6 Eylül 2023 Çarşamba

"90'larda Türkiye'de Feminizm" -

Tezle uğraşırken kitaplar ve makaleler arasında savruluşum meşhurdur. “Bu kitabı okuyacağım” diye başlayan masa başı macerası milyon tane not, açılmış yeni sekmeler, alınmış notlarla son bulmaz. Çünkü sonlandıramam. Ne kitap biter ne de araştırma. Vakit az, dikkat dağınıklığı ve okunacak materyal çok. Haliyle…



İşte bu savruluşlardan birinde Aksu Bora ve Asena Günel’in hazırladığı “90’larda Türkiye’de Feminizm” kitabına denk geldim. Feminist okumalar çok da ilgimi çekmiyor, ayrı bir zamanda yazarım. Ama Aksu Bora’ya karşı koymam zor, birçok sebebi var. Bu kitabı da eve dönerken serviste okuyayım diye açtım. Belki de nostalji tutkumun bir yansıması olarak 90’larda Ankara’da İstanbul’da cinsiyetinin farkında olan kadınların arasına karışmak mutluluğuydu, bırakamadım kitabı. Aktıkça aktı.

İlk ilgimi çeken (ilk bölümde 1080’lerdeki kadın toplantılarından bahsediliyor) bu kadınların homojen olmayan dağılımlarıydı sanırım, hepsi hem toplantılara katıldığında kendilerini “ait” hissettiklerinden bahsediyordu hem de akademisyeninden ev hanımına bir yelpazede bir araya gelmişlerdi. İlk toplantıları organik “her şeyden konuşuyorduk” diyorlar, belirlenmiş gündemlerin, öne çıkan insanların olmadığı toplantılar, sanırım en çok keyfi de bu dönemde almışlardır. Düzenledikleri etkisiz eylemlerin basında alayla karşılanması, bu kadınlardan bahsederken genellikle medeni hallerine vurgu yapılması, kadının aile içindeki “muazzam” rolüne zeval getirecek herhangi bir açık bulunduğunda ise ayan beyan aşağılanmaları beni güldürüyor. Ne kadar yol kat edildi?

Bir parantez açıp şunu söylemem gerek sanırım; kadın hareketine bir kadın olarak varlığımda en büyük katkıyı sağlayabileceğime inandım hep. Kadınlar muazzamdır, başarılıdır, özeldir, güzeldir, demek yerine muazzam olmam gerekirdi, başarılı olmam gerekirdi, özel ve güzel olmam gerekirdi. Ancak böyle “bir şey” katabilirdim. Buna inandım hep. Hala inanıyor muyum? Belki biraz, deşmem gerek. Kapatalım parantezi.

Aidiyet problemleri yaşayan biri için birçok kadının bir grup içine girerek böyle bir aidiyet duygusuyla kucaklaşmaları bende müthiş bir kıskançlık duygusu yaratmış olabilir. El ele, kol kola yürüyebileceğim, yüzlerine bakıp “biz çok haklıyız, aynı fikirdeyiz, müthişiz” diyebileceğim bir grup insan… Düşüncesi bile muazzam, ben bir tane bile bulamadım. Neyse…

Elbette böyle minnoş bir okuma süreci olmayacağının farkındaydım. Agnes Varda’nın neden ben de mutlu bir feminist olmak isterdim ama yaşananlar buna izin vermiyor minvalindeki sözlerinin haklılık payının yerden göklere kadar olduğunun farkındaydım. İşte ikinci bölümle de bunlar başladı. Evlerde toplanan mutlu kadınlardan evlerde dövülen mutsuz kadınlara…

Yıpratıcı bir kitap tabii. Şöyle bir şey: “1987’de, Çankırı’da kocasından sürekli şiddet gören hamile bir kadının boşanma davasını reddeden hakim Mustafa Durmuş, gerekçesini şu atasözüne dayandırmıştı: “Kadının kamından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmemeli.””

90’lar kadın hareketi için kurumsallaşma çabası içinde geçmiş. Projelere ağırlık verilmiş, ayakta kalmaya çalışılmış. Bir yandan anlamaya bir yandan anlatmaya bir yandan anlaşılmaya emek vermiş kadınlar. Ülkede birçok hakkın işlerliğinde yaşanan sorun bence sahiplenmek; (görece) mücadelesiz elde edilen haklar, o hakların muhatapları tarafından sahiplenilmediği için sorun çıkıyor en başta. Ya da aile içi şiddet konusunun hala çözülememiş olmasının, belki de gururuna yediremediği için, normalleştirmeye çalışan kadınlar yüzünden olduğunu düşünüyorum. Kadın hareketine en çok zararı, evet yine kadınların verdiğini düşünüyorum. Belki de erkekleri konuşmaya değer bulmuyorumdur :)

İşte bu kitabın hayatımdan geçişi de böyle oldu. Bir ara Güneş K. olayına da daldım bu arada. Sonra başladım “hegemonya da hegemonya” …

Veda…

4 yorum:

  1. Konuşmaya değer bulmadığın erkekler konusunda düşünsel olarak pek uzak değiliz, kollama teşebüsünde bile bulunmuyor. Bir katkı yapmak isterim ama:) Yakında izlediğim bir filme dönük yazımın içinde şöyle bir şeyler yazmıştım:

    Adam da rolünün hakkını verenlerden, oyunculuğu bir kenara alırsak karakter bildiğimiz adam işte...

    Bütün adamlar gibi...

    Odun!

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bütün demeyelim haydi, ama genelleme yapacak kadar büyük bir oranı, diyelim :)

      Sil
  2. Kadın hareketine en çok zararı verenin yine kadın olduğu fikrine katılıyorum. Ne yazık ki bunu dillendirirsen inanılmaz tepki görüyorsun. Çok basmakalıp davranışlar söz konusu. Derin konu...
    90'lar tamam da ben 80 sonlarında henüz 13-14 yaşlarındayken, kendi kendime kuyumcudan kadın sembolünden kolye ucu almıştım:) Halâ durur. Çok düşünürdüm. O zamanki kadın dergileri etkiliyordu beni mesela. Ne çok şey katmışlar.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. O dönemlerin kadın hareketi o dergiler etrafında dönüyor gibi. "ideal" kadını tanımlıyorlar sürekli. Benim devrim olmadığı için anlatılan bu yönde en azından, şahitliğim yok :)

      Sil