20 Kasım 2014 Perşembe

düş.


Açık renk bir kanepe olmalı. Beyaz değil elbette. Ama açık renk. Üzerinde benim çeşitli zamanlarda aldığım güzel yastıklar.  Ve duvarda güncel olmayan bir dünya haritası çerçeveletmiş olmalıyız. Gözlerimizin hoşuna gider. Ya da birkaç film afişi. Kirazın Tadı, Uzak, Persona, ya da Veronika’nın İkili Yaşamı.

Bir kedi, ya da iki. Geldiklerinde yavru, zamanla bana benzemişler, şişman ve tembel. Kanepeden tüyleri toplama işi senin.

Açık renk kitaplık. Kitaplıklar. Tabii ki artık kitaplarım kalmamış, kitaplarımız olmuş. Bir serpilmiş bir güzelleşmişler.

Akşamları parklarda mı gezermişiz, benimsediğimiz yerlerde kahve mi içermişiz, merdiven başlarında oturup kibrit mi savururmuşuz, evin farklı köşelerine sinip mektuplar mı yazarmışız-okurmuşuz.

Bir balkon mahalleye bir balkon sessizliğe. Gürültücü zamanları komşularla, sakin zamanları manzarayla paylaşmalıyız.

Ve gecelerin koyuluğunda şiir okumalıyız, en güzellerini, en vurucularını, acımasızca, birbirimize sarılarak:


küçücük gecemde benim, ne yazık
rüzgârın yapraklarla buluşması var
küçücük gecemde benim yıkım korkusu var

dinle
bakıyorum elgince ben bu mutluluğa
karanlığın esintisini duyuyor musun?

dinle 
bağımlısıyım ben kendi umutsuzluğumun
ay kızıldır ve allak bullak

karanlığın esintisini duyuyor musun?
şimdi bir şeyler geçiyor geceden
bulutlar sanki, yaslı yığınlar misali

ve her an yıkılma korkusundaki bu damda
yağış anını bekliyorlar

bir an
ve sonrasında hiç.
seni ve beni merak ediyor

bu pencerenin arkasında gece titremede
ve yeryüzü giderek durmada
bu pencerenin arkasında bir bilinmez
ey baştan aşağı yeşil!
benim sevdalı dudaklarımın okşayışına bırak

yakıcı anılar gibi ellerini,
bırak benim aşık ellerime
ve dudaklarını
varlığın sıcak duygusunu
rüzgâr bizi götürecek
rüzgâr bizi götürecek.

Furuğ

12 Kasım 2014 Çarşamba

SAYIKLAMALAR

eskiden avukat olan cezaevi yargıcı, ben , ercü, raci, isyan ve cemil çekyattan yatakta toplanmış, çocuksu bir hareketle ama heyecansız yorganı başımıza çekmişiz. ercü meraklıydı, oraya buraya kabadayı bakışlar atıyor, bir olay çıksa da, diye bekliyor. eskiden avukat olan cezaevi yargıcı cemili köşeye sıkıştırmış, durmaksızın anlatıyor, garibim cemil, nasıl kaçacağını şaşırmış, gözlerini önüne dikmiş boş boş bakıyor. raci'nin gözü bendeydi, boş anımı kolluyordu da sanki, haydi falancayı görmeye gidelim diye kafalayacak beni. kızdım tabii, bunca gürültü çok fazlaydı, karşıdaki yatakta -onların büyük ihtimalle haberleri yoktu- hasta yatıyordu. beklediğim gibi ercü sordu, kim?, diye. ablam, diyorum. trafik kazası geçirdi. mekanik bir alışkanlıkla, daha "aa geçmiş olsun" demelerini bile beklemeden anlatmaya başlıyorum: hava yağışlıymış. o yol hep bozukmuş zaten, yeni dökmüşler asfaltı, uyarı da koymamışlar.

bu süreçte de, dikkati bu kez gerçekten çekilmiş olarak dinleyen tek kahraman ercü. nerede olmuş, nasıl olmuş, ölü var mıymış, varlıklılar mıymış? ona en kötü bakışımı atıyorum. ablam ulan! soymayı mı geçiriyorsun aklından? aman! der bakışını eteklerime doğru savurup, diğerlerine dönüyor.

benim gözlerimse cemilin çaresizliğine takılıyor. cezaevi yargıcının ağına düşmüş, onun felsefeye bulanmış, hukuk eleştirisi de yapan anılarını ve düşüşünü dinlemek zorunda kalışı canını iyiden iyiye sıkıyordu. belki karşısındakinin kim olduğunu bilse hayranlıkla dinleyecekti ama belli ki aklı editörden gelecek haberdeydi. ona gerçekten üzülüyorum.

herkesin tutturduğu ilişkiyi bölen hastanın oflamaları oluyor. herkesi huzursuz eden bu ses. geçer mi, diye bir an hareketsiz bekliyoruz. herkesin gözleri belli bir yere odaklı görünüyor, sesi bekliyoruz. ses adımı söylüyor. şşşt, diyerek yorganın altından çıkıyorum.

döndüğümde raciyi gitmiş buluyorum, zaten neden burada olduğunu bir türlü anlamamıştım. cemil endişeyle bakıyor bana, n'oldu, diye soruyor gözleriyle. omuz silkiyorum. cezaevi yargıcı artık ana karakter olmamanın sıkıntısını çekiyor. ercünün kafasındaki tilkileri tahmin edemiyorum.

tahminimce cezaevi yargıcını dinlerken kafasında oluşturduğu konuşmayı yapmak üzere açıyor ağzını cemil. daha önce sesini duymadığımızdan hepimizin yüzünden bir hayret ifadesi gelip geçiyor. bizdeki bu halden etkilenen cemil yapmak istediği konuşmadan çok uzak şeyler söylüyor, hatta onları bile söyleyemiyor.

-neden buradayız?

bu kez bütün gözler bana dönüyor. eee, afallıyorum. ben de konuşmak için hazır olmadığımı duyumsuyorum. cevap bekleyen kahramanlarımı oyalamanın yersiz olduğunu düşünüp;

-beni buradan kaçıracaksınız! diyorum.

o ana kadar bir köşeye sinmiş olan isyan birden sarsılıyor, meraklı gözlerini sözcüklerime dikiyor. cezaevi yargıcı bu gayrimeşru girişimi suratına yayılan bir gülümsemeyle karşılıyor. ercü, bana güvenme der gibi bakıyor, bir gün içeride bir gün dışarıdayım. cemilin yüzüne bir hüzün yayılıyor, kaçmak isteyişimin altındaki bulantıyı görebilecekmiş gibi, buruşmuş alnıyla gözlerime dikiyor gözlerini.

tekrarlıyorum; beni buradan kaçıracaksınız.

10 Kasım 2014 Pazartesi

...

aramıza hoşgeldin.
sesler bir anda kesildi. sessizlik huzurla mı geldi anlamsızlıkla mı geldi de sana iyi geldi? bir boşluğun içine düşmenin keyfini sorumsuzluğunu hissettin. kaçmak bu kez dışarı değil, yollara değil, bulutlara değil, derin derin, ince ince: içine. bu kadar sancılı, bu kadar karmaşık, bu kadar kaybolmuş olabileceğini nereden bilebilirdin?

kar yağdığının ertesi günü güneş açtı. erken değil mi, demiştin. kar için erken değil mi? demez olaydın. güneş o gün bugündür odanıza büyük bir pişkinlikle doğuyor. bulutlar nerede?

annen nerede? annenin elleri, annenin dokunuşu, sevişi, şefkati, kızgınlığı da öfkesi de, nerede?


okunmak üzere açılmış güzelim kitapları orada unuttun. tozlandılar. sarardılar. ilgisizlikten küstüler mi? artık o kadar sürükleyici mi değiller yoksa güzelim cümleleri mi basitleşti? o filmlerdeki güzel kadınlar bir anda yaşlandılar adamlar elden ayaktan düştü. sen boş gözlerinle yol arıyordun. bulamıyordun. aklın da inatla yitmiyordu.

civanperçemi gördün mü hiç dağlarda? sarılarını? sonra dağ papatyaları. morlu çiçekler. dikenler. dağın serinliği ve boşluğu. çığlığı gönder. karşı dağda da senin gibi bir kayıp mı var da onun çığlığını duyuyorsun. saçların. ne kadar dalgalansa az. ve azalıyorsun. yükün azalıyor, hafifliyorsun.

kandırmaca mı?
süreç mi? sürüklenmek mi?

gözlerini açtığında elinin altında katlanmış bir kitap buldun. annen elinde sarı civanperçemiyle geldi. yatağına seni üşütmeyen karlar yağdı.

bitti.