27 Aralık 2023 Çarşamba

Beni ne kurtaracak, ya da kimin sanatı? Zeki, Nuri ve Ben.

Önceki gün Kırmızıkedi’nin Beşiktaştaki mağazasında Sylvia Plath’in Günlükler’ini görünce heveslendim, 200 lira kitap, %25 indirimli, Amazon’da 120 lira. Bıraktım çıktım. Dün geldi kitap. Sırça Fanus’un ilk sayfaları günlük gibidir biraz, o kadar severim ki. Yüzlerce sayfa sürse okurum, gibi, öyle bir sevgi. Günlükler’i elime aldığımda ise içim hem sevinç hem burukluk hem korkuyla doldu. Çok etkilenmekten, dağılmaktan, zaten zor bir arada tuttuğum parçalarımın oraya buraya savrulmasından korktum. Birkaç sayfa okuyup kitabı kenara bıraktım. Gidip epeydir beni bekleyen “My Dinner with Andre” filmini açtım. Bu sırada S. dolabını yatağa dökmüş, topluyor. Toz duman, Andre durmaksızın konuşuyor konuşuyor konuşuyor.

Çok kısa süre sonra, önceki günden kalan uykusuzluğumun bastırması ile gözlerim kapandı.

Sabah yolda, onlarca aracın içinde, arabaların kırmızı ışıklı götlerine bakarken, gerçekten bir şeyler yazma başarısını gösterebilip gösteremeyeceğimi sorguladım. Gerçekten…

Sonra karşıma Zeki çıktı muhteşem tavrıyla. Nuri Bilge ile meseleleri yine gündemde. En sevdiğim. Nuri Bilge Ceylan’ın sinemasını çok severim, şahsından emin değilim. Zeki Demirkubuz’un sinemasını da çok severim, şahsına da bir ilgim sevgim vardır. Bu tartışmanın büyümesini bekliyorum şimdi oturmuş.

Herkes tarafını seçsin. Ben Zeki'yi tutuyorum. 

Sonra ben yazabilip yazamayacağımı düşünürken blogda hiçbir şey paylaşmadığımı hatırladım ve gelip bunları yazdım.

Demek ki yazabilirim.

Hah!

8 yorum:

  1. magazine o kadar yabancıyım ki, gittim baktım neymiş diye... ayyy neler demişler birbirlerine. nedense sanat sanatçıdan bağımsız ele alınamaz hale geldi. egoları mıdır, sanatçıların insan ilişkilerindeki yeteneksizlikleri midir.. kaba kaba sözler, dalaşmalar, oysa ikisinin de filmleri ne kadar naif, insana özgü...
    bu nedenle ben otobiyografilerden de uzak duruyorum, kafamda böyle ulvi bir yerlerden akan bir "sanat" var, sanatçı aracı gibi... ama işte ille de "bunu yazan / çizen / yaratan nasıl biri ola ki" merakı insanların......

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. canım c. yıllar yılı üzerine çok düşündüğüm çok da konuştuğum bir konu bu. hatta bir arkadaşımla aramı açmıştır: sanatçıyla sanatını aynı şeymiş gibi ele alıp değerlendirirsek bence elimizde kimse kalmaz. o dönem çok çok beğendiğim bir filmin oyuncusu Hollywood'da tacizle suçlanmıştı. arkadaşım benim bu filmi tavsiye etmemi doğru bulmamıştı. ben de oyuncusu ahlaksız diye sanat eserini dışlamayı doğru bulmuyorum. bir sürü yazar, şair, düşünür.. baktığın zaman, hem de öyle derinlemesine de değil, o kadar büyük rezilliklerle karşılaşıyoruz ki.. hepsini çöpe atmalı mıyım? bence değilim. o adamın, tacizci aktörün bir daha iş bulamamasını, dışlanmasını, ceza almasını isterim. fakat o adam o filmde diye o filmi çöpe neden atayım?

      konu özelindeyse, Zeki'nin tavrı hep aynıydı sanırım, onun sanatı da öyle, olduğu gibi, kaba diyorsun ya sen dilinden dolayı büyük ihtimalle, öyle biri zaten Zeki, ama bana göre hani arkanı döndüğünde ne yapacağı belli olmayan biri değil. samimi. neyse o.

      bu mesele yıllardır fısıltı gibi dolaşıyordu. şimdi böyle yükselince çok keyifli geldi bana. çekirdeklerim hazır bekliyorum ben :)

      Sil
    2. İşte ben de senin gibi düşünüyorum. Bana ne adamın tacizciliğinden, sanatı ayrı kişiliği ayrı diyorum ama tabii ki bu da tacize evet demek anlamına gelmiyor, duyarsızlık olduğunu da açıkcası sanmıyorum. Tacizciyse o mahkemelerin görevidir, okurun görevi değil.. Ama bu evet biraz sanatı sanatçıdan ayırmak (belki bir tanrısallık eklemek) / sanat ile sanatçıyı özdeşleştirmek (sanatçıyı insan olarak görmek) ile ilişkili bir ikilem :) Aaaa hiç insan arkadaşından bu nedenle uzaklaşır mıymış yahu, hep aynı şeyleri düşüneceksek arkadaşlığın anlamı ne, yerimizde sayalım körler sağırlar birbirini ağırlar :)) Neyse çok konuştum ama benzer düşünüyoruz.
      Zeki'yi de Nuri'yi de tanımıyorum ama sanatları ikisinin de çok hoşuma gidiyor..... Belki sanat dünyasında bu tip çekişmeler, point-counterpoint'ler olmasa, sanat da sızamaz o çatlaklar arasından.... Haydi bakalım, ama umarım iş "bi tane tepesim geldi"yle kalır diyeyim ne diyeyim sevgili Elisabeth ;)

      Sil
    3. o kadar sevindim ki şu yoruma. kendi fikrimden emin olmadığımdan değil de hani aynı şeyi düşünen biri var, mutluluğu. insanın ne kadar ihtiyacı var buna, benim ne kadar varmış :)

      arkadaşlığımız epey yıpranmıştı galiba, bu da son damla oldu her ikimiz için de. bazı arkadaşlıkların kendisi kadar güzel oluyor bitmesi de, bir süre sonra sırtında yük oluyor çünkü. bunu ne yazık ki birçok kere deneyimledim.

      iyi ki varsın canım C.

      Sil
  2. Zeki'nin dediklerine, bilhassa "sevmediğini takip etme manyaklığı" üzerine söylediklerine çok ama çok katılıyorum. Gerçekten bomboşa harcanmış bir zamandan fazlası olmuyor.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. bunu ara sıra yapan biri olarak söylüyorum, bazen "ne yapıyor bu gereksiz" diye de dönüp bakmıyor muyuz? elbette bir "takip" sayılır mı emin değilim ama insandaki bu merak duygusu her zaman sevdiklerimize yönelmiyor ki.. tabii o sevgisizliğin altında belki başka duygular yatıyordur, o ayrı bir konu. ama Zeki haklı :)

      Sil
  3. Enn sevdiğimiz blogger'lardan, çok sevgili Elisabeth Vogler'in yeni yılı kutlu olsun, ayrıca enfes yazılarını daha sık okuma imkanı yaratsın 2024:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. canım Buraneros, asıl enn sevdiğimiz blog yazarı sensin :) şahane bir yıl olsun, enn sevdiklerimizle, enn güzel günleri, anları yaşadığımız.

      Sil