12 Kasım 2012 Pazartesi

"İnsan yaşadığı yere benzer"

-Yolları kim yarattı?
-Allah.
-Dağları kim yarattı?
-Allah?
-Arabaları kim yarattı?
-Allah.

Hiç uyumadım. Ben yollarda uyurum. Arada bir gözümü açtığımda sapsarı yollar görürüm. Mutlu olurum. O gün hiç uyumadım. Arkamdaki iki ufaklığın tertemiz sesleri doldu kulağıma. Ağbisi ağbilik yapıyordu. Ağbileri Allah yaratmıştı.

Bir karışıklık olmuş, annesini yanıma verdiler. İki çocuğuyla ez an on sekiz saat süren yolculuğa çıkan, cevval, genç bir kadın. Güzel de. Bir süre konuşmadık. Sonraki bir süre konuştuk. Sonra ben indim. Sonra dediğim nereden baksak on saat.

O gün o otobüste neredeyse hiç uyumadım. Annesi koridora yatak yaptı küçük için. Ağbisi koltukta uyudu. Molalarda birlikte indik annesiyle. Birlikte içtik sigarayı. Çok soğuktu gece üçte dinlenme tesisleri. Çok kalabalıktı. Otobüs yerleşirken koridoru kullansın diye yolcular küçüğünü kaldırdı annesi. Kucağında uykusu açılmasın diye bekletti. Sonra tekrar yatırdı. Küçük uyudu. Anneleri Allah yaratmıştı.

Yollar şarkılar gibiydi. Benim çaldıklarımla da, şoförün çaldıklarıyla da. Kimseye söylemeyemediğim şeyleri usul usul anlattım ben, o çocuklar kulağımın dibinde fısıldaşırken. Bir saat olmadan "Anne geldik mi İstanbul'a?" diye soran çocuğun saf ağzıyla anlattım. Dinleyen var mıydı? Olmalıydı. Çünkü yolları Allah yaratmıştı, yarattığı şeyleri yalnız bırakmamıştı, beni dinliyor olmalıydı.

Gecenin karanlığında da hiç uyumadım ben o gün. Kafamda binlerce olay yaşadım. Her birini tek tek, tekrar tekrar. Sorsam geceyi Allah yaratmıştı, kafamı, olayları, beni Allah yaratmıştı. Sorsam onları Allah yaratmıştı. Sormadım.

-Gökyüzünü kim yarattı?
-Allah.
-Bulutları?

8 Kasım 2012 Perşembe

Henüz yere bir çiğ tanesi gibi düşüp dağılmamıştık. Öldürülen Tatar kızına çok benzeyen o kadın Alaaddin'i bulamamış, ben İbrahim'i kaybetmemiştim. Bazı kitapların yazarları yayıncı kapılarında helak oluyordu, trenler tıklım tıklımdı. Henüz sigara içmek için dışarı çıkmamız gerekmiyordu ve hiç kimsenin babası akciğer kanseri değildi. Beyoğlu'nda çok güzel şapkalar satılıyordu. Erkin Koray müthiş arabesk şarkılar yapıyordu. 

4 Kasım 2012 Pazar

"Gözlerini kapar kapamaz, uykunun serüveni başlıyor."

Çok beceriksizim.
Korkuyorum.
Çoğu şeyi yapmak istemiyorum, yaptıklarımı elime yüzüme bulaştırıyorum.
Utanıyorum.
Aptalım.


Bu senin yaşamın. Bu sana ait. Önemsiz servetinin tam bir dökümünü yapabilir, ilk çeyrek yüzyılın kesin bilançosunu çıkartabilirsin. Yirmi beş yaşındasın ve yirmi dokuz dişin, üç gömleğin, sekiz çorabın, artık dokunmadığın birkaç kitabın, artık dinlemediğin birkaç plağın var. Başka şeyleri hatırlamayı canın hiç çekmiyor: ne aileni, ne öğrenimini, ne aşklarını, ne dostlarını, ne tatillerini, ne de tasarılarını. Yolculuklara çıktın ve dönüşte yanında hiçbir şey getirmedin. Oturuyor ve beklemek istiyorsun sadece, bekleyecek bir şey kalmayana kadar beklemek: Gece olsun, saatler vursun, günler geçip gitsin, anılar silikleşsin. 
Seni bile bıktırdım mı kendimden diye korkuyla elime aldım.
Hala sıcacık. Hep aynı.

1 Kasım 2012 Perşembe

Ziyanlık.
Hep bir karanlıkmışım. Öyle söylediler de, ışıl ışıl parlamalarımı hiç kimse bilmez.
Sonra hep özlemler. Telefona giden eller. Her halini özledim.
Umay Umay. Birsen Tezer. Sonra yine Fikret Kızılok. Nedense bir süre sonra Nazan Öncel. Hep Nazan.
Hayat güzelmiş. Miş.
Içimde büyüyen bir çığlık var. Dağlar tepeler yetmiyor. Insanlar da yetmiyor insansızlık da. Yetmiyor, yetiremiyorum.
Yağmur yağarmış. Utanmadan.