28 Nisan 2021 Çarşamba

Anneler Babalar ve Romalılar ya da Boyabatlılar

 


Sanatın ekmeğini bol bol yediği anne-baba kavramlarının hala özgün işler ortaya çıkarabiliyor olmasına hayranım. Hiç bitmiyor, hiç de bitmeyecek sanırım.

 

Bağlılık – Aslı

Filmin tüm siyasal ve ideolojik göndermelerini bir yana bırakıp tamamen annelik ilişkisi üzerine kurgulanan kısmına odaklanacağım. Tabii o ideolojik göndereler filmde sunulan anne figürlerinin davranışlarında da ortaya çıkıyor ama bunu bir kenara bırakmak istiyorum işte. Semih Kaplanoğlu’nun önüne geçerek anneliğe dair yaptığı göndermelerin üzerinde durmak istiyorum ben.

 

Açıkçası Batılı-Doğulu anne, Avrupai-Anadolulu anne ayrımını aşırı keskinleştirerek sunması bir yana filmin birisini iyi diğerini kötü göstermeye çalıştığını düşünmüyorum. Bu anlamda birbirinden farklı iki anne figürü ortaya çıkıyor. Aslında filmde üç tane anne var; üçüncü anne Aslı’nın annesi, onu terk edip gitmiş, Aslı’nın “böyle” bir anne oluşunun temel sebebi. O bir kenarda dursun. Gülnihal Aslı’nın çocuğuna bakması için tuttuğu bakıcı, onun da bir bebeği var. Kocası askerde, para kazanmak için kendi bebeğini kocasının annesine bırakıp Aslı’nın bebeğine bakmaya geliyor. Tipik bir Anadolu kadını, sevgisini fazlaca gösteren, şefkatli, gerektiğinde başkasının bebeğini rahatlatmak için kendi memesinden emziren bir kadın. Aslı ise sözümona farklı bir anne tipolojisi çiziyor. İşe başlaması gerek, bebeğini memeden kesmek için ilaç kullanmayı seçiyor. Buna alışması için kucağında ağlayan bebeğine dayanamayıp memesini vermiyor, mamanın ısınmasını bekliyor. Bebekle bir bağ kurma problemi yaşadığı açık, işi buna bahane ediyor bence. Tabii kariyerini önplanda tutan bir kadın olarak aslında önceliklerini farklı sıralamış da olabilir. Fakat film bu durumu normalleştirmemize izin vermiyor. Aslı bir bocalama halinde, bir çıkış yolu arıyor: kapan kısılmış gibi. Ne yapsa olmuyor. Bebeğiyle umursamaz bir ilişki kurmuş değil, bildiğimiz anlamda, bize dayatılan -meli -malı’lardan farklı yalnızca. Her ne kadar Kaplanoğlu’nun bu hikayeyi bir öze dönüş olarak sunmadığını iddia etmem mümkün olmasa da bir izleyici olarak inisiyatif kullanarak tek tipleştirilen anneliğe bir eleştiri olarak görüyorum bunu.

 

Kadınlık meselesini ne kadar konuşsak o kadar uzar. Nedir kadın? Erkeğin tamamlayıcısı mı, soyun devamını sağlayan biyolojik oluşum mu, tezin anti-tezi mi? Yüklenen tüm kimlikler kadından bağımsız bir başka kavram üzerinden varoluyor, sanırım kadınlar da en çok bundan sıkıldı. “Kendimizde şey” olamıyoruz bir türlü. Aslı anne. Aslı da böyle bir anne. Gülnihal anne. Gülnihal de böyle bir anne. E. kişisi anne değil. Üçü de kadın. Hepsi bu. İyi-kötü diye bir şey yok, ideal diye bir şey yok. Burada duralım.

(Bu arada, kadınlık-annelik gibi konularda erkeklerin ahkam kesmesini bırakmasını diliyorum en kısa zamanda.)

 

The Father

Baba-oğul ilişkisi, Freud sağ olsun, gündemden asla düşmüyor, evet. Baba-kız ilişkisi romantize edilmenin ötesine ise çok zor geçiyor. Babalar kızlarının ilk aşkıdır bilmemne. Her neyse.

Babalık “kurumunun” ağırlığı babanın sahip olduğu bir eksiklikle hemen sarsılıyor. Ne kadar muğlak. Babalara atfedilen sıfatlar, evin direği, ailenin reisi, Allah’ın başımızdan eksik etmemesi gereken… Bunları küçümsüyor değilim fakat bu kadar güç addedilen bir kişiliğin nasıl bu kadar kırılgan olduğunu vurgulamak istiyorum.

 

Bu filmde şüphesiz oyunculuk çok önplanda, muhteşem ötesi. Anthony Hopkins’in -belki de kendi koyduğu- oyunculuk çıtasını kırıp attığı bir performans sergiliyor. Olivia Coldman’a ise aşık olmayan kaç kişi kaldı? Öyle ki hangisinin çaresizliğini daha derinden hissettiğimi düşündüm bir süre, cevap Hopkins ama burada cevap çok da önemli değil, soruya odaklanmak gerek.

 

Nicelik olarak kadın-erkek eşitliğinin olduğu nitelik olaraksa kadın üstünlüğünün olduğu bir ailede büyüdüm. Babamın tartışılmaz ağırlığı ve sağlam kişiliği bir tarafta dururken, annemin müthiş varlığı evin içinde devleşmiştir hep. Kız ve erkek çocuklarının ise farkı burada ortaya çıkıyor galiba, güçlü baba figürü erkekleri aşağı çekerken güçlü anne figürü kızları yükseltiyor. Filmin hikayesinde anne figürü neredeyse hiç yok, nasıl biri olduğunu hiç bilmiyoruz. Trajik bir kazada göçen bir kız kardeş var, babanın gelmesini/aramasını beklediği bir kız. 

 

Çok dağıttım, toparlamaya gücüm yetmeyecek.

İki çok farklı filmde ebeveyn-evlat ilişkisinin konu edilmesinden doğan ortaklıkla “anne-oluş” sürecinin karşısına “babanın-çöküşü”nü koyuyorum. Koymak istedim. İçimde koydum, yazarken pek olmadı mı, sorun değil. 


Altın Vuruş – Beautiful Boy

(“Altın Vuruş” filme gönderme gibi oldu)

“Ben senin kanınım, benden vazgeçme” söylemini ne zaman görsem içime işliyor. Bir anne anneliğinden ne zaman vazgeçer, bir baba baba olmayı ne zaman bırakır? Ne zaman “ben misyonumu tamamladım” noktasına erişir? Birini çocukken tanıdıysanız büyüdüğüne ikna olamıyorsunuz hiç. Bu yüzden mi anne-baba kimliği en zor terk edile hatta terk edilemeyen? Ebeveynliğin kaçta kaçı toplumsal normların etkisinde, merak diyorum.

 

 

*Ben bu yazıyı yazana kadar geçen sürede Anthony Hopkins Oscar aldı. Kendisini izlerken ve izledikten sonra da hakkında konuşurken yaptığı şeye karşılık bir tanım bulamıyordum, bana göre bu oyunculuğun çok ötesinde bir şeydi. Hala bulamadım.

Filmi izlemesi için babama gönderdim. Sonra “İzledin mi?” diye sormaya korktum.

Yazıyı geri dönüp okumadım, ne ölçüde saçmaladığımı bilmiyorum, çok da önemli değil.

9 yorum:

  1. Bu sene oscar filmlerini izleyemedim, the father ile başlayacağım bakalım. Güzel yazı için teşekkürler :)

    YanıtlaSil
  2. Boyabatlılar kısmı tetiklemişti ama... tuzağa düşmüşüm.:) Bu aralar film pek izlemiyorum, çünkü şu aynı akşamda çok bölüm dizi izleme hastalığı bulaştı; şu karmaşada zihni uçurma anlamında iyi geliyor:) Dolayısıyla üç filmi de izlemedim. Sayende gaza geldim, teşekkürler:) Hımmm Boyabat, esprinin ötesinde bir bağın var mı bilmiyorum, ama benim en sevdiğim, uzun süre eskiliğini korumuş -nadide- kasabalarımdan biridir.:)

    Not: Rahat ol, saçmalamamışsın, gayet içten, sıcak ve tebessüm ettiren bir yazı olmuş:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. "ha Romalı ha Boyabatlı, insan insandır" önermesine vurgu yapmak istiyorum :))

      umarım seyredersin, üçü de iyi filmler, the father çok çok iyi bir film.

      çok sevgiler

      Sil
  3. aslı ile beautiful boy a bakayım :) hopkins, evet, ah remains of the day, hopkins, oynadığı rolde kendini unutturan nadir oyunculardan, yani hopkinsi unutup karakteri izliyorsun, kendini unutturmak, en büyük başarı bir oyuncu için, bunu ancak böyle oyuncular yapıyor, yves montand, al pacino vb. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. güzel bir ifade "kendini unutturmak" kesinlikle öyle..

      Sil
    2. güzel oğlum, çok çok iyi filmdi, izledim hafta sonu, oğlan da ne oynamış ama, başka filmlerde de çok iyi o zaten, steve de komedi dışında iyi oynuyormuş meğerse, ders gibi film valla, son yazımda söz ettim filmden :)

      Sil
    3. o oğlanı (:)) artık bir süre görmek istemiyorum, iyi aktör gerçekten, ama son birkaç yıldır her şeyin içinde yüzü eskidi bu yaşta :)

      Sil
  4. ASlı'yı izlemedim. Düiğer iki filmin de bıraktığı izler olumlu. Semih Kaplanoğlu çok iyi başlado sinemaya ama artık senaryoları didik didik işlenmiş ve fazla mekanik olmalarınaa rağmen noksanlıklar ve hatalar barındırıyor. O yüzden izlerken dikkatim dağılıyor. Son filmini bu yüzden pas geçtim. İleride belki :)

    YanıtlaSil