Kafamda dönüp duran cümleleri ve
diyalogları yazıya dökemeyecek kadar bezgin ve umutsuz hissediyorum. Halbuki uçuş
uçuş hissettiğim o sahilde bulunuşumun üzerinde 24 saat bile geçmedi henüz.
Uzun zaman sonra sahilde o kadar
uzun yürümek bünyemde harika bir etki yarattı. Güneşin en rahatsız olduğum versiyonu bile beni durduramadı; kalabalık bile. Hatta bu kalabalık iyi bile geldi; koşan
çocuklar, bisiklet sürenler, kaykaya binenler, sadece oturmuş denizi
seyredenler, tavla oynayanlar, piknik yapanlar, kalabalık halde yürüyenler ve
benim gibi tek başına yürüyenler. Ne kadar çok hikaye ne kadar çok insan. Düşünerek
ve etrafımdaki her uyarıcının bana ulaşmasına izin vererek yürürken Doktor L.’ye
rastlamak işin dramatik yanı oldu. “Yine mi geçmişle boğuşuyorsun?” diye
başladı cümleye sarkastik bir gülümseyişle. Ayıp oluyor ama, diye düşündüm ama
kibarlığımdan ve işte iletişimindeki avantajlarıyla kişiliğindeki
olumsuzlukları bastıran insanların konforunun nasıl ortaya çıktığını gördüğümden
sesimi çıkartmadım.
Geçen, nerede okumuştum, nostalji
kelimesi eve, vatana dönmek gibi bir köken barındırıyormuş, savaştaki askerlere
referans veriyordu. Eskiye dönmek gibi değil de işte, eve dönmek isteği gibi
bir anlam. Benim zihnimde hep eskiye dönmek gibi bir anlamı var nostaljinin. Üsküdar
sahilini mi özlüyorum, diye düşünmüştüm hatta yürümeye başladığımda. Dar, hep
kalabalık, ama işte ‘bizim’ sahil? Bilemiyorum.
“Bilemiyorum” dedim ben de.
Her şeyi aşırı bireyselleştiren
sistemin içinde psikoloji biliminin muazzam bir katkısı var. Mesela fizyolojik
bir sıkıntı çekiyorsunuz. Bunu bedeninize odaklanarak çözmek yerine psikolojinizle
ilgili olduğu bilgisini koyuveriyorlar önünüze ve ekliyorlar: stres de yapma
ha! Bu zamana kadar sahip olduğum tüm hastalıklarda önüme çıkan stres, nereden
geldiği ve nasıl gönderileceği belli olmayan saçma sapan bir şey. Fakat hastalıkların
çözümü hiç de öyle psikoloji temelli falan olmuyor.
Bir de travma girdi hayatımıza. O kadar
kolay bir kaçış yoluymuş gibi geliyor ki bana. Bir illüzyon. Böyle davranıyorum
çünkü şöyle bir travmam var. Ya da böyle davranıyorum acaba nasıl bir travmam
var, hmm kendime döneyim biraz daha.
Bunun hastalık derecesinde bir
abartıya dönüştüğünü düşünüyorum. Her davranışı, her duyguyu, her düşünceyi temelinde
müthiş bir anlam varmışçasına ele alıyoruz. Ben ben ben ve benim yaşadıklarım. Hayır,
her şey o kadar da anlamlı değil.
Ben bunları düşünürken Doktor L.’nin
varlığını unuttuğumdan ben’i zarar görmüş olacak ki kendini hatırlattı ve çok
komik bir şeymiş gibi “Dur duraksız bir değişimi kabul ediyorsak o halde zaten ‘eve’
geri dönemeyiz, öyle değil mi?”
Ben bu noktada,
nedense Herakleitos konuşmak yenine Nietzsche’ye dalıyorum ve onun Bengi Dönüş’ünün,
zihnine nasıl girdiğini düşünmeye başlıyorum.
Yazmaya ara verdiğimden beri devam edemedim, bir süredir radyo açmıyorum.
Yürümek her derda deva bir ilaçtır. Kelimeye nerede rastlasam direk Patrick Süskind'in minik kitabı Güvercin gelir aklıma, oradan bir paragraf. Umarım daha önce yazmamışımdır:))
YanıtlaSil"Yürümek yatıştırır. Yürümede sağaltıcı bir güç vardır. Düzenli biçimde hep ayağı öbürünün ilerisine basma, aynı zamanda kolları ritmik bir biçimde kürek çeker gibi sallayıp soluma sıklığının yükselmesi, nabzın hafifçe uyarılması, gözün ve kulağın yönün saptanmasına ve dengenin korunmasına yönelik etkinlikleri, akıp giden havanın deri yüzeyinde duyumlanışı -
bütün bunlar bedenle zihni hiç karşı durulmaz biçimde birbirine yaklaştıran ve ruhu, ne kadar dumura uğramış, zedelenmiş de olsa, büyüten, genişleten olaylardır."
Yürümenin Felsefesi diye bir kitap var bir de, okumuş muydun, çok keyif almıştım ben.
SilGüvercin de ne güzel kitaptı. Yürümeye yapılan her türlü güzellemeye ben varım. :)
Okumuştum:)
YanıtlaSil