1 Şubat 2021 Pazartesi

Sessizce aç, Çabucak kaç!

 

Bir süre çok sessizdi. Gerçek bir sessizlik. Evin içini dolduran, neşe ya da hüzün saçan hiçbir ses ağırlanmıyordu. Nedendir bilinmez. Oysa ben hep müzik dinlerim. Ortaokuldaki arkadaşlarımdan biri hatıra defterime şöyle yazmıştı: “Senin en çok şarkılarla aranda kurduğun bağı seviyorum.” Hala hoşuma gidiyor bu cümle, üzerinden yüzyıllar geçmiş olmasına rağmen.

Fakat son zamanlarda evin doğal bir parçasıymış gibi sürekli bir şeyler çalıyor. En çok Radyo3. Bilgisayardan, telefondan, tabletten… Bir zamanlar Kissenger (? :)) sayesinde TRT’den kazandığım otantik görünümlü radyomda Radyo Voyage ayarlı. Açık Radyo, daha az konuşma daha çok müzik tercihimden dolayı sanırım bu aralar kapalı. Bir de yağmur, deniz, dalga, baykuş, rüzgâr sesleriyle kolaj hazırlanabilen uygulamalarım var. Yatağıma, çok kısa zamanda uyuyacağımı bilerek, elimde kitapla uzanıyorsam bunlardan açıyorum, çok hoşuma gidiyor. Tabii Gryffindor Common Room akustiği de ne zamandır bir yerlerden çıkıyor, parşömen sesini epey yükseltelim…

Şimdi ise, sarı ışığın aydınlattığı loştan hallice masamın üzerinde pencere yarım açık. Güzel yağmur sesini duyuyor, kısa süre sonra dayanamayacağım esintiyi hissediyorum. Acaba yağmurun, yağmur sesinin, yağmur kokusunun insan bünyesinde böylesi bir rahatlamaya sebep olmasının altında nasıl bir antik ihtiyaç yatıyor? Ekinlerimiz besleniyor, aç kalmayacağız, rahatlaması olabilir mi diye düşünüp sırıtıyorum. Romantik bünyeme böylesi akılcı bir açıklama hiç iyi gelmiyor.

Ne zamandır beni bunaltan bir konuyu büyük oranda çözüme kavuşturmuş olmanın rahatlığı, birkaç saat önce, birkaç saat uyumuş olmanın dinlenmişliği, elimdeki güzel kitaba açlığım, okumam gereken makalelere bile sevgiyle bakıyor olmam, işte yine uyumun bir parçasıymışım gibi hissettiğim bir an.


Geçen hafta gündüz dersinde yağmuru izlerken inşaat manzaramı güzelleştiren kedileri takip ediyordum. Miyop gözlerimi kısarak karşıdaki ağacın dallarındaki renkleri fark ettim. Şu fotoğraf üzerine hem şiir hem öykü yazılır, yazılmaz mı? Sanki benim içim, tüm enkaza rağmen umut turuncusu…

Not: Şurada bahsettiğim komşumun gece yarısı kaçamaklarının sırrı çözüldü. Sokaktaki kedilerin bakımına dair mesai yapıyormuş. “Her gece çıkıyorum” dediğinde bundan ilk defa haberim oluyormuş gibi “Yaaa!” diye şaşalıyorum. Elbette! :)

Güzel bir kadınla güzel bir şarkıyı da şuraya iliştireyim;

8 yorum:

  1. Ah, mandalina ağaçlarının yetiştiği bir iklime dair özlem.. kelimelerle anlatılamaz ki.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. bu yazıya, yorumlara dönmemişim, neden bilmiyorum. açıkçası kara, kışa, bulutlu yağmurlu günlere aşık biri olarak bu özlemleri, ılık kışları özlemek nasıldır bilmiyorum canım c. ama umarım neyi özlüyorsan ona kavuşursun

      Sil
  2. bankada çalışırken sürekli bir uğultu olur. milyonda bir çıt çıkmaz, kimse olmaz, nefis bir sessizlik.. o andaki sessizliğin sesine bayılıyorum ben de. karlı manzara, turuncu ağaç hepsi çok güzel. turuncu meyveler kışın enerji vermek için yaratılmış olmalı :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. tarif ettiğin sessizliğin sanki oraya ait değilmiş hissini hatırladım, hani karnından bir gurultu gelir de herkese ulaşır diye tedirgin olunan anlar :)

      Sil
  3. Bu yazın bana huzur verdi. Kelimeleri seçişin, bahsedişin. Yağmuru dinledim mesela seni okurken.

    Ve bende de bu aralar bir sese düşkünlük meydana geldi. Kulağım sürekli müzikte, podcast veya kitapta. Ama ille de dinleyeceğim.

    YanıtlaSil
  4. Yazı öyle güzeldi ki... müzikle olan bağınız belki de ilgimi çekti. Ne güzel :)

    YanıtlaSil