Ne zamandır, aylardır doğru düzgün kitap okumadığımı, son bir kaç haftadır farkediyorum. O kadar çok yarım kalmış kitap sığınıyor ki elime, hangi birini bitireceğime şaşıyorum. Son iki gündür üç yarım kitabı tamamlayıp, onları böylesi bir boynu büküklükle kendimden uzaklaştırmamın sebebini düşündüm durdum. Ruh halim, hayatımın ve özellikle geleceğimin karmaşası, konsantrasyon bozukluklarım.... Liste uzayıp giderken zihnimde termosa koyduğum sabahın çayını buldum salonda.
Evin bir yerinde sıcak bir bardak çay bulmanın keyfini kelimelere döküp de, anlatamadığımı görüp huzursuz olmak istemiyorum. Bu yüzden bunu ancak yaşayan bilebilir deyip, çekiliyorum.
Ne diyordum, kitap, evet.
Biraz önce bir telaşla elimden geçip giden Münir Göle'nin Fısıltılar kitabında yaşadığım huzursuzluk görülmeye değerdi. Bir erkeğin kadınlar konusunda ahkâm kesmesi her zaman gülünçtür. Fakat kestiği ahkâmların gerçeklik payı olduğu içten içe hissediliyorsa orada huzursuzluk boy gösterir. İlk gençlik zamanlarımdan bu yana ilgim olan mitoloji, bir çevirmenin iç dünyasıyla, miti yeniden yazmakla çevirmek arasında kalışı, ve bir de hiç yoktan araya giren çevirmenin iç sesi, kitabı bir çırpıda okunanlardan yaptı. Afiyet oldu vesselam.
Çevirmen-yazar 109. sayfada şöyle buyurdu:
Şimdi Bulgakov okumaya başlıyorum. Bu noktada Gökhan'a dönüp pis pis bakmak isterdim. "Bu utanç da sana yeter!"Kadın, bir boşluktan ötekine sürüklenir; her seferinde yeni bir heyecan, yeni bir inanç. Bir başka boşluk, hep aynı boşluk. Ekşiyip inancını yitirdiğinde yüzü kırışmış, derisi sarkmış bulur kendini. Öfkelenir, yazıklanır. Geçmiştir.O boşluğu kendi yaratmıştır, kendi beslemiştir. Kendi korkularıyla kurguladığı, doludizgin yaşadığı o boşluğun adı yanılsamadır. Asla bilmemeye yazgılıdır, bilmez.
Söyleyeceklerim bu kadar.
Teşekkürler.