31 Mayıs 2011 Salı

O.


"Bu, son yazdığım hikayelerden biri. Bunun gibi daha birçok hikaye birikti. Hikayelerimin hepsi kafamda. Hepsini çok iyi hatırlıyorum. Henüz hepsini yazmış olmayabilir. Şimdi bazı geceler, eski alışkanlığımla, gece yarısı uyanıyor ve bu yeni hikayelerimi sepetime -ya da genç kadının sepetine, ya da şimdi ölmüş bulunan genç yahudinin sepetine- özenle yerleştiriyorum, demiryoluna çıkıyorum. Artık tren geçmiyor buradan. Son günlerde istasyon şefini nedense ortalarda göremiyorum. İzinli olduğunu sanıyorum -çünkü yıllardır hiç tatil yapmamıştı. Onun elbiseleri de şimdi benim üzerimde. Giderken yerine beni bırakmış olmalı. Trenler de nedense uğramıyor. Neyse, bunlar önemsiz ayrıntılar.

Korkuyorum, çünkü buradan gitmek istiyorum. Bakkal daha veresiyeyi
kesmedi. Fakat bu durum artık bir süre daha bile süremez. Bakklandan utandığım için soramadım, bir zamanlar -bir süre önce- aynı çekingenlik yüzünden kundura tamircisine de soramamıştım: Bir mektup yazmak istiyordum, ama adres bilmiyordum. Yani hiçbir adres bilmiyordum. Bana inanmazlardı, bunun için utanıyordum. Bana herhangi bir adres söyler misiniz? diyemezdim. Oysa herhangi bir adres yeterliydi benim için. Bir zorluk daha vardı o zamanlar. Şimdi de var -yani bir süre geçtiği halde- kendi adresimi de bu mektupta yazmak sorunu beni düşündürüyor. Bu hikayemi, ekspres ya da posta treni artık -belki de sadece belirli bir süre için- geçmediği halde, bir yolunu bularak okuyucularıma -artık müşterim kalmadı- iletebilsem bile, nerede bulunduğumu nasıl anlatacağım? Bu sorun da beni düşündürüyor. Ama gene de ona yazmak, hep onun için yazmak, ona durmadan anlatmak, nerde olduğumu bildirmek istiyorum.

Ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesin acaba?"



Demiryolu Hikayecileri.

29 Mayıs 2011 Pazar

Terabithia Köprüsü

Yıldızlarla oynayabilmeyi istemiştim hep. İstediğim yere çekiştirebilmeyi ve gökyüzünde kendi resmimi yapmayı...


25 Mayıs 2011 Çarşamba

California Dreamin' On Such a Winter's Day



Noldu biliyor musunuz? Dünden beri aynı şarkıyla...
İstanbul Film Festivali'nde izledim Chungking Express'i. İşte şimdi kafamda dönüyor o sahneler.
Ne kadar güzel bi kızdı diyip duruyorum. Ama şarkı asıl...
Yanlış hatırlamıyorsam Tepenin Gözleri filminde de kullanmışlardı bu şarkıyı, o zaman da ablam sardırmıştı. Beraber kaldığımız zamanlarda sonuna kadar açıp uyanmama sebep oluyordu.

Neyse işte. Böyle başladık...
Bakalım gün nasıl gidecek..

18 Mayıs 2011 Çarşamba

Küfür Gibi Birşey, Ama O Kadar Güzel Değil.

"Kendimi öldürmeden önce bana varoluştan yana güven verilmesini isterim, kuşku duymamak isterim. Yaşam, benim gözümde, olguların belirginliğini ve akılda uyumlu biçimde birleşmelerini onaylamaktan öte bir şey değil. Ben, olguların toplanıp birleştiği zorunlu bir buluşma noktası gibi duymuyorum kendimi artık; şifalı ölüm, doğadan ayırarak iyileştiriyor bizi; ama ya ben, olgulara yol vermeyen acıların ürünüysem?"

Çok bencil bir insanmışım. Hayatı kendimi yakıştıramayacak kadar da değil heralde, dedim. "Ne kadar kibirlisin!" dedi, "Dünyanın etrafında dönmesinin nasıl bir duygu olduğunu tahmin bile edemezsin!" dedim. 
Kahve falı da baktırdım. Bazı harfler çıktı. Boktan insanların isimlerinin baş harfleri m? Lütfen siktirip bir an önce gitsinler. Böylesi hepimiz için...
Kendime olan güvenim yerle yeksan. Neyim ben, demeye korkuyorum. Elimde yarım yarım bir sürü kitap. Hepsini çöpe atıp yakmak istiyorum. İstediğim neyi yapabiliyorum ki bunu da...
Kendine gel! "Kendine"...


"Çünkü yaşamın kendisi, bir çözüm değil; yaşam, seçilmiş, benimsenmiş, belirlenmiş hiçbir varoluş türüne sahip değil. Yaşam yalnızca, istekler ve olumsuz güçler dizisidir, tiksindirici bir rastlantıya bağlı koşullara göre amacına ulaşan ya da başarısızlığa uğrayan küçük karşıtlıklar dizisidir. Kötülük, her insana, eşit ölçüde verilmemiştir, deha da öyle, delilik de. Kötülük gibi , iyilik de, koşulların ve etkisini kimisinde çok kimisinde az gösteren bir mayanın ürünüdür."

Aslında çok da ilgiliymişim insanlara karşı. Ama olgunluk seviyem olması gerekenin altındaymış. Dedim ki "bu her akşam sahilden gelen konser seslerini n'apıcaz? Her boka verilecek bir cevabın var. Kaltak konuşsana!" 
Bence bana katlanmak zorunda olması onun da zoruna gidiyor, tıpkı benim gibi. Yapacak birşey yok. Ben kendi sancılarımı onunla konuştukça seviyorum. O beni sıradan bir insan olarak mutlu olacağıma ikna etmeye çalışırken ben bencilliğim, kibrim, insanlara uzaklardan bakıp günlerce uyumamın aslında "mutlu" olmaktan daha güzel olduğunu düşünüyorum.


"Tanrı ne dedi buna?"

Ben de bilmiyorum. Bilmek de istemiyorum. Bundan sonra n'olacağını bilmek için fal baktırmıyorum ben. Çünkü "aa lan çıktı valla" demek hoşuma gidiyor sadece. "Sik görmüştün ya, hah işte o da çıktı!"
Derdimi anlatamadığımı mı anladım. Hayır. Ben hiçbir şeye inanmıyorum. Kendime de, söylesenize bu neyin eseri. Bence bir düşün, dedi. Beş para etmeyen aklıyla düşünmemi önerdi. Tamam dedim. Bak düşünüyorum da şimdi, hatta yazıyorum bile.


"Yaşamı hissetmiyordum; değer yargılarıyla ilgili her kavramın dolaşımı, bende, kurumuş bir ırmaktı. Yaşam, bir nesne, bir biçim değildi bende; bir dizi mantık yürütmeydi yalnızca. Ama boşuna işleyen, bir yere ulaştırmayan mantık yürütmelerdi bunlar ve bende, irademin kesinleştiremediği "taslaklar" biçiminde kalıyorlardı."

İntihar insana güç katıyor. Ölebilirim'den çok, öldürebilirim'in kudretini damarlarımdaki beş para etmez kanda bulabiliyorum. Bir cesaret değil bir korkunun eseri, diyenler bile oluyor. Bunu yapabilmek Tanrıya inanan biri için çok zor, düşünsene affetmiyor ki. Bunu yapabilmek bir ateist için çok zor, düşünsene bitti, daha yok. Bunu yapabilmek kimin için kolay? Nilgün Marmara için mi. Saçmalamayın.

"Buradan intihar durumuna geçmem için de benliğimin bana geri dönmesini beklemeliyim, varlığımın tüm eklemlerini özgürce oynatabilmeliyim. Tanrı beni, umutsuzluğun içine bıraktı, sanki ışıkları bana ulaşan çıkmazlar burcunun ortasına bıraktı. Ben artık ne ölebiliyorum, ne yaşayabiliyorum, ne de ölümü ya da yaşamı istememezlik edebiliyorum. İnsanların tümü de benim gibi."

Dağılabilirsiniz.
İntihar Üzerine / Antonin Artaud

14 Mayıs 2011 Cumartesi

Reservoir Dogs

biz bahşişe inanmayanların kutsal filmi.

13 Mayıs 2011 Cuma

12 Mayıs 2011 Perşembe

Little Miss Sunshine (Küçük Gün Işığım)




 Uzun zamandır bir film izlerken bu kadar gülmemiştim.

1 Mayıs 2011 Pazar

V for Vendetta

İyi ki bu kadar geç izlemişim