“Şunu derim ki, dünyada yaşayan tek bir kişi bile kaldıysa
ölüm kurtuluş değil dedikodudur nihayette.”
Şule Gürbüz
“Elazığ mı Diyarbakır mı?”
Daha önce böyle bir soruyla karşılaşmamıştım. Elazığ da
güzeldir elbette fakat Diyarbakır’ı gözlerimle gördüm. İnsan gördüğüne yakın
duyar kendini. Yokuşu çıkarken sağdaki camdan, hemen hemen bu saatlerde sarkan
ve gelen geçene ne kadar geç olduğunu, bu saatte sokakta ne işleri olduğunu ağız
dolusu söverek soran kadına baktım, yoktu. Demek geç’in de geçi.
Düşünce nedir, duygu nedir? Hangisi düşünce, hangisi duygu? Bir
süre düşündükten sonra kapı çaldı. Tozlu rafların “bir daha ele alınıp değer
biçilmeyenler” bölümüne giden bu sorular iğreti durdu, yerini yadırgadı, fark
ettim.
Şimdi;
Duygu: Duyularla algılama, his / Belirli nesne, olay veya
bireylerin insanın iç dünyasında uyandırdığı izlenim
Düşünce: Uzay ve zamanın ötesinde, öznenin dışında,
kendiliğinden var olan, duyularla değil, yalnızca ruhen algılanabilen asıl
gerçeklik, mütalaa, fikir, ide, idea
Platon duyularla algılanan bilginin sadeceliğini bozdu. Fakat
yine de duyularla algılanan bir bilgi varsa, duygu duyularla algılamaya dayanıyorsa, bilgi duyguya dayanır. Sokrates’in gözünü seveyim. Tabii sonra modernler ve
post-modernler işin içine girdi ve kafalar allak bullak oldu. Hay s*çayım!
Güzel onlu elimde, gökte asılı olan şu parlak varlık, bana
düşündürüyor ki Dünya’dan çok daha güzel, çok daha alımlı, çok daha çekiciyken
nasıl oluyor da galip geliyor Dünya’nın gücü? Ve döndürüyor şu kutsal olduğuna
kellemi koyacağım varlığı etrafında. Yazıklar olsun düzene! Hamlet girer, isyan
sözcüklerini sıralar, çıkar. Perde!
Hafta sonu paradisi ve parodisi başladı!
Vladimir: Hayal görmüş olmalısın.
Estragon: Ne dedin?
Vladimir: Hayal görmüş olmalısın.
Estragon: Bağırmana gerek yok!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder