30 Temmuz 2013 Salı

Şarkısız Gecelerin İlki


Bilge'li bir gece olsun bu o zaman. Şarkısız olsun. 

Şarkısız Gecelerin İlki. 

16 Temmuz 2013 Salı

Sevgili Franz,

 Aşağıda romanının bir bölümü var. Kaç kere okursam metnin bütün sırrına vakıf olurum? Bir çok kere denediysem de hala kendimi tam anlamıyla başarılı hissetmiyorum. Tavsiyene ihtiyacım var.  
Sevgiler..
Senin, Elif. 


Franz Kafka-Dava
Dokuzuncu Bölüm

....


"Adaletle uğraşanlar arasında bulunmaz birisin. Bir çoğunu tanırım, hiçbirine senin kadar güvenmiyorum. Seninle açıkça konuşabilirim."
"Yanılgıya düşme," dedi rahip.
"Ne konuda yanılıyor olabilirim ki?" diye sordu K.
"Adalet konusunda yanılıyorsun," dedi rahip. Yasanın giriş kısmında bu yanılgı konusunda şöyle denir:
"Yasa önünde nöbet tutan bir bekçi vardır. Taşralı bir adam bir gün ona gelip yasaya girme izni ister. Ancak bekçi, o anda izin veremeyeceğini söyler. Adam düşünür ve daha sonra girip giremeyeceğini sorar. 'Belki' der bekçi, 'ama şimdi olmaz.' Bekçi, her zamanki gibi açık duran kapının önünden çekilir ve adam içeriye bakmak için eğilir. Bunu gören bekçi güler ve şöyle der:

'Madem ki girmeyi bu kadar çok istiyorsun, beni aşarak içeri girmeyi dene bakalım. Ama bil ki ben güçlüyüm. Üstelik bekçilerin en küçüğüyüm. Her bir salonun girişinde git- gide daha güçlü bekçilere rastlayacaksın. Üçüncüsünden itibaren, onların görüntüsüne ben bile katlanamıyorum.' Taşralı adam bunca zorluk çıkacağını beklememiştir. Yasanın herkese her zaman açık olduğunu sanmıştır. Oysa şimdi, bekçiyi daha iyi inceledikçe, onun kürkünü, kocaman sivri burnunu ve uzun, seyrek ve Tatar tarzı kara sakalını gördükçe, girmesine izin verilinceye dek beklemeye karar verir. Bekçi ona bir iskemle verip kapının yanına oturtur. Adam günlerce, yıllarca oturur.
İçeri girme iznini koparabilmek için girişimlerini sürdürür ve yalvarışlarıyla bekçiyi yorar. Bekçi arada bir onu küçük sorgulamalara tabi tutar, köyü ve daha bir sürü konu hakkında sorular sorar, ama bunlar büyük toprak ağalarının sorduğu türden suya sabuna dokunmayan sorulardan ibarettir ve her sorgunun sonunda, içeri girmesine izin veremeyeceğini söyler. Yolculuk için yanında çeşitli malzemeler bulunduran adam, çok değerli olsalar da, bekçiye rüşvet vermek için hepsini kullanır. Bekçi her şeyi alır, ama bir yandan da, 'Sırf bir şeyleri ihmal ettiğini sanmayasın diye kabul ediyorum' der. Adam, yıllar boyu beklerken sürekli olarak bekçiyi inceler.

Diğer nöbetçileri unutur, onun Yasa'ya girmesine izin vermeyen ilk ve tek kişi olduğunu düşünür. İlk yıllarda, talihin zalimliğine yüksek sesle lanetler okur. Sonraları, yaşlandıkça, homurdanmakla yetinir. Çocuklaşır ve bekçiyi incelediği uzun yıllar boyunca, sonunda kürkünün yakasındaki bitleri bile tanıdığı için, onlardan bekçiyi yumuşatmasına yardımcı olmalarını rica eder. Sonunda gözleri zayıf görmeye başlar ve etraf gerçekten karanlık mı, yoksa gözleri mi onu yanıltıyor, bilemez hale gelir. Şimdi de, karanlığın içinden, durmadan parlayan bir ışık seçmektedir. Artık ölüme yaklaşmıştır. Ölmeden önce, beyninde toplanan tüm anıları, bekçiye henüz sormadığı bir soruya dönüşür. Kaskatı kesilen bedenini doğrultamadığı için de, bekçiye yanına gelmesi için bir işaret yapar. Bekçi üzerine iyice eğilmek zorunda kalır, çünkü aralarındaki boy farkı alabildiğine değişmiştir. 'Daha ne öğrenmek istiyorsun? Bir türlü doymak bilmiyorsun' der. 'Herkes yasayı öğrenmek istediği halde, nasıl oluyor da uzun süredir benden başka hiç kimse içeri girmek istemedi?'
Bekçi adamın hayata veda etmek üzere olduğunu görür ve kaybolan işitme duyusuna ulaşabilmek için kulağına gürler: 'Bu kapıdan girme hakkı yalnız sana tanınmıştı, bu giriş sırf senin için yapılmıştı. Ben artık gidiyorum, kapıyı da kapatıyorum.'"

"Demek bekçi adamı aldatmış," dedi K. hemen. Konu ilgisini çekmişti.
"Yargılamak için acele etme," dedi rahip. "Yabancıların fikirlerini düşünmeden benimseme. Ben sana yazılanları anlattım. Orada adamın aldatıldığı söylenmiyor."
"Ama bu çok açık," dedi K. "Bekçi gerçeği, iş işten geçtikten sonra açıklamış."
"Daha önce kendisine sorulmamış ki," dedi rahip. "Ayrıca unutma ki o yalnızca bir bekçiymiş ve bekçi olarak üzerine düşen her şeyi yapmış."
"Neden üzerine düşen her şeyi yaptığına inanıyorsun?" diye sordu K.
"Bence yapmamış. Görevi yabancıları uzaklaştırmak olsa bile, kendisi için yapılmış giriş kapısından adamın geçmesine izin vermesi gerekirdi."
"Metne yeterince saygı göstermiyorsun," dedi rahip. "Öykü içinde, Yasa'ya giriş konusunda bekçinin iki önemli açıklaması var, biri başında, diğeri ise sonunda yer alıyor. İlkinde, adamın o an ; girmesine izin veremeyeceğini söylüyor, ötekinde ise 'Bu giriş sırf senin için yapıldı' diyor. Bu iki açıklama birbiriyle çelişkili olsaydı, belki sana hak verebilirdim, o zaman bekçi adamı aldatmış olurdu. Ama çelişki yok. Tam tersine. Hatta ilk açıklama, ikincisinin habercisi. Bekçinin, adamın daha sonra içeri girme olasılığını göz önünde bulundurmasına izin vererek görevinin dışına çıktığı bile söylenebilir. Anlaşılan, o anda görevi sadece adamın girmesini engellemektir. Birçok yorumcu, bekçinin bu tür bir imada bulunmasına hayret etmiştir çünkü o, kesinlikten hoşlanan biri gibi görünmekte ve görevini titizlikle yapmaktadır. Uzun yıllar boyunca, yerinden ayrılmadan gözetlemiş ve kapıyı ancak en sonunda kapatmıştır. Görevinin önemli olduğunun bilincindedir; 'Ben güçlüyüm' der ve 'Bekçilerin en küçüğü benim' sözlerinden de üstlerine karşı saygılı olduğu anlaşılır. Geveze değildir; metinde de belirtildiği gibi, yalnızca suya sabuna dokunmayan sorular sorar. Açgözlü değildir; armağanları alırken, 'Sırf bir şeyleri ihmal ettiğini sanmayasın diye kabul ediyorum' der. Görevini yerine getirirken ne duygusal olarak etkilenir ne de öfkelenir; oysa metinde adamın bekçiyi yorduğu söylenmektedir. Son olarak da, dış görünüşü bilgiç kişiliğinin habercisidir; kocaman sivri bir burnu ve uzun, seyrek, Tatar tarzı kara sakalı vardır, bundan daha sadık bir kapıcı bulunabilir mi? Ancak kişiliğinde, giriş izni isteyen kişinin yararına olan özellikler de vardır. Az önce de söylediğim gibi, taşralının ileride Yasa'ya girebileceği imasında bulunması bunu açıklamaktadır. Onun biraz saf ve gururlu olduğu -ki bu da saflıktan kaynaklanır- yadsınamaz. Görüntüsüne bile katlanamadığını belirttiği diğer bekçilerin ve kendisinin gücü konusunda söyledikleri her ne kadar doğru olsa da, bunu ifade etme şekli, saflık ve gururun bakış tarzını bulandırdığını göstermektedir. Yorumcular, bu konuyla ilgili olarak, bir şeyi anlarken aynı zamanda onun hakkında yanılmanın mümkün olduğunu söylüyorlar. Her şeye karşın, söz konusu saflık ve gurur belli belirsiz olsa da, bunların kapı bekçiliğine zarar verdiğini kabul etmek zorundayız. Bekçinin karakterinde boşluklar var. Yine de, kapıcının sevecen bir yapısı olduğunu eklemeliyiz. Her zaman resmi davranmıyor. Daha ilk baştan, adamı kendi savunmasını aşarak içeri girmeye davet ederek şakalaşıyor, sonra da onu kovmak yerine, metinde söylendiği gibi bir iskemle verip kapının yanına oturtuyor. Yıllarca adamın ısrarlarına sabırla katlanması, ayrıca sorduğu sorular, kabul ettiği armağanlar ve bizzat kendisinin temsil ettiği kötü rastlantıya onun lanet okumasına cömertçe izin vermesi de, acıma duygusuna sahip olduğunu gösteriyor.
Herkes böyle davranmazdı. En sonunda da, adamın işaret etmesi üzerine, son sorusunu sormasına olanak tanımak için onun üzerine eğiliyor, değil mi? 'Doymak bilmiyorsun' sözlerinden başka sabırsızlık işaretine rastlanmıyor. Üstelik, bekçi o anda her şeyin sona erdiğini biliyor. Bazı kişiler yorumlamada biraz daha ileri gidip, bu sözlerin aslında hafif bir küçümseme içerse de, dostça bir hayranlık belirtisi olduğunu söylüyorlar.
Sonuçta, bekçinin kişiliği senin düşündüğünden çok farklı görünmekte."
"Sen bu öyküyü benden daha iyi ve çok daha uzun süredir biliyorsun," dedi K.
Bir süre sustular, sonra K., "Demek ki sen, adamın aldatılmadığını düşünüyorsun, öyle mi?" diye sordu.
"Söylediklerimi yanlış anlama," diye yanıtladı rahip. "Ben sadece çeşitli görüşleri sunmakla yetiniyorum. Yorumları çok fazla önemseme. Metin değişmez, yorumlar ise çoğunlukla yorumcuların hissettiği umutsuzluğun ifadesinden ibarettir. Hatta bu vakada, aldatılanın bekçi olduğunu ileri sürenler bile var."
"Bu kadarı da fazla," dedi K. "Peki bunu nasıl kanıtlıyorlar?"
"Gerekçelerini, kapıcının saflığına dayandırıyorlar," dedi rahip.
"Yasa'nın içeriğini değil de, yalnızca kapının önünde gidip geldiği yolu bildiğini söylüyorlar. İçerik hakkında edindiği fikri çocuksu buluyorlar ve adamı korkutmak istediği şeyden çekindiğini, hatta ondan çok daha fazla çekindiğini düşünüyorlar, çünkü korkunç bekçilerden söz edildiği halde adam yine de içeri girmek istiyor, kendisi ise istemiyor, en azından bunun sözü geçmiyor. Başkaları ise, onun Yasa'ya hizmet ettiğini ve anlaşma ancak içeride yapılabileceği için, içeri girmiş olması gerektiğini söylüyorlar. Anca k buna şu yanıtı verebiliriz: Kendisi girmeden, içerden göreve atanmış da olabilir, hem zaten üçüncü bekçinin görüntüsüne bile katlanamadığına göre pek fazla uzağa gitmiş olamaz. Üstelik, adam yıllar boyu beklerken, kapıcının bekçiler hakkında söyledikleri dışında içerisi hakkında herhangi bir şey anlattığına da hiçbir yerde değinilmiyor. Bundan söz etmesi yasaklanmış olabilir elbet, ama bu da bir şey ifade etmiyor. Bütün bunlardan, gerek içerisinin görüntüsü, gerekse önemi hakkında bilgisiz olduğu ve bu konularda yanıldığı sonucu çıkıyor. Taşralı adam konusunda da yanılıyor, çünkü kendi düzeyi onunkinden daha düşük ve bunun farkında bile değil.
Onu küçük gördüğü pek çok şeyden anlaşılıyor, bunları sen de anımsıyor olmalısın. Ancak benim burada sana sunduğum görüş, aslında kendi düzeyinin daha düşük olduğunu açıkça gösteriyor. Her şeyden önce, özgür kişi bağımlı olandan üstündür. Adam gerçekten de özgürdür, nereye isterse gidebilir; yalnızca Yasa'ya girişi yasaklanmıştır, hem de bunu tek bir kişi, kapıcı yasaklamıştır. Kapının yanında bir iskemleye oturup ömrünü orada geçirir, ama bunu isteyerek yapar, öyküde buna zorlandığı belirtilmiyor. Bekçi ise görevi gereği yerine bağlıdır. İstese bile, ne uzaklaşabilir ne de görüldüğü kadarıyla içeri girebilir. Ayrıca Yasa’nın hizmetindedir ve hizmeti yalnızca bu kapıyla ilgilidir; demek ki bu adamın hizmetindedir, çünkü kapı sırf onun için yapılmıştır. Bu da ondan aşağı düzeyde olduğunu gösteren bir diğer unsurdur. Yıllarca -bir yaşam boyu- boş yere çalıştığını kabul etmek gerekir, çünkü bir adamın, olgun bir insanın geldiği söylenmektedir; yani, bekçi görevini yerine getirmek için uzun süre, canı istediği an çıkagelen adamın keyfine göre beklemek zorunda kalmıştır. Hatta görevi ancak, adamın ölümüyle sona erer, demek ki sonuna kadar ona bağlı olmuştur. Oysa metinden, bekçinin bundan habersiz olduğu anlaşılır. Yorumcular bunda şaşılacak bir yan görmüyorlar, çünkü onlara göre bir başka konuda, kendi mesleği konusunda çok daha büyük bir yanılgı içindedir. Öykünün sonunda, 'Artık gidiyorum ve kapıyı kapatıyorum' der. Ama başlangıçta, Yasa kapısının her zamanki gibi açık olduğu belirtilmiştir. Oysa kapı 'Her zaman', yani içeri alacağı adamın yaşam süresinden bağımsız olarak açık duruyorsa, bekçi onu kapatamayacaktır. Burada farklı görüşler ortaya çıkıyor. Bazıları, kapıyı kapatacağını söylerken bekçinin yalnızca bir yanıt vermek istediğini, bir kısmı görevini vurgulamak istediğini, diğerleri ise adamı son bir kez pişmanlık ya da üzüntüye boğmaya çalıştığını söylüyorlar. Ancak yorumcuların büyük bir bölümü, kapıyı kapatamayacağı konusunda birleşiyorlar. Hatta, en azından sonuna kadar, bekçinin bilgi açısından adamdan geri kaldığını, çünkü adamın Yasa kapısından çıkan parıltıyı gördüğünü, bekçinin ise görevi gereği kapıya sırtı dönük olarak durduğunu ve bir değişiklik fark ettiğini gösterecek bir açıklamada bulunmadığını düşünüyorlar."

"Doğrusu, gerekçeler sağlam," dedi, rahibin yaptığı açıklamaların bir kısmını alçak sesle tekrarlayan K. "Gerekçeler sağlam ve artık ben de bekçinin aldandığına inanıyorum. Ancak bu, şimdi edindiğim görüşle kısmen uyuşan ilk görüşümü geçersiz kılmıyor. Aslında, bekçinin her şeyi açıkça görüp görmediği pek önemli değil. Adamın aldatıldığını söylemiştim. Bekçi her şeyi açıkça görüyorsa, bundan kuşku duyulabilir; ama eğer yanılıyorsa, bu yanılgının adama da bulaşması gerekir. Bu durumda, bekçi aldatan biri olmaktan çıkar, ama saflığı nedeniyle hemen işten atılması gerekir. Unutma ki, içine düştüğü yanılgı kendisi için pek zararlı olmasa da, adam için çok zararlıdır."

"Karşıt görüşe değiniyorsun," dedi rahip. "Bazı yorumcular, aslında öykünün kimseye kapıcıyı yargılama hakkını vermediğini belirtiyorlar.
Bize nasıl görünürse görünsün, kendisi Yasa'nın hizmetindedir; Yasa'ya aittir; yani, insani yargıdan uzaktır. Bu durumda, onun adamdan aşağı düzeyde olduğuna da inanılamaz artık. Çünkü, görevi gereği Yasa'nın tek girişine bağlı olması, dünyada özgürce yaşayan adama karşı onu üstün kılmaktadır. Adam Yasa'ya ilk kez gelmektedir, bekçi ise zaten oradadır.

Onu görevlendiren Yasa'dır; bekçinin itibarından kuşku duymak, Yasa'dan kuşkulanmak demektir."
"Ben aynı fikirde değilim," dedi K. başını sallayarak. "Çünkü bu görüşü benimsersek, bekçinin söylediği her şeye inanmamız gerekir. Oysa bu imkansız bir şey, nedenlerini uzun uzadıya kendin anlattın."
"Hayır," dedi rahip, "söylediği her şeye inanmak zorunda değiliz, gerekli bulmak yeterli."
"Üzücü bir görüş," dedi K. "Yalanı bir dünya kuralı düzeyine çıkarabilir."
K. bu sözlerden sonra sustu, ancak son yargısı bu değildi. Bu öyküden doğacak tüm sonuçları ele alamayacak kadar yorgundu, üstelik düşüncesini alışılmadık yollara götürüyordu. Bunlar gerçek dışı, kendisinden çok mahkeme üyeleri tarafından tartışılmaya uygun şeylerdi. Basit bir öykü tanınmaz hale gelmişti, artık tek istediği bunu unutmaktı. Rahip de büyük bir incelik göstererek onun düşüncesine katlandı ve kendi görüşüne hiç uymadığı halde bir şey söylemedi.
Bir süre sessizce yürümeye devam ettiler. K. nerede bulunduğunu bilmediği için, rahipten bir adım olsun uzaklaşmıyordu. Elinde tuttuğu lamba çoktan sönmüştü. Bir an, büyük bir azizin gümüş heykelinin, tam karşısında parıldadığını gördü, hemen ardından da karanlığa gömüldü. Rahibe tam anlamıyla teslim olmamak için sordu:
"Ana giriş kapısına yaklaşmadık mı?"
"Hayır," dedi rahip. "Uzaktayız. Artık gitmek mi istiyorsun?"
K. o an bunu düşünmemiş olsa da, "Elbette," dedi. "Gitmek zorundayım. Ben bir banka şefiyim, beni bekliyorlar. Buraya yalnızca, yabancı bir müşterimize katedrali gezdirmek için gelmiştim."
"Peki öyleyse!" dedi rahip, ona elini uzatarak.
"Ne var ki, karanlıkta yolumu tek başıma bulamam."
"Soldaki duvara doğru yürü ve sürekli onu izle, çıkışı bulacaksın."
Rahip henüz birkaç adım uzaklaşmıştı ki, "Lütfen biraz bekle," diye haykırdı K.
"Bekliyorum," dedi rahip.
"Bana soracağın başka soru yok mu?" diye sordu K.
"Hayır," dedi rahip.
"Az önce bana karşı çok sevecendin," dedi K. "Her şeyi açıkladın, şimdi ise umursamıyormuş gibi beni bırakıyorsun."
"Ama gitmen gerektiğini söyledin," diye karşılık verdi rahip.
"Evet, anlamaya çalış."
"Önce sen benim kim olduğumu anla."
"Cezaevi rahibisin," dedi K. onun yanına yaklaşarak.
Bankaya dönmek için söylediği kadar acele etmesine gerek yoktu. Biraz daha kalabilirdi.
"Yani mahkemenin adamıyım," dedi rahip. "Öyleyse, senden ne isteyebilirim ki? Mahkeme senden hiçbir şey istemiyor. Geldiğinde seni alıyor, giderken de bırakıyor."

***


8 Temmuz 2013 Pazartesi

İnşallah!

İkinci Dünya Savaşı sonrası başlayan Soğuk Savaş ki bazı siyasi tarihçiler başlangıç tarihini daha öteye götürürler, Avrupa’yı bir anlamda ikiye bölmüştür: Doğu ve Batı Bloğu. İkinci Dünya savaşının asi çocuğu Almanya ise başta dörde sonra ikiye bölünmüş, devletin başkenti Berlin ise yine aynı şekilde ikiye bölünmüştür. Sovyet politikalarıyla ilerleyemeyen, Sosyalizmle birlikte kişisel olarak zenginleşemeyen Doğu Berlin halkı 1950li yıllarda Batı Berlin’e kaçmaya başlamıştır. Bunun önüne geçmek için 1961’de Sovyet Hükümeti Doğu ve Batı Berlin arasına bir duvar örmeye başlamış, Batı Berlin tarafı, yani ABD de Sovyetlerin kötü şöhretinin desteklenmesi için buna karşı çıkmamıştır.



Yıllarca “Utanç Duvarı” olarak anılan Berlin Duvarı 1990’da yıkılmış büyük bir zaferle kutlanmıştır. Bu ayrıca Soğuk Savaşın bitiminin bir sembolü, Batı Bloğunun zaferidir.
  
***

19. yüzyıla kadar bir devleti olmayan Yahudiler bu yüzyıl içinde Vadedilen Topraklar içinde bir İsrail Devleti kurmak için Filistin topraklarına göç etmeye başladı. İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi soykırımından kaçan Yahudilerin Filistin’e göçü hızlandı. Bu göçlerden rahatsız olan Araplar engel olmaya ve hatta Nazi Devletiyle işbirliği yapmaya giriştiyse de göçleri durduramadı. Zamanla Filistin toprakları içinde nüfusu artan Yahudilerin durumu Birleşmiş Milletlere götürülüp bir çözüm bulunması istendi. Filistin Toprakları içinde bir Yahudi Devleti kurulması kararı Araplar tarafından tepkiyle karşılandı. Yine de 1948 İsrail Devletinin kuruluşu olarak kabul edildi. Bu tarihten itibaren bölgede kan hiç durmadı.

2002’de Güvenlik Duvarı adı altında gündeme gelen duvarın yapımı bir tampon bölge oluşturmayı amaçlıyordu. 2003 yılına kadar 110 kilometresi inşa edilmişti bile. 8 metreyükseklikteki duvarın üzerine elektrikli tel döşendi. Duvar için gerekli alan yüzünden binlerce ev yıkılmış, on binlerce ağaç yerinden sökülmüş, sulama alanları zarar görmüştür. 



İsrail’in Filistinli teröristlerden İsrail halkını korumak için ördüğü bu duvar şu anda yaklaşık 700 kilometredir. İki devlet arasındaki resmi sınırdan kilometrelerce uzaktadır. Devletin bağımsızlık haklarına saldırıdır. Uluslararası hukuk kurallarına aykırı olan bu uygulama için bir çok tepki gösterilse de somut hiçbir adım atılamamaktadır.

***
Chloe sinemada çok sık görülen bir kadın tipi, onu farklı yapan konumu. Ramallah ve Kudüs arasında mekik dokuyan, sürekli İsrail-Filistin arasındaki kontrol noktasından geçen bir doktor. Kadın sağlığı merkezinde çalışan Chloe hamile olan Rand’la tanışır hatta arkadaş oluyor. Batı Şeria Duvarının iki yanını da yaşayan Chole üzerinde bunun etkilerini yoğun olarak gösteriyor yönetmen bize, farklı ruh halleri, depresif tavırlar, genç kadının gözlerinde görülen o huzursuzluk. 

Chloe’nin karşısına duvarın öte yanındaki arkadaşı Rand çıkıyor. Hamile, kocası hapiste, onun mahkeme kararını bekleyen diğer genç kadın. Film boyunca Rand’ın o hayat dolu gözlerini görüyor izleyici, her şeye rağmen hayat dolu oluşuna şahitlik ediyor. 

Filmin insan üzerinde yarattığı etki tek kelimeyle yıkıcılık! Kendimi avutamadım filmin bir film oluşuyla, çünkü her karesi gerçek. İnsan çaresizlikten dişlerini sıkıyor. Ağlamaksa bu filmde acıdan değil, daha çok öfkeden.

Filmde bir şarkı var. Bir adamın çaldığı bir kadının söylediği bir şarkı. İnsanın içini dağlayan bir şarkı.  Bulabilsem bile tekrar dinlemeye cesaret edebilir miyim bilmiyorum...

Bu filmi görün. Gözlerinizi sonuna kadar açın ve bu filmi izleyin.
Ben, Rand Sabah.
Görünmeden yaşamaktansa, ölümle var olmayı tercih ederim. Bir daha hiç kimse, var olmak için  haklarımı benden alamayacak. Ben, ne bir duvarım, ne de bir kaya. Bebeğimle buluşmaya,  başım dik gidiyorum. Dostlarım, hikayemi anlatın. Selâmün aleyküm sevdiklerim. Cennette tekrar görüşmek ümidiyle... İNŞALLAH.