9 Ekim 2023 Pazartesi

"The Banshees of Inisherin" ve Diğer Şeyler'de "Kuru Otlar Üstüne"

The Banshees of Inisherin uzun zamandır, yani çıktığından beri izlemek istediğim hatta bir kere açtığım ve nasılsa izleyemeden bıraktığım bir filmdi. Bu kez oturdum başına, daha ilk sahneden -yine- Colin Farrel’in şahane bir karakter ortaya koyacağının sinyallerini de alınca iyice yerleştim sanırım yerime. Uzun zamandır hevesle açtığım her filmde, bazen ufak tefek bazense kocaman hayal kırıklıkları yaşıyorum. Fakat en başından en sonuna kadar, bir an bile hissetmedim bu duyguyu, aklıma bile gelmedi. Şahane bir film izledim! Şahane!


Nuri Bilge Ceylan’ın ilk izlediğim filmi sanıyorum Uzak’tı. Birçok entelektüel deneyimimde olduğu gibi, filmle de Ceylan’la da tanışmamı abim sağlamıştı. İlk gençlik zamanlarım, şimdi düşününce o yaşlardaki birinin Uzak’ı sevme ihtimali biraz düşük gibi, ben bayılmıştım. Sebebini bilmiyorum, sanata olan ilgim mi, Dostoyevski’ye olan hayranlığım mı, bilemiyorum. Edebiyata dair bilgim ve deneyimim olsa da sinemadan o zaman pek anladığımı ya da oturmuş, en azından şimdiki gibi oturayazmış bir zevkim olduğunu sanmıyorum. Fakat Uzak’ı sevmiştim.

Sevmiştim ki sonradan Ceylan sinemasının altından girip üstünden çıkmaya çalıştım. Böylece baş köşeye Mayıs Sıkıntısı yerleşti. İran sinemasıyla tanışınca, özellikle Abbas Kiyarüstemi ile, havası biraz söndü Ceylan’ın gözümde, yine de çok önemli ve değerli bir noktadaydı. Bir Zamanlar Anadolu’da’yı ben de çok sevmiştim ama bazı “değişimleri” görünce tedirgin olmuştum. Kış Uykusu çok güzel filmdi, değişim sürüyordu ama Ceylan destur istemişti, kekemeydim ben, o yüzden şimdi biraz çok konuşuyorum, diyordu. Sonra Ahlat Ağacı geldi ve işin tadı iyiden iyiye kaçmaya başladı. Ne oyunculuklardan tatmin oldum ne anlatıdan, kurgudan. Bir tek ana karakterin babası, İdris, Murat Cemcir derinlikli ve hoştu, gerisinde konuşmaya değer bir şey bile bulamamış, çokça eleştirdiğim Kış Uykusu’nu bile defalarca kez zevkle seyreden ben Ahlat Ağacı’na bir kez daha dönüp de bakmamıştım.

Sonra Kuru Otlar Üstüne’nin haberi geldi. Çok özlediğim Ceylan sinemasına kavuşma hayali hayal kırıklıklarımın önüne geçti ve ben hevesle beklemeye başladım. Şahane bir şey olacaktı! Sonra Merve Dizdar Cannes’da ödül aldı, aklıma geldikçe yeniden yeniden ürperdiğim bir duygu yaşattı bana bu olan. Sinema, sanat! Geriye ne kaldı, film vizyona girecek ve izleyeceğim.

Hafta sonu akademik hayatımın önemli gelişmelerinden birini atlatıp akşamına sinemaya gitmeyi koymuştum kafama. Pazar günü akşam gidebildim ancak. Filmin açılışı, kar, köy, daha önce de söylediğim gibi, benim çok çok sevdiğim şeyler. Zorunlu hizmeti yüzünden orada bulunan, terörist adayıyla da jandarmayla da iyi geçinen, yüzeyselin de yüzeyseli öğretmenimizin maceraları. Haydi bakalım, anlat şimdi.

Olmadı ama, anlatamadı Ceylan. Samet karakteri biraz Aydın, biraz İsa biraz Sinan… Fakat Samet değil. Onu geçtim, film biraz Kasaba, biraz Uzak, çokça Bir Zamanlar Anadolu’da, ara ara da Ahlat Ağacı.

Ama ne bu filmlerdeki (Ahlat Ağacı hariç) samimiyet ne de sanatının hazzını duyumsadım. İnanılmaz bir hayal kırıklığı… Evet güzel söyledin, ama bunları daha önce de söyledin. Evet filmin zirvesine çıkarttığın anda “Şşt seyirci, bak bu bir film! Unutmadın değil mi?” diye işaret gönderdin, evet unutmamıştık, bütün o kitabî diyalogların sayesinde unutmak mümkün değildi. Sonra Merve Dizdar, ismi açıklanırken neden o kadar şaşırmış, şimdi anladım, iyi oynamış şüphesiz, fakat en iyi kadın oyuncu ödülü? Hayır! Kesinlikle hayır!

Ve: Öğretmen ve öğrencisi arasındaki ilişki. Nasıl yazılmış biliyor musunuz? Hiç orta okulda öğretmeniyle bağ kuran kız çocuğu görülmemiş, tanışılmamış, bu duygu hiç tadılmamış, hiç gözlemlenmemiş gibi. “Böyle bir şey duyduk, hmmm böyle olur olsa olsa” der gibi.

Bana vermek istediği tüm mesajları olmasa da çoğunu almışımdır yönetmenin. İnsanlığa dair, politikaya dair, iyilik ve kötülüğe dair, insanın karanlık tarafına dair, ne bileyim.


The Banshees of Inisherin’de bir sekans var: kahramanımız Padraic en yakın arkadaşı olan Colm’un kendisiyle artık arkadaşlık kurmak istemediğini öğrendikten sonra süt satmak için kasabaya gider, o sırada orada bulunan polisle arasındaki gerilim sonucunda polisten dayak yer, yere, çamurlara düşer. Colm bunu görür, yanına gelir, artık arkadaşı olmak istemediği bu adamı kaldırıp arabasına bindirir, kendisi de biner ve arabayı sürer. İşte burada Padraic ağlamaya başlar. Beni binbir parçaya ayırsanız aynı duyguyu hissederim, nasıl bir duygu yoğunluğu, nasıl bir oyunculuk, nasıl bir “insanı anlamak” yetmezmiş gibi nasıl bir “insanı anlatmak”…

Bir savaş filmi, öyle ki hem ülkeler arasındaki savaşı, hem aynı kanı taşıyan milletlerin savaşı, hem insanların savaşı, hem insanın içindeki savaşı bu yalın, tertemiz anlatımı olan filmde bulabilmek muazzam.

Bazen gerçekten tek bir soru sormak gerek, sadece bir tane.

 

5 yorum:

  1. Gündüz okumuştum yazıyı, dedim sonra bir daha oku... Çok beğendim, keyifle baktım senin gözlerinden filme.... Seni o kadar iyi anladım ki, otursak saatlerce konuşabiliriz film üzerine lakin bakış noktası ve onunla birlikte bakış açısı denen iki meret de var işte... Benimkiler bana bir izleyicisin sen dediler, bir de eklediler "aslolan bana geçen duygudur dersin ya" diye. Ben filmden aldığım zevk noktasında aynı yerdeyim ama seni de anlamış durumdayım:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. keşke ben de zevk alsaydım, tek dileğim buydu. olmadı. önümüzdekilere artık kısmetse sevgili buraneros :)

      Sil
  2. Nuri Bilge Ceylan'ın son filmi, izlemeyi çok istediğim filmler arasında ilk sıradaydı. Ancak beki eski bir alışkanlıkla sinemada büyük perdede film izlemekten daha çok keyif alıyorum. Film hakkında öyle çok şeyler söylendi, yazılar yazıldı ki ilk kez farklı bir görüş şaşırttı beni. Ancak bazen öyle olur, çok okunan kitaplar, ödül alan filmler büyük bir beklentiyle birlikte bir hayal kırıklığını da beraberinde getirir insana.
    İçtenlikle yazılmış film eleştirilerinizi okuyunca yoğun bir izleme isteği duydum.
    Esen kalın.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. film sinemada, kocaman bir perdede keyifle seyredebilirsiniz Makbule Hanım :) elbette kötü bir film değil, ben hem yönetmenin kendi sineması içinde hem de kendi içimde ona bir yer bulamadım sadece. umarım çok severek izlersiniz. çok sevgiler

      Sil
  3. Ah Jenny 😔 H.

    YanıtlaSil