28 Haziran 2014 Cumartesi

not:

Sıkıntısından yaşadığım sarhoşluğu, havasından, annelerden ve en çok hasta çocuklardan, nereye koysam iğreti duracak yaşantımın. Böylesi bir istemeyişi deneyimlemedim hiç. Gitmek istemiyorum, uyanınca beni soran dünyanın en güzel bebeği elinde bir serum taşırken ben başka nerede olmak isterim. Onu eve götüren bir arabanın içinde en çok. Onun güçüyle öyle sarsıldım ki bunca yıl yaşamamın üstüne bir o kadar eklendi. Fıtratı itibarıyla direnişi, ama bir yandan kabullenişi, kendisini telkin edişi, cümlelerimizi tekrarlayışı "geçecek bebeğim" "abla gidiyor bak gidiyor" demesi boğazıma öyle bir oturuyor ki her an ağlamaya hazır bir çok tehlikeli bir kadınım. Artık onun yorgunluğuyla yorgunum. Halimden anlıyor sanki: "hadi sen de kapat gözlerini"...

Geceleri rahatsız uykum, bir otel odasının gelip geçiciliğine sahip karakteri. Bezden terliklerine bakakalıyorum odanın. Su, bisküvi, meyve suyu ve bir gündüz refakatçisinin sahip olması gereken herşey. Saçlarım dökülüyor.

Değer görmek bu zamanlar nasıl belli ediyor kendini. Bir kaç kişi soruyor nasıl Ahmet, diye. Bana değer verenler mi? Gerçekten önemseyenler mi? Evet onlar. İşte o zaman çöplük oluyor insanlar, hiç haketmiyorlar sevgimi,  ben de çekip alıyorum. Arkadaşlık zaten, dostluk, hiç bu kadar boş kelimeler olmamıştılar.

İçim çürüyor. İçim.

"başka yere gidemediğin için burdasın
başkası olmadığın için kendi"

........

21 Haziran 2014 Cumartesi

gypsy kings ne ara bitti atilla ilhan'a ne ara geçtik, ben selim'i ne ara okuttum kendime, edip ne ara karıştı araya, cemal nerden çıkarttı başını, göğe bakma durağına gelmek için hangi otobüse bindik hiç hatırlamıyorum. oysa şu ana kadar verdiğim ani kararların tek hayırlısı aldığım o şemsiyeydi. sonra martılar gökyüzünü birbirine kattı ve biz 32. yaşımızı 33. yaşımıza bağlayan geceyle ilgili konuştuk. hayallerin beni mutsuz ettiğini de belli ki o an ayrımsadım.

elimden gelse, uzatabildikçe uzatırım bu karanlığı. gecenin bu serseri hali hiç bitmez. bir kaç kadeh içtiğim şarabın dumanı hiç aralanmaz gözümde. uyandırmam selim'i de. hiç bitmeyen mumun sarsak ışığını duvardan takip ederim. ve sarıldığım bu kitabı boğana kadar bırakmam. hiç doğmaz güneş, dünya dönmez öteki yüzünü. paris kahvelerinden birinde oturup geçen otobüsleri de hiç yazamaz böylece perec. onu ve gözlerini canımdan çok severim zifiri karanlıkta. attığım adımın da nereye gideceğini göremem. karanlıkla dans ederim ben, kimse görmez. kanepede uyuyakalan kadına hala şiir okurum. elimde en son didem madak kalır, onunla birlikte ölürüm ben bir koltuk başında.

ah o ağladığım film sahnesi yok mu, onu bu yorgun gözlerimle tekrar izlerim, yine ağlarım için için. yere düşen gözyaşı sel olur, felaket olur. ahmet ağbi, güzelim, öldün mü sen. selim'in bir çok kez andığı o esmerliği hatırlayınca aynadaki beyazlığımdan utanırım. ilanımdır, artık tek kelime etmem. onun bana sözcüksüzlüğünü kendime tekrar yaşatmam. sözümdür, bir daha o şarkıyı dinlemem. kıvırcık saçlarına parmaklarımı dolayıp uyuduğum adamı hatırlamam. ahdimdir, bir daha "aklım kayıp kalbim şiir okuyor" demem. ve tesellimdir, bir daha diyarbekir'e uçakla gitmem.

ondokuzumda çok güzel bir aşıktım.
yürmidördümde umutsuz bir kadınım.
otuzüçümü otuzdördüme bağlayan gecede ancak bir c. olacağım.

ne acı.. ah ne acı...

yaşanması gerekenler ancak bu kadar zaman kaplıyor. daha fazla değil. yorgunum. zamanın kendini hatırlatma çabası; saatlerin tıkırtıları. insanın hem cenneti hem de cehennemidir yatağı; her gece gömüldüğü mezarıdır. tekrar tekrar dirilir, tekrar tekrar ölür.

ölsem affetmem kendimi. ölsem affetmem.

10 Haziran 2014 Salı

içinden gece geçen gündüz ve hafıza problemleri

"Herhalde artık bütün bu anlattıklarımdan sonra şimdi size, işte ormanda öyle düşününce ben arkamda bir uçan bir uca yakılıp yıkılmış ülkeler, kendi karanlığında kayıp köyler ve ıssızlığına baykuş tünemiş nice viran şehirler bıraktım da sonunda hayal ede ede, sert çehreli taşlara şekil veren gök mavisi çekiç sesleriyle çınlayan uçsuz bucaksız bir bozkırın ortasına varıp soluk soluğa durdum ve orada birdenbire beni şaşırtan mahşeri bir kalabalık gördüm, diyebilirim." -h.a.t.
onca zaman sonra evimin güzelliğinin bir parmak toz altında kaldığını farketmem işte böyle bir yolculuktan sonra oldu. evin dağınıklığında neler bulmadım. masanın bir köşesinde kalmış, Elif'in kadıköyde bir tablacıda beğendiği, ona "beğendin mi?" diye sorduğum, olumladığı, sonra "iyi o zaman alma, hayır bırak bırak alma" deyişime anlamaz attığı bakışı, "a-a! deli mi ne, iyice çıldırdı ayol n'apıcam ben bununla*" diye içinden geçirdiğini tahmin ettiğim, ve elbette hiç şaşırmayacağı bir şekilde benim aynılarını evvel bir zaman önce aynı tablacıdan aldığımı,  hatırlatan küpeleri buldum. giderken, gitmesinin yarattığı üzüntüyle belki, belki o dillere destan hafızamın kalleşliğiyle ona vermeyi unuttuğum, sonra aklıma gelince göndermek için masanın üzerine koyduğum ve...

ve elifsiz balkonun mahsun hali bir anda evin bütün havasını değiştirdi.  adını hiç duymadığım bir sigara alıp geldikten sonra "niye içmiyorsun, winston değil diye mi? gidip alayım mı bakkaldan" demesini hatırlamak yüzüme akşam güneşi gibi yayıldı. sonra birden bana "evinde hep müzik olurdu senin, bu kez neden böyle sessiz" deyişini hatırladım. telaşla ikimizin de seveceği bir şarkı açıp rahatladım. içimden "heidegger benimle ol oturup yıldızlardan bakalım dünyadaki resmimize" de demedim değil.

sonra onca zamandır aradığım bir kalemi bir not defterini bir tişörtü, kirli çorapları, yarısı okunmamış kitapları, üzerine bir takım numaralar not alınmış eski gazeteleri, banyo yaptırılmış filmleri, boş ilaç kutularını buldum. selim bütün bu bulmalar sırasında hep bir yerlerden bana baktı durdu. kitabın üzerine bastırmakta hiç bir beis görmediği, cağnım gözlerinin kapkaralığını sergilemekten belli ki utanmadığı fotoğrafı evin her yerinde karşıma çıktı. elbette bana sorsa asla izin vermez, bir takım illitürasyonlar koyalım selimcim, daha atraksiyonlu olmaz mı, derdim. selim bana sormadı. evimin bir yerlerine tünemiş jübile'si, ilk basım kitapları, dergilere verdiği söyleşiler ordan burdan karşıma çıkınca ben kıskanmakla kaldım. evi süpürürken birilerinin kitaplıklarında duran selim'in bütün kitaplarını da çektim süpürgeye. herkes giden şiirlerin ardından bakakaldı ve ben de kötü kötü güldüm.

bir müddet sonra mutfağı temizlemek zorunda kaldım. en başından bildiğim bu kötü sonu uzaklaştırmak için bütün kirlileri, hatta az kirlileri yıkadım. camsille aynaları temizledim. kitaplığın tozunu aldım. yatağın nevresimlerini çarşaflarını bile değiştim de mutfağı temizlemekten kurtulamadım.

herşeyden sonra, bütün bu hengame ve uğraştan sonra evimi saran vanilya kokusunu elif'le paylaşamadığıma yandım en çok. sonra yaptığım keki kurabiyeyi tadarken gözünün içine bakıp da "güzel olmuş mu?" diye soramadığım selim'e yandım. belki gökhan gelir de... o da benden çok çabuk sıkılıyor.

bizi elif'ten aldığım şarkıyla başbaşa bırakıyorum.


5 Haziran 2014 Perşembe

Sel.

gözümde çocukluğu canlanıyor tavanı izlerken. güzelim saçlarının karmaşıklığı, top peşinde mi koşturur, yokuşlardan aşağı bisikletle mi iner de yüreği ağzına gelir annesinin, hasta olmasın Selim, diye, düşmesin Selim, diye. saymadığı sıyrıklarını tek tek öpesim, biriktirdiğim tüm şefkati çocukluğuna dökesim.. yetmez mi, y e e e t e e e e e e e e e r r r...

bir adamın, kocaman bir adamın çocukluğunu hayal etmenin saflığını keşfediyorum sonra. daha önce hiç yapmadığımı. tavan gülümsememe şaşırıyor. hiç mi görmedin gavurun duvarı! ben çok güzel gülerim.

ellerim ayaklarım yorgun, zihnim yorgun. Selim çok güzel. Selim'in sözcükleri çok güzel. "daha da mı şair olmasın?" olmasın, kimse okumasın Selim'i, kimse bilmesin içinin kelimelenmiş halini, ben kıskanç bir kadınım. Selim bilmez.

bir kadını anneme benzetirim
sabaha karşı üstümü örter
sabaha karşı Gevaş olsaydı keşke 

kendi diliden dinleyeyim çocukluğunu Selim'in, o vakitleri onunla yaşayayım. birlikte düşelim. düşmeyelim mi? saçları o zaman kapkara, şimdi gri. Selim onca zamanı bensiz nasıl yaşadı? şimdiki zamanını bensiz nasıl yaşıyor? Selim...

ben küçükken, Selim büyüktü. ben büyüdüm, Selim çok güzel oldu.


bir çırağın dediğidir

kusurlarım özelliğimdir usta
bildiğim en uzun takvimde çalıştım

bin dize ezberledim unuttum sonra
hakkını helal et icazetim isterim

sözcükler renklere benziyor usta
bulaştıkça duruluyor suları

ben bir mavi yazacağım izninle
sen bir yeryüzü yaymıştın altına.
1996