Hani o yaz tatillerinin katlanılmaz sıcak boşluğu.
Salıncakta sallanıyorum. Elimde kitabım var, Tarık Dursun K. Alo, Harika Hanım, Nasılsınız? Sabahın körü. Görece serin. Bir yandan okuyorum bir yandan da henüz ilkokuldayken arkadaşlarımın evinde rastgele çevirdiğimiz telefonla ulaştığımız Türkan Ablayı düşünüyorum. Bebeği vardı gibi kalmış aklımda, arayıp arayıp duruyorduk kadını çocuk aklımızla, rahatsızlık etmek değildi derdimiz, kendimizce sevmiştik onu. Konuşmak istiyorduk sadece. O da çok kibardı bize. Kızıp bağırmamıştı da hiç arkadaşın annesiyle konuşmuştu. Yine kibarca aramamamız konusunda uyarılmıştık. Çocukluğum bu evde geçmemiş de olsa, bu eve ne zaman gelsem içimdeki geçmiş özlemi sürekli depreşip duruyor. Neden sonra annem geliyor. Yazlık tiril tiril mavi yeşil elbisesiyle balkona çıkıyor. Beni görünce önce kısa bir şaşkınlık sonra kocaman bir gülümseme yerleşiyor yüzüne. Uyanmış mıyım? Kahvaltıyı ben mi hazırlamışım? Bu küpe çiçeği bir anda küsmüş. Onu nereye koyacağını bilememiş. Ama üzülmüş, çünkü çok güzelmiş bir anda boynu bükülmüş. Ama annem ona ne yapacağını bilirmiş. Saksısıyla çıkıyor balkondan. Ben de okumaya devam etmiyorum. Evin insanları birer birer uyanıyor.
O yaz tatili sıkıntılarını bir güneşin altında geçen romanlardan
duyumsarım, bir de işte şimdi oturduğumuz dinlenme tesisinde. Çay içiyoruz. Epey
yorulmuşuz. Kalabalık, her şeyli dinlenme tesislerinden farklı. Bir kalabalık
aileli masa bir de birkaç adamın oturduğu masa. Kahve makinasını görünce
termoslara kahve almayı planlıyoruz. O sıralarda bu sakin, aşırı sarı ve aşırı
sıcak dinlenme tesisi bana çocukluğumun, yapacak hiçbir şeyin olmadığı yaz
tatillerini anımsatıyor. Tüm varlığımla hissediyorum o sıkıntıyı. Dışarı çıkılmaz,
hem sıcak hem kimse yok. Arkadaşlarımın anneleri genellikle dışarı çıkmalarına
izin vermez, evde durmalı ev işi yapmalılar. Sonra bazısı köyüne gitmiş ya da
şehir dışına. Evimiz ıssız olmadı da genelde bu sıkıntı nereden çıkıp gelirmiş
o zamanlar. Fakat işte capcanlı, karşımda. Bulantı geçiyor midemden. Tek başınalığımın,
güneşin ve sıcağın bulantısı. Sorduklarında “çok güzel bir çocukluk geçirdim”
derim ki inanırım da ki çoğunlukla hala gerçek öyleymiş gibi geliyor. Yine de…
Bilge Karasu’nun Troya’da Ölüm Vardı’sı bana aynı hisleri
hatırlatacak kadar sarı ve sıcak geliyor. Herhalde o muhteşem kitapla
önümüzdeki birkaç gün yeniden haşır neşir olacağım.
Sonra bir de Orta Asya var bakın;
Niye okuduğum yazı bir romanın henüz ortalara varmamış sayfalarından biriymiş gibi geldi. Acaba yazarın üslubundan kaynaklı olabilir mi? Senin yazılarından aldığım lezzet bu. Belki de çok kere yazılarına benzer cümleler yazmış olabilirim. Ama ne yapabilirim, bilmeden tekrara düşüyorsam da... Değil mi:)
YanıtlaSilcanım buraneros, böyle şeyler duymak çok güzel, senden duymak çok çok güzel :)
Sil