Budala!
Prens bir adım, bir adım daha attı ve durdu. Yatağın başında öylece iki dakika kadar durdu; ikisi birden hiç konuşmadan duruyorlardı. Kalbinin vuruşları, odanın ölüm sessizliğinde herkes tarafından duyuluyormuş gibi geliyordu Prense. Gözleri karanlığa alışınca yatağı ve yataktakileri ayırt etmeye başladı: yatakta boylu boyunca uzanmış, kımıltısız uyuyan biri vardı; en ufak bir hışırtı ya da soluk sesi duyulmuyordu. Uyuyanın üzerinde başından ayaklarına dek beyaz bir çarşaf vardı; ama kol ve bacak kabartıları belirsizce de olsa seçilebiliyordu. Etraf dağınıktı: yatağın ayak ucunda, hemen oracıkta duran koltukta, yerlerde giysiler, -özellikle de göz alıcı beyaz ipek bir giysi- çiçekler, danteller, tüller, kurdeleler görünüyordu. Yatağın başucunda duran küçük sehpada gelişi güzel fırlatılmış pırlantalar ışıldıyordu. Ayak ucunda, beyaz bir dantel yığını arasından, mermerden yapılmışı andıran çıplak bir ayak ucu görünüyordu; korkunç hareketsiz bir ayaktı bu. Prens manzaraya baktıkça odadaki sessizliğin ve ölüm havasının daha bir koyulaştığını hissediyordu. Birden uyanan bir sineğin vızıltısı duyuldu, hızla uçup yatağın başucuna konan sinek sustu; Prens ürperdi.