Sahne I
İlk sahaftan iki kitap alıyorum. Kim olduklarını bildiğim adamlar. Sevdiklerim. Bir diğerinden bir kitap daha buluyorum. Adı güzel. Ama tanımıyorum yazarını. Yine de alıyorum. 10 liram kalıyor, onunla da Mustafa’dan alırım bir kitap, diyorum. Hava çok soğuk. Mustafa’ya gitmiyoruz.
Sahne II
Kitabı çekingenlikle okuyorum yatağımda. Çok fazla okuyamadan uyuya kalıyorum, yine de okumaya devam edesim geliyor. Kadın kendini öyle güzel analiz ediyor ki, şaşıyorum. Sonra kendimi aramaya başlıyorum cümlelerinde. Uykuya yenik düşmeden önce.
O gün ruhumda bir gedik açıldı. Bütünlüğüm parçalandı. Bir daha hiçbir zaman tam hissedemedim kendimi.
Uzun mektuplar yazarak geçirdim en güzel yıllarımı. Kendim sandığım birini ve yaşamımın en ince ayrıntılarını yazdım, dökülüp saçılan bir duygusallıkla. Uygun dili yakalayamıyordum bir türlü. Yan tutmadan, dilim dolaşmadan anlatamıyordum kendimi.
Şimdi de öyle.
Çünkü anısız o yıllar. Ne yerde ne gökte. Ne artı ne eksi, ne sıcak ne soğuk. İklimsiz.
Belleğin dili yok. Bellek birbirine açılan sonsuz resimlerden oluşuyor. Ama hiçbir şeyi unutmuyor. Hiçbir siyahı, maviyi, beyazı ve bakışı, hiçbir duruşun kabalığını ya da anlatılmaz inceliğini. Ayrıntıları ve kırılabilecek her türlü nesneyi özenle biriktiriyor ve onların nasıl elde tutulacağını iyi biliyor. Bellek kimi zaman unutmuş gibi yapıyorsa bu acıyı yeryüzünden kaldırmak isteğindendir.
Sonraki sayfalarda kadın hasta. Benimse ellerim buz gibi. Kadının sakinliği bulaşmıyor hiç bana. Hayatında yaşadığı en acı anları öyle bir sakinlikle anlatıyor ki, fırtına sonrası bütün herşeyini kaybetmiş bir insanın, artık daha fazla ne olabilir ki, deyişini hissediyorum cümlelerinde. Bu hissizliğine anlam veremiyorum. Bu saatten sonra “okuma” dese bile biri, biliyorum, bu kitabı okuyacağımı, bitireceğimi, belki pişman olacağımı ama bu saatten sonra merakıma yenik düşeceğimi.
Kadının ölüp ölmeyeceğini merak eder oluyorum. Hâlbuki kitabın ortasında bile değilim henüz. Tuhaf ruh hallerime bir yenisi ekleniyor, somut mantıksızlık. Ellerim hala soğuk.
Sahne III
Gece kitabın bir sayfasına bakarak oluyorum. Okumuyorum yalnızca bakıyorum. Kitaptan çekiniyor olabilirim, diye düşünüyorum. İnsan kitaptan neden çekinir.
Her boşanma önceleri ferahlıktır. Sonra hafta sonlarını beklersiniz.
Hüzün doludur çocuklarınızla kent parklarında, beyaza boyalı tahta banklarda çekilmiş fotoğraflarınız. Kolunuzu bir türlü tutamazsınız. Çolak çıkar eliniz hep. Acı sıvaşmıştır gülümsemenize. Çocukların, sizin aldığınız yeni pantolonları ya küçük ya büyük ama kesinlikle iğreti durur üzerlerinde.
Yaz tatilinde yürüyorum, yüzüyorum. Konuklar çağırıyorum eve. İnsanlarla birlikte olmayı hem istiyor hem de onları dinlerken sabırsızlanıyor, anlatacaklarını en kısa yoldan anlatamadıkları için içten içe sinirleniyorum. Ama bu konuda benim de pek başarılı olduğum söylenemez. Konuşurken sık sık düşünce akışım bozuluyor. Ne diyeceğimi unutmuş kalakalıyorum. Birden ilgisiz bir konuya atlamış olduğumu anlayıp utanıyorum. Suç bende değil, diye düşünüyorum. Neden bu kadar sıradan şeyler konuşuyoruz? Bu yavan şakalara ne diye gülüyorlar? Onların önemsediği konular beni neden hiç ilgilendirmiyor? Neden birlikte oluşumuz bu kadar anlamsız? Hepsi boş, oyun, avuntu… Peki ama başka ne olabilir ki?
Okuduğum güzel kitaplar kıskançlık uyandırıyor bende. Ben ne zaman yazmaya oturacağım?
Sahne IV
Mustafa kitapçıda yok. Başka birileri var. Çok insan var. Daha önce gördüklerim de var. Sakallı bir adam var mesela. Yeni (?) işe alınmış kadınlar var. Mustafa yok. Ağlayacak gibi oluyorum. Sonra bir yerde oturup çay içiyoruz. Suratım düşük toparlayamıyorum. Fincanımla oynuyorum. Ayağıma bir kedi dolanıyor. Çağırmadan gelmiş olması gülümsetiyor beni. Sarı sırtı beyaz göğsü güzel gözleriyle öyle şımarık. Ama olgun kedi. Ne yaptığını biliyor. Gülümsüyorum.
Kadınlık yazgısı çilelerle özdeş sayılıyor hala. Kadın belleği, kayıplar ve yitirimlerin ortak anılarıyla dolu. Öyle bir bellek ki bu, öncelikle kadınlar, birbirinin kişisel bütünlüğüne ve yaşama zevkine sahip çıkmada kıskanç ve acımasızlar. Yazgına sessizce katlan ve ağır ol, gözleriyle bakıyorlar hemcinslerine.
Dönüp geçmişimde büsbütün kurtulamadığım ne var, bir bakmak istiyorum. Beni zaman zaman içine çeken, pişmanlık ya da artık hiçbir biçimde özlem değil ama ödenmemiş bir borç gibi tedirgin eden o geçmişle ödeşmek ve hesabı kapatmak istiyorum. O sayfanın altına kalın bir çizgi çekmek ve yeni bembeyaz bir sayfaya geçmek.
Sahne V
Sabah kalkıp hazırlanıyorum. Dışarı çıkıyorum. Uzak olan yol kısaltılıyor. Kendimi rahatsız hissediyorum. Bir an önce bitsin, der gibi, neden, diyemiyorum. Kendimi kötü hissediyorum. Soğuk. Bulut bulut gökyüzü.
Kitaba artık bir ilgim yok. Bitmek üzere, keşke okumasaydım, demek için çok geç. Okudum bir kere. Düşünmeden çıkıyorum dışarı.
Çayım güzel. Demli. Ama çok sıcak. Soğusun istiyorum. İkinci yudumu içip masanın üzerine koyuyorum bardağımı.
“Çayı beğenmediysen kalkalım” diyor.
Ağlamamak için kendimi zor tutuyorum. Suratım düşüyor, toparlayamıyorum. Boz sırtlı beyaz göğüslü gözleri yuvarlak bir kedi biraz uzaktan bana bakıyor. Çağırınca geliyor. Onu seviyorum, gülümsetiyor. Geçiyor herşey. Ne zaman ağlayacak olsam bana bir kedi geliyor.
Gel de Allah yok! de.
ah elif'im bu müthiş bir şey! sen zaten yazıyorsun...
YanıtlaSilböyle düşünmen çok güzel ayşe'm ama içeriden olan kısımlar alıntı, ben yazmadım :)
YanıtlaSilyo yoo ben zaten dışardan olan kısımları beğedim elif'im:) uzun zaman yazmamıştın, her gün açıp bakıp üzülüp kapatıyordum. bu uzunca yazıyı görünce çok mutlu oldum.
YanıtlaSilteşekkür ederim canım :)
YanıtlaSil"ne zaman ağlayacak olsam bana bir kedi geliyor.gel de Allah yok de.."ne güzel ifade etmişsin..ne zaman kötü olsam bir köpek gelir bana da..
YanıtlaSil