ancak bu kadar. Ne tatsız gün! Hafif bir karın ağrısı hissediyorum. Yapmam gereken bir sürü iş var. Bir de “toplantı”. Çalışan insanların çalıştıklarını hissettirme şekli bu aktivite bence. Hiçbir şeyin gerçekten yapılmadığı ve söylenmediği bir masa etrafında takılıyoruz.

 

Başka bir günün 9.30’u

Berbat bir gece geçirdim. Midem asit üretimi konusunda çığır açıyor son zamanlarda. Yağmurlu kapalı hava. Tek kötü yanı servise binen kadınlardan birine refakat eden sarı-beyaz kedinin ortalıkta gözükmemesi. Sanki hayır duası ederek çocuğunu bindiren bir anne gibi. İnsanın içine bir ferahlık veriyor. Pencereyi açık unutmuşlar dün, ben burada değildim. Ofis inanılmaz soğuk ama sorun değil. Yeter ki bir miktar uzak kalabileyim direkt güneş ışığından.

 

Bambaşka bir günün 10.03’ü

Gecelerin saçma sapan geçmesi günün tadını biraz kaçırıyor. Dün gecenin kahramanı ise deprem. Çok sağlıklı uykulara sahip olmayan biri olarak sarsıntıdan uyandığımda deprem olup olmadığından emin olamadım; öyleymiş. Aklıma deprem çantam geliyor. Bir süre unutunca açılmamış kuru kedi maması böceklenmiş, ben de içe koyduğum bütün kuru gıdaları atmıştım. Şimdi içinde ne var onu bile hatırlamıyorum. Akşam bir güncelleme yapmak üzere kendimle anlaşıyorum.

 

Günlerdir -belki haftalar- aklımda olan bir iki işi bugün bitirmek istiyorum. Erken yatıp erken kalkmayı planladığım ve birtakım kişisel bakım işlerini de sabaha bıraktığım ama gece dörtte uykumun bölünüm planlarımı çöpe atmak zorunda kaldığım için 1 saat içinde 2 saatlik yapılacaklar listesini yapmaya çalıştım. Başarısız değilim ama hız biraz hırpaladı. Kahvaltı için hazırladığım sandviç zor ayakta duruyordu örneğin. Ya da sıcak suyun tadına varmak yerine bir an önce duştan çıkmaya çalıştım. Yine de listede eksik kalmadı, en azından bu güzel. İçimde kalan şeyse akşam demlediğim çaydan bir bardak bile içemeden uyuyakalmış olmak. C vitamininden medet ummak noktasına geri dönüyorum. Biraz enerji istiyorum.

 

Başka bir bambaşka günün 09.09’u

Eskiden mektup yazmalar ne güzelmiş, diye düşünüyorum. Bunu ilk Bakunin’de hissetmiştim. Sayfalarca sayfalarca yazdığı mektuplar… Sonra Nietzsche’nin mektupları. Freud’un mektupları. Bunları neden düşünüyorum? Darwin’in mektuplarını erişime açmışlar. Şurada: https://www.darwinproject.ac.uk/letters/darwins-life-letters/darwin-letters-1882-nothing-too-great-or-too-small Onunkiler kısa ve öz. Net insan. Canım Darwin.


8 yorum:

  1. Kısa net ve soğuk :) Darwin'in mektuplarını üniversitedeyken okuyup kendisini çok severken birden aşığının kötü yüzünü gören genç kız gibi kalakalmıştım.. Hey gidi gençlik, o zaman mutlak güzele ve doğruya inanıyor insan.
    Mide sorunlarını hamilelikte aşırı yaşamış biri olarak 2 önerim olacak: 1). hafif şiddetli bir mide yanmasıysa tam yağlı oda ısısında sütten birkaç yudum. 2). Gaviscon direct diye bir şey var hüp diye içiyorsun ve 2 dakikada tüm o asit dağılıyor ;) Çektiğine değmez.. Mide önemli aman diyeyim.
    Maskeye karşı geliştirdiğimiz "güvenli alan" hissi ne kadar tuhaf değil mi, kalabalık bir yerde maskeli değilsem kaygılanıyorum.. Bence pek normal değil, ama normal nedir..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Canım C., herkes de sıcacık olmasın zaten değil mi, Darwinciğimizi de böyle kabul edelim :))

      Mide sorunlarına gelince, sanırım 15 yılı aşkın bir süredir mide hastasıyım, sayısız endoskopi-müdahale, bir ameliyat tecrübem bulunuyor. Yanı sıra her türlü ilaç ve yöntemi de denemişimdir. İşte bulunuyor da o asidi bastırmanın yolu, neden var yani? Olmasın :/

      maske hızla girdi hayatımıza, çok da şikayet edildi kendisinden ay bir kurtulsak'lar. ay niye? bence çok güzel işte, takıcam hep :)))

      Sil
    2. Tereciye tere satma girişimim :)))
      Olmasın bence de mide yanması! <3

      Sil
    3. her zaman bilinmedik bir şey vardır ama. hiç öyle terecilik bir durum yok bu konularda. tecrübelerim bunu gösteriyor :))

      Sil
  2. Evet Elisabeth Vogler'e yazmak yakışıyor. Seyrek yazıyor olmasının hiç önemi yok. Mühim olan yazının verdiği tat. Okur çok keyifle okudu yine, gülümsedi.

    Yeni yazıyı beklemek de heyecan sonuçta:))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. canım buraneros, burada olman, okuman ne güzel :)

      Sil
  3. Başka başka kasım günleri... Su gibi akıp gitti. "Melankoli konuşacağız bir dahaki sefere, çok belli" notunu fark ettim. Ancak belirtmeliyim ki bu yazı bende melankolik bir his yaratmadı:)
    Sevgiler...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. ne güzel o zaman :) kafamdan geçenlerle sanki ben o tarafa kayıyormuşum gibi hissetmiştim. neşeli bir şeyler yazayım ben, hazır yılbaş :))

      Sil