14 Şubat 2014 Cuma

bir mektup yazmak girişiminin başarısızlığından doğan karmaşa.



birtakım gerçeklerin üstü örtülmüş olabilir. ne bileyim, birbirimiz hakkında birbirimizin yanında başkalarına konuşurken bir bakıştan bir duruştan bir dudak büküşten bir kaş kaldırıştan bütün söylenecekler bambaşka bir yere gidebilir. kadınların erkeksiz yaşamlarında incelenmesi gereken çok şey var.

ailemizde sayıca eşitlik vardı, üç kadın üç erkektik. ama nicelik olarak eşitlik nitelik olarak eşitlik doğurmadı. nitelik olarak kadın fazlası vardı bizim evde. bizim evde çok fazla kadın vardı. evet.

ben bir takım gerçeküstü öyküler kurgularken zihnimde, bilge karasu çıkıp geliyor ve "şşştttt" diyor, bir an göz göze geliyoruz ve ben onun gözlerinin değil de bakışlarının güzelliğinden kaçırıyorum gözlerimi, ne yalan söyleyeyim utanıyorum. "seni neden bunca özlüyorum bilge?" diye soruyorum gözlerim yerde, o mahcup gülümseyişi gelip geçiyor güzelim suratından. 

kediler hep dört ayaklarının üzerine düşmediler, bunu gözlerimle gördüm. 

9 Şubat 2014 Pazar

yarım bıraktım.

benim hiç okuyucum olmadığından sizlere nasıl sesleneceğimi bilmiyorum: belki okuyucularım yerine okuyucular demeliyim, belki sevgili arkadaşlar. dostlar? dostlarım. evet sevgili dostlarım. elime bir kağıt bir kalem almak çılgınlığı aklıma düşeli beri bu fikre karşı koymaya çabaladım. benim gibi bir adam için kalem o kadar yabancı ve tehlikeli bir nesnedir ki bir insan onu, fikirlerini yazmak üzere eline aldığı anda kalem tarafından suç işlemeye zorlanır ve sonunda o suçu işler de. ister roman-öykü gibi edebi eser yazmak amaçlı olsun ister deneme ya da köşe yazısı yazsın. bir noktada kalemin hakimiyetini yitirir ve suçlu olur. gerçek bir suçlu!
23 yıllık memuriyetim boyunca yazılmış her türlü metni inceleyip, içlerinde ülkemize ve devletimize, liderimize ve sistemimize zarar verecek bir sözcük var olup olmadığını araştırdım durdum. romanlarda konuşturulan karakterlerin ağızlarından çıkan sözcüklerden, satır aralarına, dikkat çekmemesi için yazarı tarafından özenle yerleştirilmiş yasaklı kelimelere kadar herşeyi tek tek bulurdum. işimde oldukça başarılıydım. başka bir göreve atanmak kesinlikle istemedim. yalnızca bu işte kalmak, okumak okumak ve okumak istedim. her bir kelimeden kuşkulanırdım. bir metin içinde iki kere tekrar etmiş bir sözcük gördüğümde bunun gizli bir anlamı olduğunu anlar, şifresini derhal çözerdim. yüzlerce yazarın yazdıklarından ötürü tutuklanmasına, sürülmesine ve hatta devletimizin gizli koruyucuları tarafından ortadan kaldırılmasına sebep oldum. bir memurun 40 yıllık iş hayatı boyunca bir kere sahip olmayı canı gönülden dilediği görev başarı ödülünü tam üç kez kazandım. en sonuncusu üçlü yıldız rozeti, liderimiz tarafından yakama takılmış, köşe yazarı olan bir grup insanın gizli bir dille haberleştiklerini keşfedip, bir örgüt olduklarını açığa çıkartmış olduğum için verilmişti. rozetlerimi gururla taşırdım, meslektaşlarımın canlarını yakacak şekilde kullanmasını iyi bilirdim bu rozetleri. benden yüksek rütbeli memurların, şeflerin bile, benimle konuşurken, bana emir vermeye kalkışırken öyle bir gözlerine sokardım ki rozetlerimi en sonunda onlara emir veren ben olurdum. başları öne eğilmiş utanç içinde ayrılırlardı yanımdan. 

bari adamın adı da arkadi ivanoniç, vasya şumkof falan olsun da tam olsun. içime dostoyevski kaçmış desem az olacak. resmen ele geçirmiş.. ortaya çıkan da beşinci sınıf dostoyevski öyküsü. peeh.