27 Mayıs 2012 Pazar

Camus - Büyüyen Taş



Ama aşçı d'Arrast'ın elini tutuyordu hala. Bir duraksama geçirdi. Sonunda karar verdi:
-Ya sen, sen hiç söz vermedin mi?
-Bir kere verdim galiba.
-Fırtınada mı?
-Bir bakıma evet. Ve d'Arrast, sertçe elini sıyırdı. Ama tam geri dönüp gideceği sırada, aşçının şaşkın bakışıyla karşılaştı. Bir an duraksadı, sonra gülümsedi.
-Gerçi önemi yok ama sana söyleyebilirim. Biri benim yüzümden ölmek üzereydi. Sanırım yardım istedim.
-Bir şey adadın mı?
-Hayır. Adamak isterdim.
-Çok oldu mu?
-Buraya gelmezden kısa bir süre önce.
Aşçı iki eliyle sakalını sıvazladı. Gözleri ışıldıyordu.
-Kaptansın sen, dedi. Evim senindir. Hem sonra sanki kendin adamışsın gibi sözümü tutmama yardım edeceksin. Bunun, sana da yardımı dokunacak.
D'Arrast gülümsedi.
-Sanmıyorum.
-Çok gururlusun, Kaptan.
-Gururluydum, şimdi yalnızım. Peki söylesene bana, senin şu iyilik sever İsa'n hep karşılık verdi mi çağrılarına?
-Hayır, Kaptan, her zaman karşılık vermedi.
-Ee?

s.58
Camus'yü okumak bana her zaman iyi geliyor. Özellikle kendini her zaman belli edişine, buradayım bak, deyişine, oradasın evet, görebiliyorum, diyebilmeyi çok seviyorum.
Sonrası iyilikle güzellikler...

21 Mayıs 2012 Pazartesi

İhtiyarlar Heyeti.


Yine bizbize kaldık.Ben ve ben evet. Zaten daha fazlası hiç olmadı. Bu anlamsız, sinir bozucu, iğrenç arayışın, Hülya Koçiğitli Ediz Hunlu  klasik tatsız bir Türk Filmi kıvamında sözümona mutlu bir sonla biteceğine çok inanmıştım. Gerizekalı mıyım? Pek tabii. Oysa Aylak Adam’ı okudum. B., C.’nin yanından, önünden, arkasından öylece giderken, gerizekalı C. -misal ben- ya yanlış kişinin ardından gitti, ya B.’yi farketmedi ya da yetişemedi. Gerizekalı. Bana kalırsa bu içsel mücadelenin temelinde bebekliğin oral döneminde yaşanan bazı sorunlar yatıyor. Dudaklarını ve ağızlarının içlerini kemiren ya da yiyen insanların sorunu o döneme dayanıyormuş, o dönem bende bi’ bokluk olmuş, belli. Kim bilir ne! Mayıs ayında bu sene toplam okuduğum kitap kadar kitap okudum neredeyse. Hele son bir haftadır, bütün boşluklarımı, bütün nefretlerimi, ve bastırmaya çalıştığım sevgimi içime gömüp usulca kitaplarıma gömülüyorum. Bugün yeni bir yöntem geliştirip bütün bulaşıkları elimde yıkadım, bir saat boyunca bulaşık yıkadım. Bazan ne kadar uğraşırsam uğraşayım içseslerimden uzaklaşamıyorum. Yusuf! Atılgan Yusuf! Ey! Domatesli makarna yaparken bile C.’nin en sevdiği yemeği sorduklarında verdiği cevap geliyor aklıma. Gerizekalı! Sonra arkadan çalan şarkılar, yemin ederim, iç dağlayan şarkılar hep. Telefonumun ekranında küçük bir kız çocuğu. Elinde yumoşu. Öyle bir gülümsemiş ki! Tıpki Ahmet’in telefonda duyduğum ağlama sesinin ağlamama sebep olması gibi, o fotoğrafa her baktığımda şarıl şarıl ağlıyorum. Kabul, bu aralar çok sulugözüm. O kadar içten ve sakin gülümsemeyi ne zaman bıraktım? Ne zaman bu kadar umutsuz oldum? Hava ne ara karardı? Ayrıca akşam ne yiyeceğiz, ne okuyacağız? Bunlar büyük sorunlar.


14 Mayıs 2012 Pazartesi

Ağlamak / Abdesti bozmaz mıydı be şeyhim?


Bu içtiğim kaçıncı sigara bilmiyorum. İnsanlar gelip gidiyorlar. Hem koşuyorum hem gülüyorum. İçimdeki muhabbetleri kime anlatsam zarar ziyan o vakitler. Susma hakkımı kullanıyorum. İçim susmuyor: “Bak İbrahim, seviyorum anlıyor musun? Anlıyor musun? Bana bak! Bak bi’! Kül gibi. Seviyorum.” Karşımdaki en yakın arkadaşım. Evet o güzel olan. İçi de güzeldir bilmezsiniz. Öyle de samimidir. Bir sarılsam kimse yokken ağlayacağım. Yoo ama, burası hiç yeri değil. Sahi, bu yaktığım kaçıncı sigara bilmem. Midem de azdan hafiften bulanıyor. Neydi ona gönderdiğim şu öykü? Sevmiş miydi  İbrahim, sevmişti. Ya da beni sevmişti de benim diye sevmişti o öyküyü de. Kız mı varmış ne. Biri de “Senin beynini kuşa taksak” diyor, devamında gülmeler gırla. Ya da ben uyduruyorum. İçim susmuyor ki, canına yandığımın dünyası! “Bak  İbrahim, hani sen sevmiştin lan beni! Hani güzeldi gözlerim? Nerdesin şimdi bak burdayım, gözlerim de hala aynı? Göremiyor musun oğlum aynı işte!”. Basit sarı saçlı bir kadınla göz göze geliyoruz. Bizimkine el işareti yapıyorum: bu çay kap gel! demek. Bizim kültürde sigaranın yanında çay içilir ağalar! Kahve de güzel kokuyor doğru. Ne dedin? Çay bizim orda bir lira, kahve de bir buçuk mu ne. Zaten bizde çay içilecekse kimin parası varsa o çıkar. Bozuklukları da birinin önüne koyup omzuna iki hafif tokat atıp göz kırparız: genç adamsın lazım olur al şu on beş kuruşu! demek bu da. O güzel olan kız hariç diğerleriyle aramızdan su sızmaz değil. Ama inan olsun seviyorum diğer ikisini de. Tavla atarken idare ediyorlar beni nasıl sevmem! Güldürüyorlar bir de söyleniyorum okul bitsin çok ararsınız siz beni! diye. “O zaman benim içimde kıyametler kopuyordu, biraz da şaşkındım  İbrahim. Sen öyle kolayca sevdin de beni ben sevemedim işte n’olmuş?! Biraz zaman aldı benimki biraz gel-gitli oldu. Sineye çeksen bi’ yerinden mi eksilir? Sev ulan beni! Saçlarım da güzel. Biraz biçimsiz gülüyorum. Allah affetsin! Ama istemezsen gülmem bak. İstemezsen sigarayı da bırakırım neymiş!” İnsanların konuşacak ne çok şeyi var. Benim hep içimde. “Öff! S*ktir et şu aşk meşk işlerini!” diyor bizimki. Oğlum sen anlat dedin! diye çıkışmadıysam ne olayım! Haklıymış çocuk, diye ekliyor bir de. Ben de haksız demedim. “ İbrahim! Bak çok pişmanım! Anla biraz! Tövbe kapısı hiç kapanmaz benim inandığım dinde. Benim inandığım Allah merhametli olun! dememiş miydi? Sen hangi dine mensupsun mendebur! Hadi bak, yemin olsun üzmem seni. Tatlı tatlı bakıp, senden erken kalkıp kahvaltı hazırlarım. Elinin elimde olduğu o battaniyenin altında filmler izleriz kurban olduğum! Bir sabah namazına uyandırırsın beni. Orucu da birlikte açarız!  İbrahim! Dinlesene ulan!” İşleri varmış onların. Kalkıp gittiler. Benim neyime daha orada oturmak. Tutturdum otobüs yolunu. 18Ü geldi, bindim. Ama midem hala bulanır gibi hafif. Dondurma olsa yerdik bak bu serin havada. İçimdekileri de anlatırdım belki birine rahatlardım. Ama kimse yok. Kimse mi olmaz. Alt komşuya inip, hani ben yüksek sesle Ahmet Kaya dinlerken gelip beni uyarmıştınız, kızlarım ders çalışıyor demiştiniz, derim. Sonra içimi dökerim. Ayy yoook! Sizi de beklerim bizim evden deniz daha güzel görünüyor, sizinkinin bi’ esprisi yokmuş derim. Aman boşver. Zaten cadalozun teki o kadın. Hala ısrarla Cumhuriyet Gazetesi okuyor. İnanabiliyor musun? “Mektupların bunlar! Sen yazmadın mı lan bunları! Bak seviyormuşsun! Burda öyle yazıyor. ‘Se(si)ni Seviyorum’ yazmışsın! Yalan mı?  İbrahim bir ayda bir sevda biter mi? Bir ayda bir romanı zor devirirsin lan sen! Başka biri mi var yoksa? Herkes öyle söylüyor! Buldun mu birini bir ayda! Onu da sevdin mi doğru söyle! Ölümü öp doğru söyle öptün mü lan onu!!  İbrahim, öldüm, sevsene azıcık beni. Öyle derin derin olmasın varsın. Biraz sev.”
Çay demledim. Çubuk kraker de var, sigara da.
Haydi! 

10 Mayıs 2012 Perşembe


 İnsan uyanmak istemediğinde çok erken uyanıyor sanırım. Salondaki koltuktan hiç kalkmadım bütün gün. Olduğum yer kötüymüş de daha iyi bir yer de yokmuş gibi. Öylece yattım. Akşam olmak üzereyken kuş sesleri gelmeye başladı balkondan. Bir umut. Hiçbir şey hiçbir zaman hiçbir şeyin sonu değil. Yalnızca başka birşeyleri farketmeye aracı. Ölmedikten sonra okunacak çok kitap var.

Elimdeki kitapların hangi birinden bahsedeyim. İki haftadır hiç mektup almıyorum. Bana neden mektup yazmıyorsunuz? Düşüncelerimle adım adım markette buldum kendimi, muz aldım, bir de süt. Muzlu süt kalp kırıklarına iyi geliyormuş.

Sonra, evet, itiraf etmem gerekir ki sigara da aldım. Anladım ki hiç bırakmayacağım ben onu. Onu bana bıraktıracak ışığı hiç göremeyeceğim. Gömüldüğüm yerlerden çıkmaya çalışmak yerine o yerleri biraz ışıklandırmam gerek. Hepsi bu. çünkü böylece çabalarımın boyuna olduğunu görmem. Belki güneş bi’ gün çukurlarım için doğar. Kim bilir…

İçimdeki sesleri bastırmaya çalıştıkça daha da bir yükseliyor sesleri. Salıver gitsin! der ya dert anlatılan arkadaşlar. Ben de öyle dedim kendime. Salıver gitsin.

Şimdi ev muz kokuyor. Sonra gökyüzünde öbek öbek bulutlar. Sonra çok güzel şarkılar var bu hayatta. Hem okunacak çok kitap… Haydi şimdi bi’ daha, en başa dönelim. Gel bak bir elimde gökyüzü var hala.... 

1 Mayıs 2012 Salı

23 Yolu


Kimse de bilmez o kadının en çok sabahları uyandığında güzel olduğunu. Kimse de bilmez söylediğinde aslında ne düşündüğünü. Gülerken nasıl sahtekarlık koktuğunu, kimse duymaz. Kimse anlamaz küskünlüklerinde nasıl kalp kırıklıkları olduğunu. Kimse mi bilmez?

Godot, hala yok. Tek eksik o.