8 Eylül 2024 Pazar

Kırık 9 Eylül

Perşembe gününden beri her şey çok güzeldi. Perşembe evi temizledim, biriken çamaşırlar, dolaplar, mutfak, koltuk örtüler paspaslar… hepsini yıkadım. Uzun zamandır gözüme batan ve neredeyse hiç kullanmadığım şarjlı süpürgenin tüm parçalarını temizledim. Nasıl kullanırım diye düşünüp başlığını değiştim, buna verdiğimiz paraya acıdım. Nevresimler, çarşaflar, kılıflar mis gibi oldu. Kendimi de yıkayıp yattım. Cuma günü Kazkafanın Kitabı’nı bitirdim. Başlangıcında yarattığı etkiyi devamında kaybetti. Yine de boşa giden bir okuma değildi, sevimliydi birçok bakımdan. Cumartesi yağmur yağdı, hem de o kadar güzel yağdı ki güneşi de görünce bir süre gökkuşağı bile kolladım, çıkmadı. Yüzyıllardır okumak istediğim ama bir türlü başaramadığım Puslu Kıtalar Atlası’nı elime aldım ve okumaya başladım. Kitabın yarısı cumartesi bitti, aktı gitti. Öğlen, yakın semtteki kitap günlerine gittim. Tatsızdı ama birkaç kitap aldım, aralarında roman yok, birikmişleri eriteyim diye kendime telkinde bulundum. Akşam ciabatta ekmeğine benzer bir ekmek pişirdim, yumuşacık oldu, ev mis gibi koktu. Geç olmasına rağmen sandviç yaptık, S. ile yedik. Bu sırada kitap elimden hiç düşmedi. Gece yatağımda çayla ilgili bir kitap okudum, Taoizme dair biraz okuyayım, diye düşündüm, kitabı okurken gecenin bir vakti canım çay çekti, S.’den istedim, bana çay demledi. Pazar günü erken uyandım. Çay demledim, Puslu Kıtalar Atlası’na devam ettim. Hem merakımı bastıramıyor hem de kitabın biteyazmasına üzülüyordum. Öğle vakitlerinde bitti. Telefonu elime alıp sosyal medyaya girdim ve Narin’i gördüm. Hayır, farklı bir umudum yoktu. Evet, beklediğim haber buydu. Fakat ne üzüntümü ne de kızgınlığımı bastırabiliyorum. Yaşamanın bu berbat tarafını tolere edemiyorum, buna gücüm yetmiyor. Günlerdir sakin, huzurlu bir neşe içinde akan zaman bir anda zindana dönüştü, tatsızlaştı, soluklaştı. O andan sonra başka bir şey okumadım. S. mercimek köftesi istedi yaptım. Onun doğum günü için günlerdir heveslendiğim pastayı hayal ettiğimden çok uzak şekilde yaptım. Uyuyana kadar kahve içtim, oyun oynadım, TV izledim, ve anlamsız birkaç şey daha. Bir ara Erkan Oğur dinledim, yıllar önce gittiğim konserindeki anımı anlattım. Bu sürede güldüm, somurttum, oturdum, uzandım, süpürge yaptım, bulaşık makinesine doldurdum vs. Gece çok zor uyuyup sabah çok zor uyandım. Kendimi sürükleyerek sabah rutinlerini, iş hazırlıklarını yaptım. Servisin güzergahı değişmiş, her zamankinden geç geldim. Yanımda getirdiğim sandviçin yarısını yedim, bir sigara içtim ve kahvemi içerken bunları yazdım. Hiçbir şey yapmak istemiyorum. Elim ayağım kilometrelerce yol yürümüşüm gibi tutmuyor. Kendime “bugünü bitirmen gerek, bu tatsızlıkla azap olacak, bir şeyler yapman gerek” diye telkinde bulunuyor, kötü günler için sakladığım ve dün çıkarttığım Dostoyevski romanını, eve gidip yatağıma uzanıp uyuyayazarken okumanın hayalini kurdurtmaya çalışıyorum. Nafile.

 

Geri dönüşü olmayan boşluklar açılıyor ruhumuzda ve bu hiç iyi bir şey değil…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder