8 Ağustos 2020 Cumartesi

Birkaç Günlük

 


16 Mayıs 2020 - Sincerely, L. Cohen

(Yazmaya başlamadan hemen önce masaya otururken suyu devirdim. Sigaralar ıslandı: üç dal. Ne yazacağımı unuttum.)

 

Leonard Cohen “You're living for nothing now” diyor, kulağımın dibinde, hiç gitmemiş sanki hep yanı başımdaymış da zaten hep, her şeyi benimle paylaşırmış gibi. Dönüp dolaşıp anlattığımız hikayelerimiz vardır, bitmek bilmez, ne içimizde ne dilimizde. Pekâlâ, genellemiyorum. Bitiremediğim hikayelerim var, dönüp dolaşıp anlattığım, bir türlü -ya doğru sözcükleri bulamamaktan ya zihnimde bir türlü tamamlayamadığımdan- tüketemediğim hikayeler. (Bu noktada şarkıyı tekrara alıyorum, acaba kaç kere dinlemişimdir bu şarkıyı tüm ömrümce…)

 

Şarkı hiç değişmiyor; sözleri aynı, müziği aynı. Peki ben? Ben değiştim mi hiç? Ben bu şarkıyı ilk nerede dinledim, ilk dinlediğimde neler hissettim. Defalarca kez tekrarlandığında neler oldu, neler geçti aklımdan.

 

Bilmediğim dilde dinlediğim şarkıların benim için yarattığı hissiyatı bozmamak adına sözlerine bakmama gibi bir huyum var. Peki bu şarkıyı dinlerken en yakın arkadaşı tarafından ihanete uğramış bir adamı mı duyuyorum, pek emin değilim: Did you ever go clear?

 

Ne yazacaktım? Kafamda dönüp duran cümlelerden kurtulmayı amaçlamıştım, yazacaktım ve artık bana ait olmadıkları gibi ben de onlara ait olmayacaktım. Birbirimizi azat etmenin rahatlığına kavuşacaktık. Ne zaman bir şeyden kurtulmaya çalışsam daha çok esiri olurum, bu böyledir. Fakat artık yük taşımaya müsait değilim, ellerimde ne varsa hiç düşünmeden pat! diye yere bırakıyorum. Fakat işte bu sözler, cümleler, işte burada elimi kolumu bağlayan ve sıkı sıkı sarıldığım tüm bu ….

 

Söyleyecek çok şeyim var, gelip söyleyeceğim.

 

“She sends her regards…”



05 MAYIS 2020 - RUHİ MÜCERRET 

İfade güçlüğü çektiğim zamanlardayız. Bir dizi izledim ve fark etmeyeyazdığım şey canımı acıttı. Birtakım duyguların hislerin unutulmasından bahsetmek isterim fakat bu “sevmeyi unuttum, nasıl kıskanılıyordu hatırlamıyorum” gibi bir şey değil. Tamamen unutmak, varlığını hatırlayamamaktan bahsediyorum. Öyle ki bunu hissettiğim anda anlatmaya çalıştığım S.’ye “ben bunu ifade edemiyorum ancak sen zorlarsan anlarsın” gibi şeyler söyledim. Adını bilmediğim, varlığını daha önce duyumsamış olduğuma emin olduğum -yoksa bu kadar sarsmazdı- bir şey. İfade edemiyorum, çok zoruma gidiyor. Hayır burada yine anlatmak için kıvranıp “olmadı” yine demek istemiyorum.

Yine S.’ye birkaç gün önce eskiden yazdığım şeyleri okuduğumda içimde oluşan hayranlığın ardından gelen artık yazamıyor olmanın verdiği hüznü anlatırken tıkandım. Eskiden yaşarken bil kafamda yazıya dökülürdü olan biten. Artık düşünmek konusunda bile yeterince başarılı değilim sanki. Ya da bunu o kadar çok yaptım ki artık zihnim kendini bu duruma kapattı. Yoğunluğumu yitirdim, sığlaştım. Sıkışıp kaldım üç beş sözcüğün, duygunun arasına. Bunun adına ne diyeceğimi de bilmiyorum. Bir zamanlar sevdiğim birinin öğüdüne uyarak “güvenli çürüme” ayarında mı unuttum kendimi bilemiyorum.  

Bir şekilde bazı anahtarlarımı bulmam bazı kapılarımı açmam gerektiğini düşünüp kederlendiğim harika günler. Başka da bir şey yapıyorsam eğer o da okuduğum, izlediğim her şeyden hüzün devşirmektir. Yaşasın 30 yaşın ilk günleri ve dönüşümden memnun olmayan Gregor Samsa!


28 NİSAN 2020 - MUHASEBE KAYDI

Nasıl bir duygu?
Bir boşluk yaratıyor ister istemez. Çünkü büyük bir şeyler olacakmış gibi hissediyorsun, sanki göğsün yarılacak, içinden bir ışık huzmesi göğe doğru yükselecek, dönüşeceksin ve bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Hayır, her şey daha da eskisi gibi. Esi bile bu kadar eskisi gibi olamaz hatta.

Burada, bu blogda 2008 yılında yazdığım yazıda eksik olan bir şeylerin peşine düşerek aydınlatmaya çalışmışım. 18 yaşında kendinin pek farkında olmayan hatta kendini fark etmesi gerektiğini bile henüz anlayamamış bir kız çocuğu olarak aradığımı söylediğim şeyler kocaman, ağır, 18 yaşla yan yana duramayacak şeyler. 

Dönüm noktaları bunlar. 18. 30. Kişisel zamanım için böyle değil. Ama işte bu sayıların, bu sayılar kadar hayatta olmanın bir anlamı varmış süsü verildi, biz de inandık. Sanırım en çok da 30’lu yaşların bir kadının en güzel yaşları olduğuna inandım.

Bu güzelliği bir süredir hissediyor olabilirim. Aklımdan bu geçiyor, hiç sevmediğim kadar seviyorum kendimi, hiç anlamadığım kadar anlıyorum, hiç göstermediğim merhameti şefkati sunuyorum kendime. Bu ne olsa bir kadını güzel yapar.

Ailemi hiçbir zaman gözden çıkaramadım. Benim için ikinci sıraya indikleri bile olmadı. Bunu zaman zaman korkaklık olarak değerlendirdim, çoğu zamansa böyle oluşuna teşekkür ettim. Mesafe her zaman gerekliydi benim için, bununla hiçbir zaman kavgalı olmadım. Elbette bazı sorunlar doğuruyordu, tek başınalık tercihti ama yalnızlık insanın ruhunu sömürüyordu.

Fakat tüm bu 30 sene boyunca yalnız kalacağımı düşünmedim hiç. Herkes gibi -ya da Aylak Adam okuyan herkes gibi- ben de birinin geleceğine inandım hep. Sadece beklemedim hem çoğu zaman aradım. Bana gelen biri, benim için gelen biri, yola bana gelmek için çıkan biri, yolu onu bana getirecek şey olarak anlamlandıran biri. Gelmedi. Ben hep çok güzel seven bir kadın oldum. Yanlış sevmelerde “olsun, O geldiğinde artık beni daha güzel sever bulacak” dedim. Ama o gelmedi. Ve vardığım noktada O’nun hiç olmadığını biliyor olmanın acı fakat bir o kadar komik farkındalığıyla eğleniyorum. Hepimiz yollardayız, sebepsiz. Ve birileriyle karşılaşıp selam veriyoruz. Bazısına selam vermeyi seviyoruz, bir süre buna devam ediyoruz sadece. Sonra yine aynı curcuna.

En sıkıntılı özelliğim empati kurabilmek. Her şeyle. Herkesle. Anlayabiliyorum. Bu o kadar lanetli bir şey ki bakış açısını anladığın kişiye kızamıyorsun, çünkü anlıyorsun onu da. Buradan sonra vereceğin hiçbir tepki anlamlı olmuyor. Ya da bana öyle geliyor. Ve benim bu kadar anladığım şeyi karşımdaki insanların hiç anlamıyor oluşuyla yüzleşmek de az yorucu değil. Ben niye böyleyim, daha önemlisi siz niye böylesiniz?

Hala roman yazamadım. Hala gitar çalamıyorum. Bir şeyleri istemenin bir gücü yok, ne kadar çok istediğinin de ne kadar uzun süre istediğinin de bir önemi yok. Olmayan olmuyor. Fakat bir kediyle yaşamak üzerine el kitabı şeklinde planladığım eserim üzerinde çalışıyorum. Umarım fikrimi çalmazsınız.

Kendime güzel bir pasta yaptım. Üzerine hindistan ceviziyle 30 yazdım. Evde küçük mum yok, çok önemli değil. Aynaya baktığımda da içime baktığımda da gördüğüm şeyden mutluyum, çok seviyorum. Yalnızca umarım önümüzdeki 30 yıllarda kendim yüzünden hırpalanmam daha fazla, önemli olan bu çünkü diğerlerin hakkından ben gelirim.

İyi ki doğdum. Bir insan olarak da bir sancı yumağı olarak da bir dalgınlık, alınganlık, tembellik, hırçınlık bileşkesi olarak da çok güzelim. İyi ki…

2 yorum:

  1. bu konuşan veyahut yazan benim iç sesim olabilir mi acebagg? aylak adamlık mesleğimiz, her neyse mutlu yıllar dilerim efenim..

    YanıtlaSil