20 Temmuz 2019 Cumartesi

"Rastgele yürüyorsun yine, yolunu kaybediyor, aynı yerde dönüp duruyorsun."






Sana nasıl aşık olduğumu anlatmış mıydım? 

Sahilde hafif bir esinti var. Kısacık saçlarımı zaptedemiyorum. Birisi rüzgarla baloncuk gönderiyor. Frazey Ford cover'ı One More Cup Of Coffee çalmaya başlıyor. 

Ben size nasıl aşık olduğumu, ne kadar güzel aşık olduğumu, aşıkken ne kadar güzel olduğumu anlatmış mıydım? 

Aradan geçen yıllarla, şarkıyı Bob Dylan'ın söylemiyor oluşu müthiş bir tutarlılık içinde. Aynı şarkı, farklı bir tat... Fakat aynı... Nasıl anlatsam... 

Bu ayrılık şarkısının benim tek aşkımın kuruluş marşı olmasını açıklayamam. Farklı bir örnek verebilirim, fakat eksik kalır. Bu yüzden bu konuyu burada öylece, eksik, şımarık, bırakmalıyım. 


Ben bir kitapçıda değildim. Bir kitaba bakarken kıvırcık saçlı, uzun boylu, hoyrat bir adam yanıma yanaşıp "Gerçekten o saçmalığı okumayacaksın değil mi?!" demedi hayır. Fakat yemin ederim Kadıköy'de, hata yaptım diye, hiç haberi olmadığı halde, otobüs durağı sırasında onu kaybedeceğim diye ağladım. Küçücük tertemiz bir kadındım. O durakta ağladım. Kalbim çarparak eve gelip ona ulaşmaya çalıştım. Al işte! Yok! Kaybettim. Yeniden ağladım...

Nasıl anlatmalı, tadı farklı gözyaşları. Henüz bana, "Aklım kayıp, kalbim şiir okuyor." dememişken. Ben o zamana kadar kalbim olduğunu mu bilmiyordum. Aman! Dünya neyin etrafında dönüyordu.

Ayağımın dibindeki izmaritleri süpüren adama mahcup bakıyorum. Bugün şehirde son günüm. Size nasıl aşık olduğumu anlatmış mıydım? Süpürge üzerinize zimmetli mi gerçekten? 



"Madagaskarlıyım!"
Böyle söylüyordu. Sanırım buna inanıyordu da. "Sen Şırnaklısın sevgilim ve Şırnak Madagaskar'a benzemiyor bile" demiyordum. Gerekli de değildi.

Kitapçıda da değildik. Yalan söyledim. Fakat saçları kıvırcıktı. Hem de ne kıvırcık. Fakat öyle sevimli bir hali yoktu. Adam adamdı her zaman. Benim çocuk çocuk olmam gibi. Her zaman. "Gençler sevmekle istemeği karıştıyor" demişti. Ben de bu cümleyi çok büyütmüştüm gözümde. Hem seviyor hem istiyorum! diyordum. Meğer sadece aşıkmışım. (Gülüşmeler)

Başparmağı güzel dişlerinde, parmaklarının arasında sigara, yüzünün çizgilerini sevdiğim... ne hikayeler bu tek fotoğrafa. "Tüm bu kitapları senin için okumuşum, tüm bu filmleri senin için izlemişim, sana anlatabileyim, seninle paylaşabileyim diye." İşte hayatın tüm renkleri kurduğu bu tek cümledeydi. İşte hayatım bu cümledeydi. Anlatmamış mıydım? En azından bahsetmiş olmalıyım. Geceleri uyur-onunlakonuşur olacak kadar aşıktım. Ve benim aşkım bir kitapçıda değil Bob Dylan'ın sesinde başlamıştı. Ve bir aşkın başlayacağı en güzel mekan şüphesiz burasıydı.

Yanıma aşırı gürültülü insanlar oturuyor. Ve gidin bakışları atıyorum. O kadar bilinçsizler ki bu bakışların hiçbirini yakalayamıyorlar. Acaba onlara nasıl aşık olduğumu anlatmış mıydım? 

Dikkatim dağıldı. Bir anne pamuk şeker yiyen oğlunun kollarını kıvırdı. Başka bir kadın çantasından telefonunu çıkarttı. Siren sesi. Martılar. Konuşmalar... Konuşmalar... 

Bilinçle açtım: Serge Gainsbourg/Jane Birkin- Je T'aime Moi Non Plus

Ne diyordum. "Jane Birkin'i tanıyor musun?" diye sordu. "Güzelliğinden rahatsız olacak kadar..." dedim. Okuması gereken sınav kağıtları vardı. Erteledi. Bir süre gerçekliğe dair her şeyi erteledik. Akla ne gelirse. Ertelemek hiç bu kadar güzel olmamıştı, sonra da olmadı.

Gürültücü insanlar gidince sessizlik oluştu. Üşüyor muyum? Ne hissettiğimi hatırlamaya çabalıyorum. Ne hissediyordum? Tam? Bütün? Kaygısız? Ne aradığını bilmeden aradığını bulmuş olanın kaygısızlığı? "Şu an sadece sana tahammül edebilirim, lütfen şefkat göster." dediğinde safi şefkat oluşumu nasıl hatırlayabilirim? 

Ne sormuştu? "Bir kadının güzel olup olmadığını Aylak Adam nasıl anlıyordu?"

Meraklı öğrencilerinin "Sevgiliniz nasıl biri?" sorularına nasıl cevap vermişti?

Hangi şiirleri okumuştuk, hangi şımarıklıkları yapmıştım? Ne kadar çocuktum. Ne kadar adamdı. Beni nasıl sevmişti. Kendine özgü, o çok değer verdiği sevgisini bana nasıl akıtmıştı ki bir gün bile bir an bile arkamı döndüğümde ne yaptığını merak etmemiştim? Ne söylemişti de bir an şüphe duymadan inanmıştım, nasıl söylemişti? Aylar aylar aylar boyunca nasıl bir çift gözün, o güzel ellerin meftunu olmuştum?

Güzel bir kadın oturuyor yanıma. Burnu kemerli, altında beni var. Uçuş uçuş elbisesi, benimkinden biraz uzun saçları var. Bir belediye görevlisi yarım ekmek sandviçini yiyor bankta. Yine sessizlik. 



Ben size nasıl aşık olduğumu defalarca anlattım. Dinlemediniz. Her bakışımda, her gülüşümde, her gözyaşımda anlattım. Kendim olduğum her an anlattım. Dinlemediniz. Beni iştahla bilmeye, anlamaya çalışan o adamdan sonra, aynı tür bir bakış hiç görmedim. Hiç kendim olmaktan o kadar gurur duymadım. Tüm benliğimle hiç o kadar sadakatli olmadım.

Belki de ben size nasıl aşık olduğumu hiç anlatmadım.

" Öğrenecek çok şeyin var, öğrenilmeyen her şey: yalnızlık, kayıtsızlık, sabır, sessizlik. Tüm alışkanlıklarından, onca zaman yan yana yürüdüğün kişileri görünce yanlarına gitmekten, başkalarının her gün senin için ayırdıkları, hatta bazen senin adına savundukları yerde kahveni içmekten, yemeğini yemekten, bir türlü bitmek bilmeyen dostlukların sıkıcı suçortaklığında, yıpranan ilişkilerin ödlek ve oportünist kırgınlığında sürünmekten sıyrılmalısın."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder