Okuduğum kitabı bitirip masanın üzerine bırakıyorum. Radyo açık, hem de sesi normalden daha fazla. Kitabın yazarıyla sürdürdüğüm muhabbet benim için özel bir deneyim, bunu yapabildiğim tek. Bu hoşuma gidiyor, önceki geceden beri biraz keyfim varsa, bu yüzden.
Beni yenileyecek her şeyi denedim. Çok klasik bir yemek yaptım mesela, temizlik yaptım, çamaşır yıkadım, perde yıkadım, nevresim yıkadım, duş aldım, saçlarımı kestim biraz, fotoğraf çektim, masam gayet ölçülü, ışıklar sarı… daha ne… daha bilmiyorum. Kafamı güzelim battaniyeye gömmek dahi içimden gelmiyor. Her şey yıkılıyor. Dekadans çağımın doruklarındayım. Güç ver… kim?
Radyoyu kapat. Kahve al. Kitaplığa bakın. Geri dön. Filmlere bak. Kapat. Kedi nerede? Uyuyor. İnanılmaz. Her şeyin hiçbir şey olmamış gibi öylece duruyor olması inanılmaz. Halbuki her şey hayret etmeli, her şey çığlıklar atmalı, her şey şaşkınlıktan ne yapacağını şaşırmalı. Yorulmalıyız. Zaten çok yorgun değil miyim? Değil miyim? Değilim.
Yıllar önce okuduğum Bakunin biyografisinin, onca taze kitaba rağmen, seçilip elime gelişinin gülünçlüğüne şaşırmıyoruz. Şöyle diyor Carr;
“Kendini hala Rus hisseden Bakunin için Avrupa kıtasında tek bir kıpırtının yükselmediği tek önemli ülkenin Rusya oluşu herhalde acı vericiydi. Ancak, Bakunin’in ateşi daha sönmemişti. Ortada marifetlerine layık bir vazife vardı. Rusya’da devrim yoksa bunu gerçekleştirecek kişi kendisiydi.”
Sayfalar dolusu mektuplaşmalar. Nasıl bir sabır, nasıl bir özveri… Şimdilerde mektup yazmak istediğim iki kişi varken bile, bunu gerçekten isterken bile, bir mektuba nasıl başlanır hatırlamıyorum. Sonra konu hiç de bu değilmiş gibi ne düşünüyorum? Şunu düşünüyorum; kitapların eski değeri mi kalmadı? Bir kitaba sahip olmanın heybetinden bahsettiğimiz, dönemine göre bilmem kaç küçük baş hayvan fiyatına satılan kitapları düşünmüyorum. Düşündüğüm, istediği kaynak için kütüphanelerin rafları arasında dolaşanlar. Çok değil birkaç on yıl öncesi. Ben ne yapıyorum? Önce kişisel arşivimden aratıyorum. Sonra, şimdiye kadar bana çok faydası dokunmuş bir forum sitesinde aratıyorum, sonra birçok dilden kaynak bulabildiğim bir başka site, yoksa üniversite veri arşivi, öğrenci olmanın bana sağladığı ayrıcalıkla dünyanın en büyük veri tabanları… Bunları yaparken üşendiğim oluyor. Dosyayı isimlerken, arşivlerken bile… bulut hesabına atarken bile, o hesapta ararken bile. Sabahın erken olmayan saatinde yatağımdan kalkıp masamın başına geçmeye mecalim olmuyor, karda kışta onca yol kat etmek nere… Bunları düşünürken de yazarken de utanıyorum. Bir de burukluk hissediyorum. Zor olanın değerinden bahsetmek değil de, zaten geçmişin büyüsünden kurtulamamış bir insan olarak, sanki anlamlı geliyor. Uzun zamandır beni heyecanlandıran konulardan ziyade, mecbur bırakıldığım konular hakkında yazıyorum. İşte şimdi severek seçtiğim, yazarken, okumasını yaparken keyif alacağım bir konuyu önüme koyuyorum. Hem hocam da beğeniyor. Sonra bir saat içinde onlarca kaynak buluyorum kendime. Sonra da klasörle bakışıyoruz boş boş. Fakat Bakunin’deki şu öz farkındalığa bakar mısınız? Kendisini bir halkı kurtaracak güçte görürken hiç de zorlandığını düşünmüyorum. Bakunin’le tanıştığımda beni müthiş heyecanlandırmıştı. Marx karşısındaki duruşuna hayranlığım tarif edilemezdi. Onun yarattığı bu heyecan beni bitirme tezimin konusuna götürdü. Yüksek lisansta, onca zaman boyunca yazmak istediğim konuya bir çırpıda arkamı dönüp, neredeyse hiç bilgimin olmadığı bir denize, deniz mi, okyanusa kendimi bırakmamı sağlayan yine bu tür bir heyecandı. O anda, bunu yazabilir miyim sorusunun cevabını düşündüğüm o anda, kıta keşfetmiş kaşifin, defalarca kez deneyip yanılmış mucidin ne hissettiğini birazcık anlayabiliyordum.
Heyecanımı yitirdim, Bakunin. Hem neden sen, neden şimdi,
hiç bilmiyorum.
Bakalım…
Konuk yazar olmak isterim karşılıklı blogging. Blogunuzu takipteyim bloguma beklerim.
YanıtlaSilhoş geldiniz :)
SilBu çok tuhaf çünkü yazı boyunca "heyecan" en temel duygu olarak okunuyor..
YanıtlaSilkeşke bunu ben henüz fark edemiyor olsam, heyecanım şuralarda bir yerlerde duruyor olsa ve kavuşsak.
SilSizin yazdıklarınızdan çok haz alıyor ve yeni şeyler öğreniyorum. Üslubunuz harika:)
YanıtlaSilçok teşekkür ederim, umarım gerçekten ayırdığınız vakte değiyordur :) o sizin harikalığınız..
SilMüzikli yazı! Büyük bir heyecanla ve elbette merakla açtım hemen. Sonra sözcüklerin eşiğine geldim. O da ne? Belleğimin tozlu köşelerinde hâlâ yaşadığından habersiz olduğum bir hatıra düşüverdi önüme. Okuma Yarışması. Bir dakikada kim kaç sözcük okuyabilecek? İlkokulda, okuma yazmayı henüz sökmüşken... Müziğin ritmi eskimiş bir hatırayı çıkardı gün yüzüne. Hızlı adımlarla okudum metni, sonuna geldiğimde şarkıyı dinlemek için birkaç saniyem kalmıştı. Neyse ki her şeyden evvel, o ilk anda, sağ tuşa basıp "Döngü" seçeneğini işaretlemiştim. Yoruma ilk tekrarla başladım, ikinci tekrarla bitiriyorum :) Neşeli sevgilerle :)
YanıtlaSilaslında evora'nın sodade'sini çok severim, ama metnin bayıklığını bir de bu şekilde beslememek için biraz daha hızlı bir ritim tercih ettim. o da hafızanın tozunu atmış, ne güzel :) kocaman sevgiler :)
SilSevgili Elisabeth
YanıtlaSilNasılsın?Sana bu satırları çok uzaklardan yazıyorum..Biz buralarda iyiyiz hava soğuk biraz..Kimbilir belki de sen olmadığın içindir..Hani seninle Kordon sahilde çekirdek çitlemiştik..Küt kesimdi saçların, siyah kaşlarına değen kahküllerin vardı..Ne güzel bakardın bana..Ah!o mis kokan baharı özledim ve o senin güzel gülüşünü..
Yine yazarım ben gerçi bilirsin buralarda zor oluyor mektubun gitmesi kimbilir sana ne zaman ulaşır bu sarı sayfalar..Biliyor musun Necdet amca hala avucunda yok olan o umut götüren beyaz zarflara "gönderildi"kaşesi vurmakla meşgul..
Neyse yine çok uzattım kelamımı
Satırlarıma son verirken seni hasretle öperim.
Seni çok seven ben...
Sanırım böyle yazardık mektupları..Ve büyük bir heyecan ve sabırla cevap beklerdik.
Çok keyif alıyorum seni okumaktan..
Çok sevgilerimle.
gülümsetti bu mektup beni, fakat kişisel tarihime bir sürü mektup sığdırmış biri olarak, hayır bu kadar nazik mektupların yazıldığı dönemden oldukça uzaktayız :) küt kesimli saçlar hiç yapancı değil ama. bir de şu cümleyi çok sevdim "Biliyor musun Necdet amca hala avucunda yok olan o umut götüren beyaz zarflara "gönderildi" kaşesi vurmakla meşgul.."
Sildüşününce, apartman kapısından girdiğimde bilgilendirme panosunun üzerinde zarf görmenin yarattığı mutluluk gerçekten paha biçilmez, yeniden yaşamak gerek bu duyguyu :)
ne güzel bir yorumdu kahve zamanı, çok teşekkür ederim, çok...
Enteresan bir okumaydı; yazının derinliği, heyecanı ve coşkusu beni teslim alırken, son noktaya soluksuz geldiğimi fark ederken... orada bir anda durdum, stop etmedim ama rölantiye düştüm! "Heyecanımı yitirdim" diyen cümlede. Baktım... baktım. "Ben de mi bir sorun var acaba, okuduğumu, yazıdaki duyguyu anlamıyor muyum?" diye düşündüm... Gülümsedim ama:) Kısaca çok güzel bir yazıydı okuduğum, diyebilirdim oysa!
YanıtlaSilbu yorumu ikinci kez aldığıma göre, belki heyecanım bu yazıyı yazarken o kadar da uzakta değildir, diye düşündüm. demek ki paylaşmaya dair hala bir heyecanım var. bunu fark etmemi sağladığınız için de "iyi ki yeniden blogdayım" diye düşünüyorum. yorumun içine serpiştirilmiş ve benim gözlerimi parlatan sıfatlar içinse minnettarım :) çok teşekkürler
SilBüyük çoğunluğu pandemiden, pandemik haller bunlar demek isterdim ama, yazının kalitesi böyle yazmama izin vermiyor. Yalnız değilsin lakin.
YanıtlaSilDekadans falan uzak olsun, geçecek hepsi...
Heyecanını yitirme. Lütfen...
canım zeugma, umarım pandemi sonrasında hepsi kökten çözülür diyesim geliyor ama için için inanmıyorum buna... yine de diliyorum. teşekkür ederim çok..
Sil