30 Ağustos 2011 Salı

Yabancı

    13.GÜN
    
     Gözlerime birşey yerlermiş, hmmm, bir yorgunluk. Uyanıkken, uyuyorken, yeni uyanmışken ve uyumak üzereyken hep sızlıyor. Aynada onları görüyorum, kızarık ve yorgun. Neden böyle olduğunu bilmiyorum.
    Birbirlerinin bütün ömürlerine şahit olmuş insanların arasında parmaklarımın ucuna basarak dolaşıyorum. İhtiyacım olan tek şey, her zaman için cümlelerimi kaydedebileceğim birşey. Çoğu zaman kısaltmalar kullandığım not defterleri. Onlardan ne çok doldurdum.
    Buralar ya rahatsız edici derecede çok gürültülü ya da rahatsız edici derecede çok sessiz. Bazen üşüyorum. Geceleri okuyorum. Okurken uyuyakalıyorum ve uyandığımda gecenin tükenmiş olduğunu görüp bir ah çekiyorum. Kocaman bir ah.
    Kavramların içlerini doldurmaya çalışıyorum. Bir ad koymak, bütün yaşananlara ve hissedilenlere bir ad koymak için çırpınıyorum. İsimsiz bırakmamın rahatlığı uçup gidiyor, benden ağır olmayan şeylerin altında eziliyorum.
    Biraz gitmek ne iyi olurdu.
    Keşke nerede "iyi" olacağını bilebilseydim.

29 Ağustos 2011 Pazartesi

"Aradığım Aşkı Bulduysam, Sendedir."

12. GÜN


Durumu netleştirmeye çalışırsam eğer, hayatı kendi imgelem dünyasında yaşayan insanların yaşadığı aşklar çok sarsıcı olabiliyor. Bir başkasının zihnine, duygularına önem vermek normal zamanda minimum seviyede mümkünken, tek bir insanın herbir şeyinin önemli olduğu bir zaman diliminin yaşanması, çok daha şiddetli, unutulmaz oluyor. Zor oluyor herşeyiye. Kavramların değişmesine bile neden olabiliyor. Düşünsenize...

M. şöyle yazmıştı bana;
Aşk yol boyunca giderken kendi geçmişini fesheder, sorun çıktığında ardında sığınabileceği hiçbir liman bırakmaz. Sen aşk adına geçmiş limanların yerini aklında tutuyorsun buna -isabetsiz bir biçimde- "O" diyorsun.

Varolma sorunun kıvrandırdığı insanlar normal bir hayat yaşamak için bir şeye tutunmak zorunda kalırlar. Bilinçli ya da bilinçsiz. İnanarak ya da kendini zamanla inandırarak. Bir beklenti içine girmeden devam edemeyeceğim anlar oluyor. Boşluk kelimesini benden daha çok kullanan bir insan ben görmedim, benden daha çok hisseden var mıdır bilmiyorum. Ama o boşlukların içinde bazen öyle aptal oluyorum ki  tutunacak birşeylere-birşeye/kişiye ihtiyaç duyuyorum. En ufak birşey.

"O" beklenesi biri. Onu tanımayan bilmiyor. Ben biliyorum. Onu tanımıyorum, ama ben biliyorum. Onu beklemediğim bir hayat düşünemiyorum çünkü, o zaman aklımı yitirebilirim. Bir sebebi olmalı "ben" oluşumun. Burda oluşumun. Soru işaretleri içinde yiten bir hayat fikri çok sarsıcı. Fazla sarsıcı.

Burda eklemek istediğim şey ise "O"nun bir sevgili, aşık olunacak kişi olarak algılamadığımdır artık. Öyle olmayacağı anlamına gelmez tabii ama kapsamı açısından çok daha geniş.

İnançlı bir insanın bu tip sorunları başından atması çok daha kolay. İnançlı olup da bu sorunları başımdan atamayışım benim kusurum mu? Olabilir.

Aşkın anlık gelip giden birşey olduğunu düşünüyorum. Herhangi birşeye aşık olunabileceğini, aşkın yıllık anlar sürebileceği gibi saniyelik anlar da sürebileceğine inanıyorum artık. Ama tanımım itibariyle bir "an" söz konusu olduğundan, aşk için her zaman bir "bitiş" söz konusudur.

Böyledir.

Bilinmezlik meselesi aşkın bel kemiğini oluşturur. Yeterince tanıdığınız birine asla aşık olamazsınız. Bilinmeyene duyulan merak, özlem, sahip olma, bilme isteğinin yoğunlaşmış haline aşk derim ben. "O"nu eğer bilseydim beklemezdim. Onu bilmediğim için bekliyorum. Hayal ediyorum, düşünüyorum. "O", bu yüzden beklenesi biri.

Zihnimde bir çocuk her gece gelip "O"nun bugün gelemeyeceğini ama yarın kesin geleceğini söylüyor. Ben de inanıyorum. 

26 Ağustos 2011 Cuma

Yağmur Yağsa Güneşin Yerine

9. GÜN 

Bir delilik var halimde. Bir lamba yanar ya insanın zihninde aynen öyle. Düşünüyorum, düşünüyorum. Kurnazlıklar dönüyor kafamda. Ama hani o kadar çok düşünecek şey vardır ki kafanızda sabırsızlanır, bir sıraya koyamazsınız, karıştırır, bundan bile zevk alırsınız. Aynen öyle. Şimdi ne yapmalı? Acaba ne yapmalı? Sıradaki adımı biliyorum.

"Şimdi senden birşey istiyorum. Şuraya gidip şunu soracaksın. Varsa fiyatını öğren. Onu benim için al. Ben hesabına gönderirim parayı. Sonra bana postala onu." Nasıl olacak? Dur dur, fazla aceleci mi davranıyorum?

Evin içinde bir hareketlilik var. Sesten kaçış yok. Toplam yedi kişiyiz. Odamda iki kişiyiz önce, ben ve hayallerim. Sonra ablam geliyor. Sonra annem.

Evin köşelerinde elimde Antonio dolaşıyorum. Amaçsızca basıyorum deklanşöre. Ne yakalamak istiyorum bilen yok.

Ama birşey olacak. Biliyorum. İnanıyorum. Birşey olacak...





25 Ağustos 2011 Perşembe

Big Fish / Büyük Balık

8. GÜN

.



Sürekli hikaye anlatan insanlar hikaye olur, diye bitince film insanın içinde birşeyler kıpırdıyor. Bütün diğer Tim Burton filmleri gibi başka bir dünyada nefes alıp vermeye başlıyorum. Kendimi hep iyi hissetmişimdir o filmleri izlerken. Tabii bir de Miyazaki gerçeği var.

Bir kahve aldım bu arada. Nedense cümlelerimi toparlayamıyorum.

 Neyse, filmi izledikten sonra başımın ağrısının hiç geçmediğini farkettim. Filmi izlerken ağrıyı unutmuş olmam filmin izlenmeye değer olduğunun kanıtıdır bana kalırsa. Ayrıca çok güzel hissettim kendimi, çok mutlu. Dahası umutlu. En güzeli de bu...

21 Ağustos 2011 Pazar

Böylece Hep Bana Trenler Çarpsın*

4.GÜN
"Sürekli aynı şeyleri tekrarlamaktan o kadar yorgunum ki Nastasya, ölsem yeridir. Tam şimdi ölsem yeridir."
Konuşuyoruz. Gülüyoruz. Gözümden yaş geliyor gülerken. Hazır yaş gelmişken, diye düşünüyor olmalıyım. Ağlamaya başlıyorum. Sonra birşeyler oluyor. Ne olduğunu kestiremiyorum, zira gözlerimde avuç dolusu yaşlar varken ben etrafı net göremiyorum.
"Gitme, diyesim geliyor bazı insanlara, sonra demiyorum. Ve gidiyorlar. Ve bölünüyorum. Parça parça oluyorum Nastasya, paramparça oluyorum. Gecelere düzdüğüm methiyeleri okuyamıyorum. Öyle bir gün ışığı var ki, göz gözü görmüyor. Gece yarısını özlüyorum."
Çok sevdiğimi söylüyorum. Çok açık yalan söylüyorum. Çok açık değil belki. Bana göre açık. Ben kimseyi sevemiyorum. Bilmeleri gerekirdi.
Resulullah asla yalan söylemezdi; ben annem ölürken hiç ağlamadım.**
Şimdi canım kahve kokulu bir bardak çay istiyor. Ya da iki bardak. Bilmiyorum. Bana içecek birşeyler getirin. Sıcak olsun. Tanrı onu yasaklamamış olsun.
Yüregime basa basa, içimden yar gidiyor. Ağlama iki gözüm, biraz daha dur.***
Bazen gitmek istiyorum. Bazen istemiyorum.
...
hepiniz mezarısınız kendinizin…****
--------------------------------
*,**Ah Muhsin Ünlü
***Ahmet Kaya-Söyle
****Nilgün Marmara

16 Ağustos 2011 Salı

yol

Bazı cümleler tek bir kelimeden oluşabilir: Gidiyorum, gibi.
Sabah yola koyulacağım. İçimde bi' mutluluk yok. Ne birşeylerden kaçıyorum ne de birşeylere kavuşuyorum. Öylece bir gitmek.
Değişmek istiyorum. İçimde birşeylerin yerlerini odamdaki dolap-yatak-kitaplık yeri değiştirir gibi değiştirmek istiyorum. Güneşi ve ay ışığını daha net alacak şekilde. Yağmuru yattığım yerden görebilmeliyim.
Kitaplarımı aldım. Bazısı da orda. Filmler indirmeye çalıştım, M. de yardım etti. Şimdi de şarkı seçmeye çalışıyorum. Yazmam gereken mektuplar var ve ayrıca telefonumu da değiştiriyorum. Değişmek kelimesi sadece beni heyecanlandıran şu aralar. Neden böyle bilmiyorum.

Kendim olayım istiyorum bu sürede. Kısa bir süre değil. İstanbul'dan uzakta zor. Yine de biraz sessizlik iyi gelir diye düşünüyorum. Dahası öyle olsun istiyorum. Bakalım...

Yazmam gereken kitaplar-filmler var. Paylaşmam gereken şarkılar. Ama yorgunum ve üşeniyorum. Gitmek'ten sonra yapabilirim sanırım bunları.

Umarım...

7 Ağustos 2011 Pazar

Değişim, Öldürmek Gerektirir.

Merhaba.
Şimdi ben ne desem bana tam değilmiş gibi gelecek. Eksik değil. Tamamlanmamış.. Böyle birşeyin olmadığını ve hatta olamayacağını söylemeyin bana. İçimde kara delikler var.

Mesela Tezer Özlü bugünlerde evin her köşesinden başını uzatıyor. "Öl! Geber! Git!" diye bağırmak istiyorum ona ama hem çok seviyorum hem de zaten ölü. Yine de bana işkence ediyor. Bütün kitaplarını neden aldım, diyecek oluyorum. Yüzü öyle güzel... Yetmedi alıp izlediğimiz filmin başrolü Tezer'in kopyası çıktı. Gözlerinden burnuna kadar.. Acaba Tezer nasıl ağlıyordur, diye düşündüm durdum...

Başımda artık geçmesi konusunda ümitsiz olduğum o ağrı beni şaşırtmıyor, hiç geçmiyor.
Geçen hafta hiç gitmediğim dersin bu hafta finali varmış.
Eve gitmeme on gün kadar var, annemi özledim, İstanbulsuz huzursuzum.
Çelişiyorum, çelişiyorum, çelişiyorum.
Hiçbir şey yazamıyorum. Ama hiçbir şey...
Değişmek istiyorum. 
Biraz olsun değişmek.
Kendime nefes aldıracak kadar değişmek.

Gökyüzü öyle güzel ki... 


3 Ağustos 2011 Çarşamba

Belki de....

uyku
gözyaşı
ölüm düşüncesi
ölüm düşüncesizliği
kalp atış hızı
saniyeler
her saniyede bir kez atamayan bir kalp
duyan var mı
duysa biri
kimse
hiç
kimlik karmaşaları
hafıza kayıpları
pişmanlık
nefret
iç gıcıklayan melodiler
tavanda çatlak aramalar
gece
geceymiş gibi
bundan sonrası ateş. 


Üzülme, beni de hiç anlamadılar.
Ölme ayrıca, beni de bırakıp gittiler.
Karanlıkta.