30 Eylül 2018 Pazar

Lüzumsuz Meseleler IV ya da "Fakat kalbin okyanus gibi gizemli ve karanlık"

Bazı anıların kokusu vardır ve sanırım bazı anıların da ışığı... Hiç sevmememe rağmen sanki güneş ışığı kaplıyor odayı. İşte bu odayı, aynı odayı. Müthiş bir ferahlık, genişlik... Sonsuza uzanıyor duvarlar. Fakat aynı anda yüreğim sıkışıyor, mideme bir ağrı giriyor. Çok güzeldi, diyorum kendime, çok güzeldim. İnsan ömründe kaç kez o kadar güzel olabilir?

Her şeyin anlamsız olduğu gibi her şeyin anlam yüklü olduğu zamanlar da var. Yaşadığı anın boğuntusundan kurtulmaya çabalayan insan nefes alabildiği anları düşünüp başka bir hüzne, ama nasıl desem -eğer böyle bir şey mümkünse- neşeli bir hüzne gark oluyor. Bir an bile tereddüt etmedim, ne kendimden ne de muhatabımdan. Bir an bile...

18 yaşımda okuduğum Uyuyan Adam hayatımı değiştirdi. 28 yaşında, tıpkı 18'imde olduğum gibi, zamanın doğurmasını beklerken elime şaşkınlıkla Perec'in rüyalarını yazdığı kitabı geçiyor. Bir zamanlar uyanır uyanmaz not aldığım rüyalarım gibi, Şahanem de not almış, tıpkı bir zamanlar uyuyamadığım gibi, onun uyanıklığın pençesinde kıvranması gibi.

Defalarca yazdım. Aynı üslupla yazdım. Aynı samimiyet ve aynı bağlılıkla. Yine yazıyorum. İçimde temiz kalması için harcadığım çabayla kaç yaş aldım... Zaten bir daha da bana acı veren hiçbir şeyi kendime rağmen aklamadım, aklayacak gücü kendimde bulamadım. Ve yine zaten bir daha hiç bir zaman o kadar güzel olmadım.

İşte tüm bunları yapan herhangi bir gezegenin retrosu değil, Bob Dylan ve Joan Baez. Hiç yaşanmamış gibi insanı kaldırıp on yıl geriye atabilir mi bir düzine nota, atabilir. Hiç acı çekmemiş gibi gülümsetebilir mi, gülümsetebilir. Hiç gülmemiş gibi ağlatabilir mi, ağlatabilir.

Başıma ne geldiyse akşam üstlerinde geldi. Faillerim ektedir.


2 yorum: