22 Ocak 2016 Cuma

Ömür Hanımla Tanışmak

hayatta tattığım en güzel duygu bir şeyler okurken içimde duyduğum heyecan. o sözcüklerin milyonlarca kombinasyonu var ama bir şekli öyle bir haz veriyor ki, kalbim ağzımda atıyor. keyiften delireceğim, kaybedeceğim aklımı. nasıl yarabbi, diye haykıracağım geliyor, nasıl bir el yazar bu kelimeleri böyle, nasıl bir kalpten çıkar, zihinden geçer?! bunu nasıl kavrayayım? öleceğim mutluluktan.

vurdum duymazlığı ruhumda hissedip, kocaman bir oh çekip, nefes aldığım, "bak aynaya, bak, sahip olduğun tek şey!" diye kendimi azarladığım bir akşam çıkıp da karşıma geçiyor Ömür Hanım. onunla konuşan benim! kim olabilir, elbette benim! ölesiye mutluyum! insanlar değil mühim olan çünkü, sözcükler! haklılar, başlangıçta kesinlikle söz olmalı! böyle bir oluşu doğuran elbette söz olmalı! söz söyleme isteği, sözü dinletme isteği olmalı! 

içimin hezeyanları döktüğüm bir insan bir anlık sessizliğimde, ee, Ömür Hanım, bitti mi bu konuşma, diyor. Ömür Hanım da kim? işte burada! 

ah beni bu dizelere gömün. beni güzel şairlerin dizelerine gömün! yok ölmeyeceğim, dersem, aklımdan bir kere bile geçirirsem ne olayım! beni bu şiire gömün!



ÖMÜR HANIMLA GÜZ KONUŞMALARI

...Ve güz geldi Ömür hanım. Dünya aydınlık sabahlarını 
yitiriyor usul usul. İnsanın içini karartan bulutların seferi var 
göğün maviliğinde. Yağmur ha yağdı ha yağacak. İn-
cecik bir çisenti yokluyor boşluğunu insan yüreğinin. 
Hüznün bütün koşulları hazır. Nedenini bilmediğim bir 
keder akıyor damarlarımdan. Kalbimin üstünde binlerce 
bıçak ağzı... ve yüzüm ömrümün atlası; düzlükleri bunaltı, 
yükseklikleri korku, uçurumları yıkıntılarımla dolu bir 
engebeler atlası. Yaşamak bir can sıkıntısı mıdır Ömür 
hanım? 


Her şeyi iyi yanından görmeyi kim öğretti bize? Acıyı 
görmeyen insan, umutsuzluğu yaşamayan, iliklerine dek 
kederin işleyip yaralamadığı bir insan, mutluluktan, 
umuttan, sevinçten ne anlar? Göğü görmeden, denizi gör-
meden maviyi anlamaya benzemez mi bu? Bir güz dü-
şünün ki Ömür hanım, ilkyazı olmamış, yazı yaşanmamış, 
böyle bir güzün hüznü hüzün müdür? Başlamanın bir 
anlamı varsa bitişi göze almak, bitişin bir anlamı varsa 
başlangıcı olmak değil midir? Yaşamı düz bir çizgide tut-
mak tükenmektir. Yaşamak zorunda olduğumuz şunca yılı 
aykırı uçlar arasında gezdirip geçirmedikçe, alışkanlıkların 
sınırlarını aşmadıkça zaman zaman, yaşamak nasıl yenilik 
olur tükenmek değil de? 


Yağmur yağıyor Ömür hanım...gökten değil, yüreğimin 
boşluğundan ömrümün ıssız toprağına...Ve ben sonsuz 
bir düzlükte bir küçücük, bir silik nokta gibi eriyip gi-
diyorum. Seslensem kim duyar sesimi yalnızlıklar ka-
tından? 


Dönelim...Dönmek yenilmektir biraz da, yarım kalmasıdır 
çıkışlarımızın, korkaklıktır, alışkanlıkların güvenli küflü 
kabuklarına sığınmaktır...Olsun dönelim biz yine de. Bi-
lincinde olmadan üstlendiğimiz sorumluluklarımız var. 
Evlere dönelim, sırtımızın kamburu evlere, cılızlığımızın 
görkemli korunaklarına, yalnızlığımızın kalelerine dö-
nelim. Ölçüsüz yaşamak bize göre değil Ömür hanım. 
Büyürken geniş ufuklarımız olmadı bizim. Küçücük 
avuçlarımızla sınırlarımızı genişletmek istedikçe yaşamın 
binlerce engeli yığıldı önümüze. Hangi birini yenebilirdik 
bunca olanaksızlık içinde. Umutsuzluğu tanıdık, yenilgiyi 
öğrendik böylece. 

Yaşama sevinci adına bir tutamağım kalmadı Ömür hanım. 
Bir garip boşlukta çiviliyim günlerdir gözbebeklerimden. 
Sahi nedir yaşamın anlamı? Geriye dönüyorum sık sık 
yanıt aramak adına, yüreğimin silik izler bırakıp, ağır 
yükler aldığı zamanın derin denizlerine. Bakıyorum umut 
karamsarlığın, sevinç acının azıcık soluk almasından başka 
ne ki? Yaşamsa gerçekle düşün umutsuz bir savaşı, her şeyi 
içine alan kocaman bir yanılsama... Değil mi yoksa? 


Öyle büyük umutlarım olmadı benim, büyük düşlerim, 
özlemlerim, büyük beklentilerim olmadı. Koşullarım beni 
oluşturdu ben acılarımı buldum. Herkes gibi yaşasaydım 
eğer, yaşamı onlar gibi görebilseydim çarşılar yeterdi 
avutmaya beni. Bir gömlek, bir ayakkabı, bir elbise; bir
yemek lokantalarda; televizyon, halı, masa ve daha nice 
eşya yeterdi yalnızlığı örtmeye, kendimi göstermeye, va-
rolmaya, 'dar çevre yitikleri'nde önem kazanmaya... 


Oysa ben bir akşamüstü oturup turuncu bir yangının 
eteklerine, yüreği avuçlarımda atan bir can yoldaşıyla 
dünyayı ve kendimi tüketmek isterdim. Öyle bir tüketmek 
ki, sonucu yepyeni bir "ben"e ulaştırırdı beni, kederli dal-
gınlığımdan her döndüğümde...Bir ben ki tüm ilişkilerin 
perde arkasını görür de gülerdim sessizce yapay ya-
kınlıklarına insanların. Kim kimi ne kadar anlayabilir 
Ömür hanım? 


Susmak yalnızlığın ana dilidir, Ömür hanım, şiiridir, beni 
konuşmaya zorlama ne olur. Sözün sularını tükettim ben, 
kaynağını kuruttum. Geriye bir büyük sessizlik kaldı yü-
reğimde, kalabalıklar, kalabalıklar kadar büyük...Yalnızım 
Ömür hanım, geceler boyu akıp giden ırmaklar gibi ka-
ranlıklar içre, öyle yitik, öyle üzgün, yalnızım...Sularım 
toprağa sızıyor bak. Yüzümü geceler örtüyor. Binlerce taş 
saklanıyor içimde. Kim kimin derinliğini görebilir, hem 
hangi gözle? 


Kendilerinin olan tek sözcük yok dillerinde, öyle çok ko-
nuşuyorlar ki...Bir söz insanın neresinden doğar dersiniz? 
Dilinden mi, yüreğinden mi, aklından mı? Düşlerinden 
mi yoksa gerçeğinden mi? Ve kaç kapıdan geçip yerini 
bulur bir başka insanda? Yerini bulur mu gerçekten? Sözü 
yasaklamalı Ömür hanım yasaklamalı...Kimsenin kimseyi 
anlamadığı bir dünyada söz boşluğu dövmekten başka ne 
işe yarıyor ki? Olanağı olsa da insanların yürekleri ko-
nuşabilseydi dilleri yerine, her şey daha yalansız, daha içten 
olurdu. Aklı silmeli diyorum insan ilişkilerinden. Yanılıyor 
muyum? Olsun. Yanıldığımı biliyorum ya... 



Yeni bir şeyler söyle bana ne olur, yeni bir şeyler. Kurşun 
aktı kulaklarıma hep aynı sözleri, aynı sesleri duymaktan. 
Belirsizlik güzeldir, de örneğin, kesinlik çirkin. Sessizlik 
sesten -hele de güncel ve kof-  her zaman iyidir; düş gücü, 
iç zenginliği verir insana. Dünyanın usul usul ağaran o 
puslu sabahları ve günün turuncu tülleriyle örtünen dingin 
akşamları bu yüzden etkiler bizi, duygulandırır, de. Anlık 
izlenimler sürekli görünümlerden her zaman daha güçlü, 
kalıcı ömürlüdür...Alışkanlıklar öldürür güzelliğimizi, 
bizi değişmek çirkinleştirir de. 


Kimse düşlerine yetişemez ve kimse geçemez gerçeğini bir 
adım bile; bu yüzden sıkıntı verir zaman, kısa kalır, sonsuz 
olur, insanın küçücük ömrünün karşısında. İstemenin kuralı 
yoktur, de, açıklaması sınırı suçu yoktur; istemek ya-
şamın kendiliğinden sonucudur, ne haklı ne haksız, 
ne yerinde ne yersiz...

 
Biz hepimiz dikenli tellerle sarılıyız, her ilişkide bir par-
çamız kalır ve bölüne bölüne biteriz de. En büyük hü-
nerimiz kendimize karşı olmak, aykırı yaşamaktır, acı 
kaynaklarımızı ellerimizle yaratarak...Kıyılarımız duy-
gularımızın boyunda, derinliğimiz aklımızın ölçüsündedir; 
ufuklarımızsa sisler içinde...O kıyısız gökyüzü nasıl sığar 
küçücük gözlerimize, bir bardak suya, demirli bir pen-
cereye...Nasıl gizleriz ağız dil vermez bir geceye? Ve nedir 
ki gizi, daraldığımız her yerde bir genişlik duygusu verir 
içimize. Çözemeyiz, de, bu güdük bilinç, bu sığ yürek, 
bu ezbere yaşamla. 


Dünya bir testidir, de, Ömür hanım, ömür bir su...Sızar 
iğneucu gözeneklerinden zamanın, bir içim serinlik bir 
yudum mutluluk için. Ve bir gün ölümün balkonundan...
dökülür toprağa el içi kadar bir su. Yerde birkaç damla 
nem, bir avuç ıslaklık...Ölümü bilerek nasıl yaşar insan, 
geride dünyanın kalacağını bilerek nasıl ölür; bilmek bütün 
acıların anasıdır, de... 


Sars aklımın cılız ayaklarını, kuşat beni. Değişik şeyler 
söyle ne olur, yeni bir şeyler söyle. Yıldım ömrümün ka-
lıplarından. Beni duy ve anla.

 
Yağmur dindi Ömür hanım. Gökyüzü masmavi gülümsedi 
yine. Doğa aynı oyununu oynuyor bizimle. Umudun 
ucunu gösteriyor usulca, iyimserliğin ışığını süzüyor mavi 
atlasından. Ne aldanış! Bulutların rengi mavi-beyaz mıdır, 
kurşuni-külrengi mi yoksa? 


Gökyüzünü öpmek isterdim Ömür hanım, gözlerimle değil 
dudaklarımla. Yoruldum bulutları kirpiklerimde taşı-
maktan. Delilik mi dedin? Kim bilir...Belki de yerde sü-
rünmenin bir tepkisidir bu, ya da ne bileyim bilinçsiz bir 
aykırı olmak duygusu. Gökyüzü de olmak isteyebilirdim 
değil mi? Kim ne diyebilir ki?


Kimseler görmedi Ömür hanım, bu dünyadan ben geçtim. 
İçimde umudun kırk kilitli sandıkları, elimde bir avuç düş 
ölüsü yüreğim -içinde senin ve benim ağırlığım- benim 
olmayan bir garip gülümsemeyle yüzümde, incelik adına,
ben geçtim...Yerini bulmamış bir içtenlik, yanılmış bir 
saygı ve bir hüzün eğrisi olarak ilişkilerin gergefinde, 
ördüm ömrümün dokusunu ilmek ilmek. Beni cam kı-
rıklarıyla anımsasın insanlar, savrulan bir yaprak hüznü 
ve dağınıklığı ile... Yükümü yanlış bedestanlara çözdüm.

 
Ezilmiş bir gül hüznü var yüreğimde. Saatlerce dayak 
yemiş bir sanığın çözülmesi içindeyim. Ürperiyorum. Bir 
at kestanesi durmadan yaprak döküyor yalnızlığın so-
kaklarında, örtüyor ömrümün ilk yazını. İçimde bir çocuk, 
yalın ayak koşuyor yaşlılığa doğru, binlerce kez yenilmiş 
umut ölülerini çiğneyerek. Sahi yaşlılık, derin bir iç çekiş, 
yanılmış bir çocukluk olmasın Ömür hanım?



Ankara, Güz/1983
ŞÜKRÜ ERBAŞ

17 Ocak 2016 Pazar

dünyanın en güzel manzarası gibi karşımda duruyor, koltuğun üzerine bıraktığı bitmiş sigara paketi, tabağa söndürdüğü son iki sigarasının izmariti ve çay bardağı. iki gündür öylece duruyor ve ben varlığının kanıtı olan tüm bunlara asla dokunamayacakmışım gibi hissediyorum. işte benim küçük masumiyet müzem.

ömrüm boyunca hayalini kurduğum adamın evimde bıraktığı izleri yok etmeye beni ne itebilir? hem yeni izler yaratması mümkün değilken... bir gün sonra bile ayılamadığım sarhoşluğumda tek hatırladığımın bir kez bile bakamadığım gözlerinin olduğunu kim unutturabilir? kendimi karşısında ne kadar aciz hissettiğimi, bunu ona söylerken düşüneceklerinden hiç çekinmediğimi, onu adım gibi, avucumun içi gibi bildiğimi kim unutturabilir? aylardır aklımın, fikrimin onun işgali altında oluşunu nasıl yok sayabilirim?

devam edemediğim için ona gittim, peki ona bu kadar yaklaştıktan sonra nasıl devam edeceğim? bu kadar imkanlıyken imkansız oluşuna kendimi nasıl ikna edeceğim?

çocukluk fotoğrafını gördüm. tatilde, hani şu yazıda bahsettiğim çocuk vardı ya, gerçekten de benziyormuş.

ne yapacağım? sahiden...

13 Ocak 2016 Çarşamba

saatlerce bir evde nazan öncel-göç albümü çalmamalı. bu bünyeye iyi gelmiyor.
keşke biraz devrim yapsak.


 

12 Ocak 2016 Salı

uzun uzun yazarak içimi döktüğüm zamanları özlüyorum. artık yazma yeteneğimi de yitirdim. neden? neyi yanlış yaptım? neden bu kadar savunmasız ve çaresiz hissediyorum kendimi? neden içini nasıl dolduracağımı düşünüp heyecanlanarak yaşadığım yalnızlık şimdi bana dayanılmaz geliyor? konuşmak için neden insan arıyorum durmadan? iyi değilim, hayır hiç iyi değilim.

kontrolüm dışında değişiyor herşey. hiçbir zaman kontrol delisi olmadım. ama şu anda akıl almaz geliyor tüm olanlar. ne zaman sınav kaçırdım ben, ne zaman vurdum duymaz oldum bu kadar okul konusunda? hiçbir zaman. ne zaman bu kadar zayıf hissettim kendimi, hiç. pencereye vuran, parçalanan, akan yağmur damlaları gibi serserilik yapmak isterdim. bu çaresizlik beni yok ediyor.

bazı samimi şeyler arıyorum etrafımda. geçici olmayan. tuttuğum zaman elimden kayıp gitmeyeceğini bildiğim şeyler. hiç mi yok? sigaram sönüyor ve ben tüm hissizliğimle ucunda tüten dumanın kaybolmasını bekliyorum. bir can gerekli, bir ışık. sonsuzlukta kaybolsa da benim içimde can bulacak bir ışık. perişanım.

içim acıyor. elimden hiçbir şey gelmiyor. gözlerimin kapalı olmasından yorgun düşüyorum, ama açtığım zaman hiçbir şey görmek istemiyorum.

bunun bir sonu olmalı. bir bitiş olmalı. gele gele bir uçurumun kenarına gelmeliyim. o animasyondaki gibi kendimi aşağı bıraktığımda uçuyormuş gibi mutlu olmalıyım.

...
yusuf'un bir süre ordan burdan kafasını uzatıp lafa girdiği zamanlar gibi şimdi de kendimi osman'ın nerede olduğunu düşünürken buluyorum. yazmaya çalıştığım karakterlerin hayatıma nüfuz etmesi, okuduğum karakterlerle gerçeklermiş gibi konuşmam gibi.

akşamüzerlerini hiç sevmem. bu karanlıkla aydınlık arası zaman bana sadece bulantı gibi geliyor. ya da ben bu aralar sürekli bulanıyorum. belki biraz hareket etmem gerekir. içine ihtiyacım olan herşeyi doldurduğum yatağımın dışına çıkmalıyım. uyanmama engel olan antidepresanları bırakmalıyım. biraz da bulantıyı gün ağarırken yaşamalıyım.

ne yapmam gerektiğini bilmiyorum.
keşke biraz mektup alsam.