Loş ışıkta kocaman olmuş gözlerine bakıyorum. Bir dakika bile
olmamış onu kızdırıp kaçırtalı. Yine de tuhaf bir meydan okumayla kolumun
altına girip yatıyor. Onun sevmek anlayışı da biraz benimki gibi, kızmakta,
kavga etmekte hiçbir beis görmüyor: elimi kolumu paramparça da etmiş olabilir
az önce. Bana ölümüne sinirlenmiş de olabilir, canını yakmış da olabilirim. Fakat
işte sevgimden de emin. Gelmek ve benimle yatmak istiyorsa geliyor kolumun
altına, ne yaşanmış olursa olsun. Yanlış bir şey yaptığında gözleri yine
kocaman, bıyıkları aşağı düşmüş öylece beklerken, bunun üzerine bir de
yanlışlıkla kuyruğuna basmışken, gelip üzerime çıkıp, kafasını boynuma gömüp
uyuyabiliyor.
O kadar çok bana benziyor ki bazen…
Ama, belki de benim sahip olmadığım, o bütün sancıların
temelinde yatan “sevildiğine inanç” onun en büyük silahı. Hiç şüphesi yok. En kızdığım
anlarda bile şüphe ettiğini sanmıyorum.
Küçük kedimi, büyüğüne (renkleri) benziyor diye aldım, 6
kardeşlerdi, yeni doğmuşlardı, anneleri ölmüştü, telef olacaklardı, şunu biz
evlat edinelim, diye başladı, tüm yavrular sahiplenildi. Bizim deli kız da
parmak kadarken geldi böylece. Neye niyet neye kısmet: Büyük kedime hiç benzemiyor
ne fiziki yapısı ne tüyü ne huyu ne sevmesi ne kızması. Hiç ama hiçbir şeyi. Bazen
bu kadar farklı oluşları beni büyülüyor. Bazen de “bari biraz benzeseydin” diye
hayıflanıyorum.
Fakat işte şu küçücük haliyle, hayatımızdaki bir senelik
varoluşuyla öyle büyük bir alan kaplıyor ki…
Bunun da farkında mıdır acaba?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder