26 Nisan 2011 Salı

Bitti.

Bugün son kez 21 yaşımdayım.
Bir senede insan kaç yaş büyüyebilir?

25 Nisan 2011 Pazartesi

Quasimodo / Luci ed Ombri

Yorum yapmak bana düşmez. Hayır asla.

 "Geri dön!" diye seslendi Tırtıl, Alice'in arkasından. "Önemli bir şey söyleyeceğim!" Bu kesinlikle umut vericiydi. Alice geri dönüp Tırtıl'ın yanına geldi. "Öfkene hakim ol," dedi Tırtıl. "Hepsi bu mu?" dedi Alice öfkesini belli etmemeye çalışarak. "Hayır," dedi Tırtıl.

 Bazı şeyler yapılmaya başlandığında mükemmele yakın oluyor. Sonra bitirmek gerekiyor. "Gereklilik" tartışılabilir tabii, ama o an öyle söyleniyor, bitirmek gerekiyor. O kadar kötü oluyor ki diğer yarısı, bitirmek kelimesi eksik kalıyor.

O zaman Quasimodo'yu buluyor peder.

 Işığın sevilmesininse iki nedeni var, biri gölgeler, diğeri karanlık. Biri ışığın az olması durumu, diğeri yok olması durumu. Böyle.

21 Nisan 2011 Perşembe

dönümü

Küçük falan değildim. Ne yaşadığımın farkına varacak kadar gelişmişti zihnim.
Sabah telefonun alarmı çaldı. Yıldönümü: Aşk!

Benim tek bir aşkım var diye düşünmedim ilk başta. İlk başta aklıma "Aşık olma zamanım geldi bu da 21. yüzyıla uygun bir vahiy heralde" gibi sonradan "Allah'ım çok pardon gerçekten" dememe sebep olacak şeyler geldi.

Aşk, D.'nin doğum günüymüş. Bugünmüş. Aşık olduğum tek adam bugün doğmuş. Sevgilim...
Tekrar yaşayamayacağımdan, tekrar hissedemeyeceğimden öyle korkuyorum ki...

16 Nisan 2011 Cumartesi

Tutunamıyorum... / Uyuyan Kadın IV

Denedim tamam mı. Çabaladım hatta.
Mutlu görünen insanların arasına karıştım, içlerini gördüm.
Hatta görmezden geldiğim bana göre basit olanların bile kendilerince yüce duyguları vardı, onlarla yaşadım.
Bazılarının gözleri çok güzeldi kabul, bazılarının gülüşleri, bazılarınınsa ses tonları. Kadınlar vardı hem bazı adamlar onları dudaklarından öperlerdi.
Uzun, uzun olduğu kadar sıkıcı, sıkıcı olduğu kadar uzun ve tabii ki uzun olduğu kadar da sıkıcı olan o yolları ben çok iyi belledim. Daha söylemediğim neler neler...

Denedim dedim! Çabam görülmeye bile değerdi!
Anlaşılamamak falan değil ki derdim, anlatamıyorum ben. Anlatamadım ama onlar anlatabildiler. Onlar her seferinde kalkmayı bildiler, onlar her seferinde tutunacakları çürük olmayan bir dal bulabildiler. Ben onlardan biri olmaya çalışmadım, onlarsa hiç ben olamadılar.
Gündüz gözü kabus görüyorum hem küçücük bir çocuğun kocaman irisindeki o siyah noktalardan daha güzel düşlerim.
Sırları da paylaştılar. Halbuki onlar paylaşılmamışlıklarıyla tanımlanıyordular. Ama sırlar da paylaşıldılar, deforme oldular, yok oldular. Ve onlar onlara sır demeye devam ettiler. Bana da bunu yapmaya çalıştılar, gördüm, denediler.

Denemiştim. Çabam bile...
"Düşlerim kaldı, yalnızım düşlerim kaldı."

15 Nisan 2011 Cuma

Yasemin Çayı -IV-

Aslında ben küfür etmezdim.

Uzungazi Mahallesindeki evimizin sundurma merdivenlerinde otururken akşam, daha önce kavga ettiğim piçin arkasından sesli sesli ana avrat dümdüz gittiğim zaman annem eve çağırdı beni.

9-10 yaşlarındaydım en fazla. Okulda küfretmezdim, yaz tatillerinde mahalledeki çocukların etkisiyle alışırdım, sonra okul başlayınca hoop tekrar temiz aile çocuğu oluverirdim. Bizim evde kimse küfretmez. Evde duyduğumuz tek küfür gol atamayan bir FenerBahçeli futbolcunun ayağına edilen küfürdür, babamın enteresan küfürleri vardır. Kardeşlerimden hiç duymadım sanırım şimdiye kadar, annem hayatta etmez.

Ben niye böyle oldum?
Deliler de hep beni bulurdu.

Annem "kim bu bu kadar iğrenç küfreden" diye düşünmüş. Acı gerçeği anlayınca beni eve çağırmış. Dövüp kızdığını hatırlamıyorum. Ama sonradan hep anlatıldı bu, dalgası geçildi, taklitleri yapıldı, gülündü.

Ben de güldüm.
Düşünce kendine gülenlerdenim ben.
Evet bi' de bizim oralar hep buz olurdu ve ben çok korkardım.

12 Nisan 2011 Salı

Yasemin Çayı -III-

Psikolog aptal çıktı. D. haklıymış. Bir aydır ona "eksiklik"i anlatmaya çalıştım. Anlayamadı. Ehhh! dersiniz ya, öyle dedim. "Salak sen de!"

Bazen ağlamak istersiniz olmaz, bazen hiç olmadık bir anda. O anları öyle çok seviyorum ki. İnsanın duygularını engellemeye çalışmasını hatta bastırdığını sanmasını, acının da mutluluğun da kaybın da huzurun da aynı şekilde dökülmesini gözlerden... falan... Ne diyordum? Hulûsi?

Zaman kavramını anlamaya çalışıyorum. Bazen çok çabuk şey oluyor, sabah. Bazen de gece. Bunun bir ölçüsü olmalı. Böyle olmaz. Kafam karışıyor çünkü benim.

Sonra parmağımda pis bir yarabandı... Değiştirmeye halim yok. Tokadı bir türlü gelemeyen bahar çarptı. Olmuyor böyle Hulûsi, nerdesin Hulûsi...?

Koyun kedi var ama. Gerçekten var.


7 Nisan 2011 Perşembe

Georges Perec - Un Cabinet D'amateur (Harikalar Odası)

"Anlatı akrobatından küçük bir dev yapıt."




2 Nisan 2011 Cumartesi

Disconnectus Erectus

Beceriksiz ve korkak bir hayvandır. İnsan
boyunda olanları bile vardır. İlk bakışta, dış görünüşüyle, insana benzer.
Yalnız, pençeleri ve özellikle tırnakları çok zayıftır. Dik arazide, yokuş
yukarı hiç tutunamaz. Yokuş aşağı, kayarak iner. (Bu arada sık sık düşer).
Tüyleri yok denecek kadar azdır. Gözleri çok büyük olmakla birlikte, görme
duygusu zayıftır. Bu nedenle tehlikeyi uzaktan göremez.

Erkekleri, yalnız bırakıldıkları zaman acıklı sesler çıkarırlar.Dişilerini
de aynı sesle çağırırlar. Genellikle başka hayvanların yuvalarında (onlar
dayanabildikleri sürece) barınırlar. ya da terkedilmiş yuvalarda yaşarlar.
Belirli bir aile düzenleri yoktur. Doğumdan sonra ana, baba ve yavrular ayrı
yerlere giderler. Toplu olarak yaşamayı da bilmezler ve dış tehlikelere karşı
birleştikleri görülmemiştir. Belirli bir beslenme düzenleri de yoktur. Başka
hayvanlarla birlikte yaşarken onların getirdikleri yiyeceklerle geçinirler.
Kendi başlarına kaldıkları zaman genellikle yemek yemeyi unuturlar. Bütün
huyları taklit esasına dayandığı için, başka hayvanların yemek yediğini
görmezlerse, acıktıklarını anlamazlar. (Bu sırada çok zayıf düştükleri için
avlanmaları tavsiye edilmez).

İçgüdüleri tam gelişmemiştir. Kendilerini korumayı bilmezler. Fakat -gene
taklitçilikleri nedeniyle- başka hayvanların dövüşmesine özenerek kavgaya
girdikleri olur. Şimdiye kadar hiçbir tutunamayanın bir kavgada başka bir
hayvanı yendiği görülmemiştir. Bununla birlikte, hafızaları da zayıf olduğu
için, sık sık kavga ettikleri, bazı tabiat bilginlerince gözlemlenmiştir.
(Aynı bilginler, kavgacı tutunamaynların sayısının gittikçe azaldığını
söylemektedirler).

Din kitapları, bu hayvanları yemeyi yasaklamışsa da gizli olarak
avlanmakta ve etleri kaçak olarak satılmaktadır. Tutunamayanları avlamak çok
kolaydır. Anlayışlı bakışlarla süzerseniz hemen yaklaşırlar size. Ondan sonra
tutup öldürmek işten bile değildir. İnsanlara zararlı bazı mikroplar
taşıdıkları tespit edildiğinden, belediye sağlık müdürlüğü de tutunamayan
kesimini yasak etmiştir. Yemekten sonra insanlarda görülen durgunluk, hafif
sıkıntı, sebebi bilinmeyen vicdan azabı ve hiç yoktan kendini suçlama gibi
duygulara sebep oldukları, hekimlerce ileri sürülmektedir. Fakat aynı
hekimler, tutunamayanların bu mikropları, kasaplık hayvanlara da
bulaştırdıklarını ve bu sıkıntılardan kurtulmanın ancak et yemekten
vazgeçmekle sağlanabileceğini söylemektedirler.

Hayvan terbiyecileri de tutunamayanlarla uzun süre uğraşmış ve bunları
sirklerde çalıştırmak istemişlerdir. Fakat bu hayvanların, beceriksizlikleri
nedeniyle hiçbir hüner öğrenemediklerini görünce vazgeçmişlerdir. Ayrıca
birkaç sirkte halkın karşısına çıkarılan tutunamayanlar, onları güldürmek
yerine mahzun etmişlerdir. (Halk gişelere saldırarak parasını geri
istemiştir).

Filden sonra, din duygusu en kuvvetli hayvan olarak bilinir. Öldükten
sonra cennete gideceği bazı yazarlarca ileri sürülmektedir. Fakat toplu, ya da
tek gittikleri her yerde hadise çıkardıkları için, bunun pek mümkün olmayacağı
sanılmaktadır.

Başları daima öne eğik gezdikleri için, çeşitli engellere takılırlar ve
her tarafları yara bere içinde kalır. Onları bu durumda gören bazı yufka
yürekli insanlar, tutunamayanları ev hayvanı olarak beslemeyi denemişlerdir.
Fakat insanlar arasında barınmaları -ev düzenine uyamamaları nedeniyle- çok
zor olmaktadır. Beklenmedik zamanlarda sahiplerine saldırmakta ve evden
kovulunca da bir türlü gitmeyi bilmemektedirler. Evin kapısında günlerce,
acıklı sesleriyle bağırarak ev sahibini canından bezdirmektedirler. (Bir
keresinde, ev sahibi dayanamayıp kaçmışsa da, tutunamayan, sahibini
kovalayarak, gittiği yerde de ona rahat vermemiştir).

Şehirlere yakın yerlerde yaşadıkları için, onları şehrin içinde, çitle
çevrili ve yalnız tutunamayanlara mahsus bir parkta tutarak, sayılarının
azalmasını önlemeyi düşünmenin zamanı artık gelmiştir.

s.149-151

1 Nisan 2011 Cuma

Truman Capote - Tiffany'de Kahvaltı


"Gülünç değil, yalnızca insanın sinirine dokunuyor." Omuzlarını silkti. "Her şey bir yana, yarın nerede olacağımı nasıl bilirim? Onun için kartıma gezgin yazmalarını söyledim. Her neyse, boş yere para harcamaktan başka bir şey değildi bu kartları bastırmak. Şu var ki, oradan bir şey satın almayı çok istedim. Tiffany'den almıştım onları." Benim martinime uzandı; hiç dokunmamıştım. İki yudumda yuvarladı ve elimi tuttu. "Dikilip durmayı bırak, O.J. ile arkadaş olacaksın" dedi. s.49-50


Holly "Sakın bir yabaniyi sevmeyin, Mr. Bell," diye ona öğüt verdi. "Dok'un yaptığı yanlışlık buydu. Eve durmadan yabani şeyler taşıyordu. Kanadı incinmiş bir şahin. Bir kez, ayağı kırılmış kocaman bir vaşak getirdi. Kalbini bir yabaniye vermemelisin: onları ne kadar çok seversen, onlar da o kadar kuvvetlenirler. En sonunda ormana kaçacak kuvveti kazanırlar. Ya da bir ağacın en tepedeki dalına uçarlar. Sonra daha yüksek bir ağaca. Sonun bu olur, Mr. Bell. Eğer kendini yabaıl bir şeye kaptırırsan. Sonunda gökyüzüne bakakalırsın. s.83

Gülümsedi, neşesiz bir gülümsemeydi bu. "Ama ben ne olacağım?" dedi fısıltıyla ve tekrar titredi. "Çok korkuyorum Buster. Evet, en sonunda. Bu hep böyle sürüp gidebilir. Elimdekini atıncaya kadar benim olduğunu bilmemek. Kötü kırmızılıklar, bunlar bile hiçbir şey değil. Şişman kadın hiçbir şey değil. Fakat bu; ağzım o kadar kuru ki yaşamam için tükürmem gerekse, yapamam." Arabaya girdi, koltuğa çöktü. "Özür dilerim. Haydi gidelim." s.122