Blogger’ın zirvede olduğu (benim için?) yıllarda takip
ettiğim, okuduğum, çok sevdiğim bloglar vardı. Geçmişte mutluluğumu, heveslerimi,
heyecanlarımı bırakmışım gibi hissettiğim zamanları o kadar yaşıyorum ki, sanki
dönsem bulacağım. Bazen sanırım hatırlamak için açıp açıp o bloglarda
dolaşıyorum. Onlardan birinde dün, uzun zamandır listemde olan, hatta bir kere
izlemeye başladığım bir filmi gördüm: Das Leben der Anderen (Başkalarının
Hayatı). Kendime şöyle bir Almanca ziyafeti çekmişim gibi de olurdu hem.
Okuldayken açıp izlemeye başladım. Gün içerisinde uykumun beni perişan
edebilecek kadar bastırdığı anlar oluyor. Gelen giden de olunca bölündü tabii,
akşam devam etmek zorunda kaldım filme.
Eve gidince de önce ne yiyeceğim, sonra yarın okulda ne
yiyeceğim, şurayı da toplayayım, burayı da temizleyeyim derken saat geç oldu
fakat film uzun… oturdum yeniden başına. Hatta kızları salonun dışına atıp,
robot süpürge dehşetengiz sesiyle işini yaparken oturdum. Yapmam “gereken” bir
sürü iş varken ben en yapmam gerekene oturdum.
Böylece uzun zamandır izlemediğim kadar iyi bir filmi izledim
dün gece. Bazı anlarda, neden olduğunu hala çözemediğim kadar fiziksel
etkilerini yaşadım, gerek tüylerimin diken diken olması, gerek ürperme, gerek
gözyaşları olsun, filmi vücudumda hissettim desem yalan olmaz sanırım.
1980’ler Doğu Almanyasındayız. Almanlar deneyimlerinin
etkilerini dalga dalga yaymak konusunda dünyada tek bana kalırsa. Film, görmek,
gözlemek, gözlem altında tutmak eylemlerinin yarattığı etkiler üzerine bir seçki
gibi, hayatındaki insanların bakışları altındasın, hepiniz devletin bakışları
altındasınız, devlet adamları birbirinin bakışları altında, herkes birilerini
görüyor ve daha fazla görmek istiyor. Ve görmek de yetmiyor sanki, madem
görüyorum bu eylemin de bir sonucu olmalı, haydi yanlış bir şeyler yap! Yapmıyor
musun, sanmam, ben görememişimdir. O halde daha yakından bakayım!
Stasi ajanı Wiesler, sanatçı Dreyman ve sevgilisi Sieland’ı
dinlemeye, izlemeye başlar çünkü GÖRÜNÜRDE rejim karşıtı hiçbir eylemleri
yoktur. Dreyman iyi bir adam, Sieland zaafları olsa da iyi bir kadın, Wiesler
ise görev adamı, oldukça başarılı. Fakat bu insanların hayatına dahil olmak onu
etkiliyor. Müthiş bir oyunculuk, onun içine düştüğü durum, duygularının
çelişkisi, kendi hayatını etkileyecek kararlar vermesi, o katı adamın en ince
duygularının nasıl dışarıya vurulduğu… Şimdi bile, düşünürken, yazarken
heyecanlanıyorum. Sanat mükemmel bir şey, sinema mucize!
Bazı filmleri geç izlemiş olmak içime oturuyor, bazıları
içinse “iyi ki şimdi izlemişim, tam vakti!” diyorum. Politik değerlendirmeler
yapmayacağım, ihtiyacım yok. Güzel bir film izlemiş olmanın hazzını yaşamak
istiyorum sadece.
Çok uğraşmana gerek yok:)) Blogumun ana sayfasının kenarında aşağı doğru uzayan ve konu başlıkları olan sütundan Sinema Laparagas'a geldiğinde altında tüm yazdığım filmlerin başlıkları var, canın hangisini isterse tıkla yazı şıp diye önüne gelir:)
eski blogların heyecanını burada yazdıklarınızı okurken paylaştığınız şarkıları dinlerken yaşıyorum. sosyal medya hızlı akarken duygular düşünceler sabun köpüğü gibi kaybolup gidiyor. bloglar daha ferah ve sakin aynı zamanda daha içten daha samimi. güzel günleriniz olsun hep.
2009'da izlemiş ve bayılmıştım, aynı noktada olduğumuza sevindim:)
YanıtlaSilsenin blogunu da geçmişe doğru talan etmem gerekiyor arada sırada sanırım :)
SilÇok uğraşmana gerek yok:)) Blogumun ana sayfasının kenarında aşağı doğru uzayan ve konu başlıkları olan sütundan Sinema Laparagas'a geldiğinde altında tüm yazdığım filmlerin başlıkları var, canın hangisini isterse tıkla yazı şıp diye önüne gelir:)
Silhayır, uğraşmayı, dolaşmayı tercih ediyorum. amaç film bulmak değil ki :)
Sileski blogların heyecanını burada yazdıklarınızı okurken paylaştığınız şarkıları dinlerken yaşıyorum. sosyal medya hızlı akarken duygular düşünceler sabun köpüğü gibi kaybolup gidiyor. bloglar daha ferah ve sakin aynı zamanda daha içten daha samimi. güzel günleriniz olsun hep.
YanıtlaSilne hoş bir yorum, çok teşekkür ederim. çok sevgiler
Sil