Açık renk bir kanepe olmalı. Beyaz değil elbette. Ama açık renk. Üzerinde benim çeşitli zamanlarda aldığım güzel yastıklar. Ve duvarda güncel olmayan bir dünya haritası çerçeveletmiş olmalıyız. Gözlerimizin hoşuna gider. Ya da birkaç film afişi. Kirazın Tadı, Uzak, Persona, ya da Veronika’nın İkili Yaşamı.
Bir kedi, ya da iki. Geldiklerinde yavru, zamanla bana benzemişler, şişman ve tembel. Kanepeden tüyleri toplama işi senin.
Açık renk kitaplık. Kitaplıklar. Tabii ki artık kitaplarım kalmamış, kitaplarımız olmuş. Bir serpilmiş bir güzelleşmişler.
Akşamları parklarda mı gezermişiz, benimsediğimiz yerlerde kahve mi içermişiz, merdiven başlarında oturup kibrit mi savururmuşuz, evin farklı köşelerine sinip mektuplar mı yazarmışız-okurmuşuz.
Bir balkon mahalleye bir balkon sessizliğe. Gürültücü zamanları komşularla, sakin zamanları manzarayla paylaşmalıyız.
Ve gecelerin koyuluğunda şiir okumalıyız, en güzellerini, en vurucularını, acımasızca, birbirimize sarılarak:
küçücük gecemde benim, ne yazık
rüzgârın yapraklarla buluşması var
küçücük gecemde benim yıkım korkusu var
dinle
bakıyorum elgince ben bu mutluluğa
karanlığın esintisini duyuyor musun?
dinle
bağımlısıyım ben kendi umutsuzluğumun
ay kızıldır ve allak bullak
karanlığın esintisini duyuyor musun?
şimdi bir şeyler geçiyor geceden
bulutlar sanki, yaslı yığınlar misali
ve her an yıkılma korkusundaki bu damda
yağış anını bekliyorlar
bir an
ve sonrasında hiç.
seni ve beni merak ediyor
bu pencerenin arkasında gece titremede
ve yeryüzü giderek durmada
bu pencerenin arkasında bir bilinmez
ey baştan aşağı yeşil!
benim sevdalı dudaklarımın okşayışına bırak
yakıcı anılar gibi ellerini,
bırak benim aşık ellerime
ve dudaklarını
varlığın sıcak duygusunu
rüzgâr bizi götürecek
rüzgâr bizi götürecek.
Furuğ