13 Aralık 2017 Çarşamba

saymıyorum, çünkü gerek duymuyorum artık.

tüm günü yine miskinlikle geçirdim, şimdi gece yarısına doğru, yanımda kedimle oturmuş, çoktan izlediğim dizinin bölümlerini tekrarlıyorum.

gün boyu elimde dolaşmış bir kitap, başladığım bir film, salonun ortasına kadar getirdiğim ama çalıştırmadığım elektrik süpürgesi, toplanmayan çamaşırlar, yıkanmayan bulaşıklar...

havanın biraz yağmurlu olması bünyeme ne iyi gelir...


16 Eylül 2017 Cumartesi

27+142

Dönüşümü yaşamaktan kaçamamak hayatın çok temel bir sorunu. Cebrail emekli olmasaydı kendisiyle görüşmeye çalışır, bu konu hakkında tanrının neler yapabileceğini sordurmak isterdim. Çok sıkıntılı olduğum zamanlar biriyle konuşurken uyuyakalmak ihtiyacımın kaybolmamış oluşunu fark edip sevinmem, değişen her şeye üzülmem bu yüzden. Bir zamanların keyif kaçıran bakışlarını atan insanken, şimdinin "sen yokken çok sıkılıyoruz" insanı olmak canımı sıkıyor. Savunma mekanizmalarım kolaya kaçıyor. Her konuya gülebiliyor, dalga geçip devam edebiliyorum. Tek kelime yazmadığım bir ay geçiriyor, bir kitabın bir ay boyunca elimde tembellik etmesine izin veriyorum. Evimde hiç limonlu kek pişirmiyor, akşam üzeri çayımı alıp pencere kenarına ilişmiyorum.

Şimdilerde metroda kafamı kaldırıp insanların yüzlerine bakıyorum. Güzel bir kadın ya da adam görürsem uzun uzun onu izliyorum. Gülümseyen birini görünce gülümsüyorum. Hoşlanmadığım kişiye çok çok uzaklardan bile bunu hissettiriyorum. Bazı maskelerimin düştüğünü sanırken, yalnızca dönüştüklerini ayrımsıyorum. Sarsılıyorum.

Önümde uzanan kocaman bir pazardan bir takım beklentilerim var.
Tüm keyifli ritüellerimi bugün gerçekleştireceğim ve büyük ihtimalle eksiklik hissedip üzüleceğim.

Roman yazmaya başladım.
Komik bir kedi hakkında. Adı Platon.


23 Haziran 2017 Cuma

27+58

düşüş insanın ayaklarının altının en sağlam olduğunu düşündüğü an başlar. aynada yüzün kırışır, dudakların büzülür, gözlerin kısılır. göğüs kafesinde, karın boşluğunda oluşan hissin bir tarifi yok.

anne beni çok üzdüler.

sürekli uyumayı planlayıp, bir şekilde uyanık kalmaya, lanetlenmiş gibi mecbur kalmak, insanın aklını kaçırmasına sebep olabilir. yabancısı olduğun bir iş yerinin küçük banyosunda, sıklaşan nefesini düzene sokmak, ağlamayı bastırmaya çalışmak yeni durumlar.

tek istediğim hafızamın beni rahat bırakması. çünkü, anne, beni çok üzdüler. bu kez hak ettiğimi bile düşünmediğim kadar çok. içine düştüğüm yangını söndürmeye çalışacak gücüm yok, yanıyorum.

çok üzdürler
anne
beni
.



10 Mayıs 2017 Çarşamba

27+12

bir godard filminin hafifliği ve insanın zihnini zorlamayan akıntısı ama aynı zamanda sunduğu güzelliğin keyfini yaşıyorum. kaçırdığım sahnenin de pek bir önemi yok bu yüzden.

işte ben bunları aklımdan geçirirken ister istemez gözüme anna karinanın umursamaz dansı geliyor gözümün önüne. asla sinemada gözünden akan yaş değil. sigarasını tutuşu yakışı geliyor efendime söyleyeyim küs olduğu sevgilisiyle kitap isimlerini göstererek konuşması geliyor.

ve tüm bunlar haddinden fazla sıcak olan su saçlarımı pıtır pıtır ıslatırken geliyor.

anna karinayı düşünmek sonra, lea seydoux'yu getiriyor ki bence bir çok insana onu hatırlatıyordur. zaman zaman çok kötü olduğunu düşündüğüm oyunculuğunu yüzünün güzelliği örtüyor. hissizliği çileden çıkartırken lea'nın, burnuna kıvrılıp uyumak isteğime engel olamıyorum.

ve artık buruş buruş olmuş parmaklarım çıkmam gerektiğini söylüyor. çıkıyorum.


4 Mayıs 2017 Perşembe

27+6

Oturduğum yerden kahve içip kalkamıyorum. Bir nokta gibi çay koyuyorun sonuna. Hatta 'artık çayımı getirin de içip gideyim' der gibi sipariş ediyorum çayı.

Bir tür mühür. Ya da imza. 
Onca kahvenin üstüne çay içmeden gitmeyen kadın var ya, o geldi yine bugün, densin mi istiyorum ardımdan? Ya da bir haftadır aynı kitabı okuyor, bitiremedi gitti. 

Gece gördüğüm kabusun etkisini tüm gün sırtımda taşıdım. Zihin, gün içinde korkarak düşündüğümüz şeyleri en zayıf anımızda bize yaşatma zevkini yaşayan bir iblis. Tvde gördüğüm 'asla kaldıramazdım' diye düşündüğüm olayı bana gece en güvenli bulduğum yerde, yatağımda yaşatıyor. Asla uyanmayacağını bildiğim adama mesaj atıyorum, mesajın içeriği umut dolu, gördüklerimi yadsıyorum. Ben tekrar uykuya kavuştuktan sonra beni arıyor, işaret parmağımla iblise dokunuyorum, gördün mü, gerçek değil. 


Herkesin işlerinden çıktıp evine kavuştukları anlarda, büyük ihtimalle akşam güneşinin dolu dizgin odama dolmasının da etkisiyle, kendimi dışarı atıyorum. Ve ben hala, yıllar geçmesine rağmen roman okuyorum. İşsizim ve bazen çok geç kaldığımı hissediyorum. Yeniden başlamak için de çok geç. Haftasonunun geldiğini 'napıyorsun' diye arayan arkadaşlarımdan anlıyorum. Belki gerçekten pişmanım ve yaz bana hiç mi hiç iyi gelmiyor. 

Benimle birlikte oturan herkes kalktı. Hayatın tüm bölümlerinde. Bazen artık gitmem gerektiğine dair telaşım bu yüzden. Fakat bir yandan da işim bitmedi. Bir süre daha oturmam gerekiyor. 

1 Mayıs 2017 Pazartesi

27+3

bir insanın yüzünü ev bellemek.
kalabalıkta görünce sakinleşmek.
sabah görünce sakinleşmek.
bir sürü karmakarışık rüyadan sonra görünce gülümsemek.

bir insanı yorgan gibi üstüne örtmek.

bir insana yastık gibi gömülmek.


......

barış bir çiçek adı. ilk okulda bile değilken "bu benim çiçeğim" diye sahiplendiğim çiçeğin adı. annemin komşuya verdiğini duyunca ağladığım, utana sıkıla kadıncağızın gidip geri istediği çiçek.

......

elinde çiçekle geldiğinde, elinde bir barış çiçeğiyle geldiğinde, ne çiçeğin adını ne de benim için ne ifade ettiğini biliyordu.

barış çiçek açıyor.



.......

balkona hazırladığım kahvaltıda karşı apartmandaki adamı gösterip "bizim mahallenin 'benim adım cemil'ini görmek ister misiniz?" diye sordum. başlar uzandı. baktılar. güldük.

bitti.

......

içinden çıkılmaz görünen her şey gerçekten de içinden çıkılmaz. basitleştirmeye, kolaylaştırmaya, işte efendime söyleyeyim en karanlık an güneşin doğuşundan hemen önceki andır diye düşünmeye gerek yok.

kabullenmek zor.
fakat bazı şeyler içinden çıkılmaz.

asla.

.....

bana sorarsanız nefes almak sizi gördüğü için gülümseyen bir yüzdür.
hepsi bundan ibaret.

29 Nisan 2017 Cumartesi

27+1

zihnimden elime doğru akan sözcüklerim nerede? yazabildiğim, hatta yazdıklarımı okuyabildiğim zamanlar dünyanın başlangıcında kalmış gibi. ne kolaydı her şey. yaşanan anlar zihnimde kelime kelime yer açardı kendine. orada tomurcuklanırdı. yazarak su verirdim, büyürlerdi sanki. böylece bitmezdi. anlar anılara dönüşüp hafızama yapışırdı. bir günlüktü zihnim, nereye uzatsam elimi orada kelimelere çarpardım.

şimdi?

şimdi boşluk.

uykumun beni terk edip elimin sigaralara gittiği zamanlardan bahsediyorum. bunları yaşıyorum. beni yormayacak cinayet romanları okuyorum. parfüm sıkıp sevdiğimi düşündüğüm adamı bekliyorum. filmi bitiremeden uyuyakalıyorum.

bir zamanlar karga kovalamasına sinirlendiğim atletli adamı görüyorum karşı apartmanın camında. öylesine bakıyorum ona, bende bir his uyandırmıyor. sigarayı küllüğe söndürüp sakince içeriye giriyorum. bir hikaye dolmuyor zihnime, elimle var edemiyorum gözümle gördüklerimi.

bana "dur" diye bağıran Patti Smith oluyor bana kalırsa. 23 yaşımın Tezer Özlü'sü 27 yaşımın Patti Smith'i oluveriyor. her satırında daha çok kendime dönüyorum. var ettiğimi sandığım normallik silikleşmeye, kendini yok etmeye başlıyor.

fotoğraf makineme film alıyorum.
sonra her şey yeniden başlıyor.

7 Şubat 2017 Salı

08

geçmiş ne acayip bir şey.
eski fotoğraflara bakarken zaman hiç geçmemiş gibi hissediyorum.
bir kaç gün önce oldukça sarhoşken yazdıklarım nerede bulamıyorum fakat yaptıklarımı hatırlıyorum utanarak. hatta eski bir fotoğraf bir anda ekranı kapladığında hatırladım. d.'nin telefonu kaç kez çaldı bilmiyorum. ama açılmadı. en yakın arkadaşım beni oyaladı, güldürdü, bir bakıma uyuttu. ve ben zaten bir tek ona anlatabilmenin rahatlığını yaşadım. hala fotoğrafları silmemiş olmama şaşırdı. "anlıyorum" dedi. anladığına emindim.

bunca zaman sonra hala nasıl oluyor da göz yaşlarına sebep oluyor o duygu aklım almıyor. bir sürü yaş aldım, onun durduğu yer değişmedi. açtığı yara iyileşmedi. aşkın tükenmeyen tarafının çok acınası bir mağduruyum.

sonra aklıma tüm fotoğraflarını kaybettiğim gün "bugün çok kötü bir şey oldu"diye ağlayışım geliyor. ya yüzünü unutursam, diye yüreğim parçalanmış, içim acımıştı. 

evet..

27 Ocak 2017 Cuma

25 ocak.

saat sabahın beşi. kadın uyuyamıyor. adam uykusunu belli belirsiz terk ediyor. 
-iyi misin, diye soruyor kadına.
-değilim, diyor kadın.
kadına sarılıyor adam. bir kaç saniye sonra 'bardak!' diyor. 
kadın, 'mutfak' diye cevaplıyor.
adam 'duvar' diyor. 
kadın 'cüce'. 

adam 'yüzüklerin efendisinden mi?' diye soruyor. 'hayır' diyor kadın. 
-nasıl?
-duvardan 'duvara karşı'. ordan sibel kekilli. game of thrones. tyrion lannister ve cüce. 

adam kadını öpüyor. 'duvar'a nasıl geldim biliyor musun?' diye soruyor. 'nasıl?' diyor kadın. 
-mutfaktan 'soul kitchen', ordan fatih akın ve 'duvara karşı'. ve duvar. 

kadının göz kapakları ağırlaşırken gülümsüyor. 
bu oyunu hakan günday'dan öğrenmiş olması bile keyfini kaçırmıyor.

uyuyor..