26 Mart 2013 Salı

Komet!

Hasan Ali Toptaş'ın Ölü Zaman Gezginleri'ni okumaya başladım. Üçüncü öykü sonunda nefes alışımda bir değişiklik farkedip kitabı kapattım. Bildiğim Hasan Ali Toptaş, aynı naiflik, aynı sözgelimleri, aynı tekrarlar, o özlem duyduğum adam, ama bu kez daha sarsıcı, ve sarsıcılığı her bir öykü sonunda yaşattığından, yorucu. Bir yalnızlık, ama yıkıcı. Kendine dışarıdan bakma denemeleri ya da kendine hakim olamayışın bu denli çarpıcı ifade edilişi. Kendi zamanına yetişememek, kendi zamanını yakalayamamak ve kendi yaptıklarına engel olamamak. Zaptedememek kendini. Ya da ...

Kitabı kapattım ve nefes almaya devam ettim. Bu müthiş yazarı nereye koymalı, bilemedim. Kitabı elimde evirdim çevirdim. Neden sonra kitap kapağına takıldım. Bir adam var, bir tepenin üzerinde. Dev gibi. Şapkasını göğe doğru açmış. Bir şey bekliyor. Neyi bekliyor. Diğer küçük insanlar ona bakıyor. Neden bakıyor.

Kapaktaki resim Komet'e yani Gürkan Coşkun'a aitmiş. Öyle güzeller ki...






23 Mart 2013 Cumartesi

Babayı affetme çabası: Asla Kimseyi Öldürmedi Benim Babam - Fournier



Her insana olur. Birini sevmek istersiniz, artık hayatınızın bir parçası olmasa bile, anılarınızın, geçmişinizin bir parçası olur. Nefes alır. Onu sevmek istersiniz. Bu kişi babanızsa misal, annenizse, bütün kötü anıları, düşünceleri silip atmaya, onun kötülüklerine kendi içinizde bahaneler uydurmaya, anlaşılabilir göstermeye çalışırsınız.

Fazlasıyla insani bulduğum bu çabayı, bir adamın, babasını 15 yaşında kaybetmiş bir adamın satırlarında bulmak hüzünlü bir gülümseyiş gibi, geldi yerleşti suratımın ortasına. Sivriliklerini tek tek törpüyeyip babasının, kötü bir adamdı o! demek yerine, bunları yapmasaydı daha iyi olurdu sanki, demenin naifliği yürek okşayıcı.

Bununla, belki dilinden, yazış, anlatış şeklinden hoşlanmamamın üstünü örttüğümü düşünüyorum.Ya da şöyle söylemeliyim, üslubunda hoşuma giden bir öznellik bulamadım. Ne güzel yazmış, demek yerine, ne güzel düşünmüş, hissetmiş, dedim. Çünkü bana göre aile, sevmekten vazgeçemediğin ama esasında sevmek istemediğin insanlarla dolu olan birşeydir. Fournier, o insanı, babasını, sevmek istemediği ama elinde olmadan sevdiği ve affetmek istediği parçasını kabullenmiş, bunu her insan yapamıyor, ben yapamıyorum misal. Kitabın adı bile, öldürebilirdi, bu onu kuşkusuz kötü yapardı, ama o öldürmedi! Bununla mutlu olmak gibi. 



14 Mart 2013 Perşembe

Bir Arayışın Romanı: Mercier ile Camier - Beckett

"Nasıl bir avunçla kalkar gözler bu karmaşadan boş göğe doğru ve nasıl bir avunçla yeniden iner?"

Godot'yu bir an unutmayan insanlar için Beckett "askerlik arkadaşı" gibidir. Kitaplıkta her daim okunmamış bir kitabının bulunması gerekir, çünkü özlenen yazarlardır. Bir Beckett karakterinin -ya da iki üç- rahatsız ediciliğini özler çünkü insan. En son Murphy'i okumuş, ona da sayıp sövmüş bir insan olarak yeni adamlarla dolu bir kitabını elime almak büyük çılgınlıktı! Çok büyük!

"Öyle anlar olur ki en basit sözcükler anlamlarını ele vermekte gecikirler."

Mercier ile Camier içi geçmiş iki yaşlı adamın peşine takılmadan hemen önce, buluşma saatlerinin 20 dakikasında birbirlerini 5 dakikalık aralıklarla kaçırmaları insana, böyle bir arayışın romanı mı bu, dedirtiyor. Beckett yapar çünkü bunu, biliriz. Sonra buluşup yollara düşüyorlar. Nasıl ki Godot'yu Beklerken bir bekleme romanıysa Mercier ile Camier de arayışın kitabı. Neyin peşinde olduğu bile belli olmayan bu adamları an geliyor seviyorsunuz, an geliyor iğreniyorsunuz, an geliyor acıyorsunuz, an geliyor gülüyorsunuz. Beckett'ı Beckett yapan da bu bana kalırsa. Bütün hayat serüveninin en can sıkıcı -ki misal bir bunalım anında okunmaması gerekir, çok ciddi sonuçlara yol açabilir- gerçeklerini öyle bir şekilde sunuyor ki afallıyorsunuz. Bir yandan olayın ciddiyetinin farkına varıyorsunuz, diğer yandan da elinizden bir şey gelmemesinin kabullenmişliğiyle sırıtıyorsunuz. Bir aptal gibi! Evet Beckett insana kendini aptal hissettiriyor!

Böyle bir serüvene dahil olmak kimilerinin harcı değil. Benim harcım mı? Emin değilim.

"Bir insanın Mercier'yi bırakmaması için Camier olması gerek, dedi Mercier."

Watt Beckett'ın bir başka karekteri, elimde olmayan kitabı, kitabın sonuna doğru macerayı dahil oluyor -hatta Murphy'nin de adı geçiyor.

"Biri doğacak, dedi Watt, biri doğdu bizden, hiçbir şeye sahip olmadığı için sahip olduğu hiçbir şeyin kendisine bırakılması dışında hiçbir şey arzulamayacak olan biri."

10 Mart 2013 Pazar

Kar, Kan, Savaş

Bazı günler öyle sıradandır ki sıradan olduğunu farkedemez insan.
Uyandığımda elimde telefon vardı, mail beklerken uyuyakalmışım. 
Saatse 07:30, annem ocağı yakamadığından bilmem kaç milyon kere çakıyor çakmağı. Ben uyandığımı unutmaya çalışıp uykuya dalmaya çalıştıkça o çakmağı çakıyor. Çakıyor. Çakıyor. 

Gidip mutfağın kapısını kapatıyorum, uyku devam etmiyor. 
Dışarı çıkıyoruz, film izlemeye; benim gideceğimizi sandığımız film vizyona bile girmemiş daha meğer, bu filmle ilgiliyse hiç bir bilgim yok. 
Film başlıyor: Eve Dönüş - Sarıkamış 1915 
Giriş sahneleri göze hitap ediyor, harika kareler. Kiyarüstemi'nin kar fotoğrafları tadında. Uğur Polat yüzünü gösteriyor. Film akmaya başlıyor. 





Filmde tek bir savaş sahnesi görmeden, savaşı iliklerime kadar hissettim. 
Gerilim hiç beklenmedik anda filme dahil oldu, elbette Serdar Orçin'le. Oyunculuğu harika. 

En sevdiğimse, trajedinin hiç olmadık bir karakterde hayat bulması, bu eve dönüş hikayesinin aslında onun hikayesi olması. En cani görünenlerin içinde açtığı, savaşın. 

Bir demiryolu gibi uzanan asker cesetlerinin olduğu sahne bence bütün olayı özetler nitelikte. Bu yetmiş. Yönetmeninse ilk filmiymiş, ne güzel dedim; ne güzel!
...